13 Temmuz 2015 Pazartesi

tenis kortunda felsefe

bir wimbledon'u daha eda ettik. ama konumuz bu değil.

*

"düşünen spor dergisi" alt başlığıyla çıkan, tadından yenmez spor dergisi socrates'in temmuz sayısında(nr:dört) erbabını konuşturan bir röportaj var: caner eler, emre yazıcıol ve şevket furkan erbay, wimbledon öncesinde nadal, djokovic ve federer üzerine konuşuyor.

sevdiğiniz bir konuyu bilenlerden dinlemek ayrı bir zevk. ama ege üniversitesi felsefe bölüm başkanı prof. dr. nilgün toker sadece bu zevkle yetinmemiş, bakış açısıyla tartışmayı bir manada köpürtmüş.

"djokovic, nadal, federer söyleşisini okudum ve çok beğendim ama tartışan isimlerin arasında olup onlara biraz daha "derin" sorular sormak, onları azıcık daha kuvvetli bir tartışmaya zorlamayı isterdim; çünkü belki her birinin "temsil" ettikleri şeyi daha derinleştirebilirdik. çünkü nadal ve djokovic her biri farklı tarzlarda da olsa bir yeni "imal edilmiş", yani kapasiteleri oyuna göre biçimlendirilmiş oyuncular. oysa federer, oyunu biçimlendiriyor… imal edilmiş değil, kendi kapasitelerini edimselleştirme yoluyla oyunu da kendinin kılarak orada bir "fark" dolayısıyla genişleme sağlıyor.

doğal olarak oyunu geometrik bir mekan olarak düşünürsek, bu mekana göre kapasiteleri ideal bir biçimde biçimlendirilmiş olanın bu mekandaki gücü, kapasitesini kendi özgürlüğü içinde açığa vurana oranla daha etkili olabilir. ama bu hangisinin "değer" kattığı sorusuna nietzscheci bir yanıt verirsem, biçimlendirilmiş olan değil, kendini açığa vurandır. nitekim bir makine olarak nadal -ki o immature amatörlüğünü severim- aşınmaya başladığında gücü de azalıyor; bir makine olarak djokovic ise aşınmadan kaçmak için sürtünmeyi engelliyor şimdilik… bir de önemlisi nadal, ama özellikle djokovic'in oyunda yarattıkları rekabet ilişkisini bozan şöyle bir durum var: onlar muhataplarını korkutuyorlar, tıpkı serena gibi… ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar şimdi kızacak ve saldıracak korkusuyla önde olduklarında bile gerginlikten hata yapıyorlar. oysa federer'in muhataplarına verdiği duygu korku değil, onların meydan okumasına izin veren ve bu bakımdan "denk" bir muhataplıkla süren ve "iyi" olanın kazanacağı bir oyunun garantisini veren bir duygu bu. oyunun adaleti gereği, "iyi" olanın aranması gerekir, gücün ezmesinin beklenmesi oyuna ait bir şey değildir değil mi?"


notgibi: bir federer hayranı olarak, ona olan sempatimin temelinde tam da bunlar yattığı için cevap burada. boldlar benim tasarrufum. bu cevabı ise, socrates'in, konu ettikleri kadar sayfa tasarımıyla dikkat çeken internet sayfasından aldım.

Hiç yorum yok: