18 Nisan 2012 Çarşamba

karamazovi (2008)

reha erdem benim için, korkuyorum anne gibi şenlikli bir filme bile bulaşan melankolisi nedeniyle dönem arkadaşlarından bir adım önde olsa da, zeki demirkubuz sineması ve o sinemada görülen dostoyevski izlerinin de beni heyecanlandırdığını inkar edemem. bu yüzden ankara'nın dehlizlerinde çekilen 'yeraltı'ndan notlara kayıtsız kalmam mümkün değil. üstelik işin içinde ankara da var...

bu ara izlemem mümkün görünmediği için de internet ve gazetelerde yazılanları okuyarak, yutupta röportaj izleyerek merak gideriyorum. okuduklarım içinde ise en zengin değerlendirme radikal gazetesi yazarı uğur vardan'a ait. kaldı ki, hem beğenilerimizdeki denklik hem de anlatım dili yüzünden uğur vardan'ın hal ve gidiş notu 'pekiyi'dir.

bu yazıda, eleştirmen tunca arslan'dan naklettiği, "bugüne kadar gördüğüm dostoyevski uyarlamaları içinde üst sıralarda yer alır," cümlesini okuyunca ister istemez kendi sıralamamdaki zirveyi hatırladım: karamazovi...

*

petr zelenka'nın hem yönettiği hem de evald schorm'la beraber uyarladığı, polonya-çek cumhuriyeti ortak yapımı olan bu filmi ege. işaret edince farketmiş, içimdeki şüpheye rağmen ilk fırsatta izlemiştim. çünkü filmin çıkış noktası, polonya'nın krakow şehrine bir tiyatro festivaline katılmak üzere gelen prag dejvice tiyatrosu'ndan bir grubun oyunlarını sahnelemeden önce bu şehirde, sosyalist dönemden kalma harap bir çelik fabrikasında yaptıkları prova.

fabrikanın müdürü, oğlunu bir kazada kaybetmiştir. oyunun provalarını izlerken, oğlunu kaybetmenin verdiği acı ve suçluluk hissi ortaya çıkacak, kendisini yaşantısıyla koşut karamazov kardeşler'in insanı yutan karanlık dünyasında bulacaktır. başta provaların izleyicisi olan bu adam, giderek provası yapılan tiyatro oyununun bir parçası haline dönüşür. artık oyunla gerçek arasındaki sınır ortadan kalkmıştır.

hatta oyunculardan biri, müdürün de kendileri gibi rol yaptığını düşünür ve neden hala oyunu izlediğini sorar. karamazov kardeşler'deki karakterlerden birine dönüşmüş olan adam şaşırır; "tiyatro mu?". sanki provada oğlu ilyuşa'yı kaybetmenin acısıyla haykıran snerginyov değil müdürün kendisidir.

*

her türlü kültürel dayatma gibi tiyatro dayatmasına da karşı olduğum ve tiyatrosuz bir yaşamı mümkün bulduğum için, film bittiğinde bana bıraktığı hissin hazza denk düştüğünü farkedince çok şaşırdım. her biri gerçekten tiyatrocu olan ve bu oyunu oynamaya devam eden oyuncular, avrupa'nın doğusunda hep olduğu gibi muhteşem oynuyorlar. seyirciyi şüpheye düşürecek kadar gerçekler. ve filmin başında bundan rahatsız olmak bile mümkün.

harap fabrikanın neredeyse tamamı paslanmış makinelerinin dekor olarak kullanılmasındaki başarı, mitya'nın tutuklanma sahnesinde zirve yapıyordu.

senaryoya da değinirsek; roman ya da metin, sadece metin olma özelliğinden sıyrılırken, yaşamın bir parçasına ve o yaşamdaki olaylara tutulan bir aynaya dönüşüyor. müdürün trajedisiyle kitaptakini birleştiren, hem kitabı hem de oyunu kurmaca niteliğinden kurtarıp gerçek hayata katan film, belki de bu ilginç ve şaşırtıcı kurgusuyla şimdiye kadar beyazperdeye taşınan dostoyevski uyarlamalarının en başarılısı olabilir. en azından, defalarca seyrettiğim ve çok sevdiğim, yul brynner'ın mitya'laştığı filmden daha önde.

her şey bittiğinde sormadan edemeyiz: bu film, gerçekten de harap bir çelik fabrikasında yapılan provaları mı anlatmıştır?


Hiç yorum yok: