12 Eylül 2013 Perşembe

küstüm çiçeği

geldiniz demek. o halde başlayabiliriz...

*

bu, "tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış" hikâyesi değil. dağ dağa, tavşan tavşana küsmüş gibi aslında.

modern zamanların bir sonucu olarak insanlar arasına giren her türden mesafe kimseyi şaşırtmıyor artık. öyle ki, aile fertleri, dostlar, arkadaşlar ve hatta sevgililer arasına sadece mekansal uzaklık değil zamansal uzaklık bile giriyor.

bazan ziyaretler, bazan telefon konuşmaları, bazan elektronik postalar, bazan eski zaman insanları gibi zarif el yazılarıyla mektuplar yazarak bu uzaklığı yakın etmeye çalışıyoruz. ama bir yere kadar. zamanla gündelik hayatın zırhı delinemeyecek kadar kalınlaşıyor çünkü. rutinin tozu her şeyin üzerini örtüyor...

sadece bu değil. hepimiz insanız. içimizde bizden habersiz, kökleri nerdedir bilinmez ego adlı bir ağaç büyür biz büyüdükçe. haberdar olsak da farketmez gerçi: hepimiz insanız... "hep ben arıyorum," deriz. geçen defa ben aramıştım, daha önemli işleri var sanırım, aklına bile gelmiyorum, ben hiçbir doğum gününü unutmuyorum ama onun benimkini bilmediğine eminim...

dikkat ederseniz, bir ilişkinin muhakkak uğradığı sapaklardan olan, "bakalım bana ne kadar değer veriyor?" muhtaçlığını saymadım bile.

ve bir gün, aniden, "o beni arayana kadar onu aramayacağım, ona ulaşmak için en küçük bir çaba göstermeyeceğim," deyiveririz. üstelik bu sözü kendi kendimize vermekle yetinmez, kendimizi mecbur kılmak adına şahitler huzurunda veririz.

peki, ya aynı şeyleri o da demişse?

ya da bir sabah hafızasını kaybetmiş olarak uyanmış ve sizi ne kadar sevdiğini, onun için ne kadar önemli olduğunuzu hatırlamıyorsa?

ölmüşse?..

Hiç yorum yok: