2 Şubat 2014 Pazar

bir masada iki kişi: istememek

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- hafızam beni yanıltmıyorsa, sana bir sorum var demiştin.

- aslında bir soru değil. sadece, geçtiğimiz hafta sonu nasıldı bunu bilmek istiyorum.

- senin fikrini bilmem ama bana kalırsa güzeldi. cumartesi beşte buluştuk. yemek, sinema... ertesi gün sana kahvaltıya geldim. bütün gün seninle aynı evde olmak güzeldi. önceden konuştuğumuz gibi yemeği beraber yaptık. hazırlamamız iki saat sürdü ama yememiz en fazla yirmi dakika. biraz yorulmuş olabilirim ama değerdi.

- ben de bunu merak ediyorum. neredeyse iki saat mutfak tezgahının önünde yan yana durduk. bazan sağa bazan sola hareket ettik. birbirimize hiç dokunduk mu?

- hatırlamıyorum.

- öpüştük mü?

- galiba hayır.

- peki beni öpmek istedin mi? bir defa aklından geçti mi bu?

*

bazan soruların sorulmasıdır önemli olan. yanıtın bir önemi yoktur. o gün de öyle oldu.




2 yorum:

cecil dedi ki...

sözlerle sınırlamadan bilinenler..

verbumnonfacta dedi ki...

kim demiş kelimelere muhtaç olduğumuzu.