29 Mart 2012 Perşembe

yedek kulübesi

amacım, dizilerimdendir, dediğim leyla ile mecnun'un ellinci bölümünde kamil'in söyledikleri üzerine konuşmaktır. ama kendimi biliyorsam, araya bir sürü şey sıkıştırır, bu yazıyı da uzattıkça uzatırım.

bu yüzden oyalanmadan son kısma atlarsanız, hem ben vicdan azabından kurtulurum hem de siz yazının özüne gelene kadar sıkılıp başka şeyler düşünmeye başlamazsınız.

*

leyla ile mecnun'u her ne kadar ah 'onur' muhsin ünlü yüzünden izlemeye başlasam da hala izliyor oluşumda oyunculukların ve burak aksak önderliğindeki senaryo ekibinin etkisi çoktur.

güzelliği bazan oyunculuk, bazan senaryo, bazan da her ikisinden kaynaklanan ve hakkında konuşulası yüzlerce sahne söylebilirim size.

ama ellinci bölüm, beni etkileyen dört sahne bırakıp gitti. ve benimle beraber bu parantezin içine dahil olanlar bilmelidir ki, "sadece kamil'den konuşmak diğer üçüne haksızlık olur," dediğim içindir bu parantez.

o sahnelerin birincisinde, şirin mecnun'un kapısına gelir ve adını değiştirdikten sonra aldığı yeni nüfus cüzdanını ona uzatır. (artık olmaz ama, yirmi beş ve otuz beş arası kadınlardan uzak dururum dediklerimden herhangi biri yaşını büyütmeyi akıl etseydi, ayaklarına kapanırdım. eminim...)

ikinci sahnede ise, her kilidi açabildiği halde talip olduğu kalpleri açamayan yavuz hırsız, "ben de sana karşı boş değilim," desin istediği eylül'ün saçmalamaları üzerine, "kendi açtığın yaraya pansuman mı yapıyorsun," der. (masadaki çiçeğin nergis olması bile bu diziyi izlemek için yeterli bana kalırsa)

üçüncü sahnede(benden başka kimselerin ilgisini çekmemiş olmalı ki, yutuplara konu olmamış), dünyalar güzeli bir adam olan ismail abi, yetki ve iktidar sahibi olmanın birey üzerindeki dayanılmaz ağırlığını gösteriyor cümle aleme. yeni hırsızlıklara engel olmak için mahalleye yerleştirilen kameralar için kurulan kontrol merkezinde iş başı yapan abimiz, bir süre sonra denize karşı meyve suyu(!) içenlere, bir bankta sarmaş dolaş oturmuş denizi seyreden çifte, çimende top oynayan çocuklara müdahale ederken yakalar kendini. ve çok utanır.

*

geldiğinize göre, devam edelim...

bu sahnede erdal bakkal'ın yeğeni leyla, güzelliğinin onaylanmasını istiyor. kamil de ona yedek olduğunu, bana da elizabethtown'u hatırlatır.

orada claire şöyle diyordu yanılmıyorsam: ikimiz de yedek insanlarız... insanların ihtiyaç duydukları zaman aradıkları... onları mutlu eder, onlara iyi geliriz. isteklerini yerine getirir, sorunlarını çözeriz. sonra da yeniden çağrılmayı beklemek için kenara çekiliriz.



notgibi: bu vesileyle, ismail dümbüllü ödülleri'nin otuz ikincisini kazanan serkan keskin'i ve onu bu ödüle layık gören juriyi tebrik ederim.

4 yorum:

pınar dedi ki...

Canım İsmail ağbim.

verbumnonfacta dedi ki...

"ismail abi... sensin zaten ya. sen benim en kral arkadaşımsın ismail abi. eyvallah..."

mehmet efe'nin meksika sınırı şiirinden bozarak söylersek, "bir 'ismail abi' lazım herkese/ 'ismail abi'nin kendisine de"

pınar dedi ki...

:)
evet herkese lazım.
Ordaki bütün karakterlerin yeri ayrı gerçi.
Mecnunun harem rüyasını izlerken gülmekten ölüyorum sandım.

Şiiri bilmiyorum ama bakacağım.

Adsız dedi ki...

ellinci bölümü bulup izlerken … güneş bir açıyor, bir bulutun arkasına saklanıyor, deniz bir duruluyor, bir dalgalanıyor… sonunda, “yedek” sözcüğünün yarattığı dingin ama bulanık hava ile birlikte kalbimin el freni çekiliyor.

hareket edince “yedek” çivisinin beynimden uzaklaşacağını umarak bulaşıkları yıkıyorum. çeşmeyi açmamla beraber gözlerim de akıyor... bulaşıkları ve gözlerimi kurulayıp eşimin yanına gidiyorum. “seni aldattım” diyorum. soru sormadan bakıyor yüzüme. “seni bir yazarla aldattım, yazdıklarını düşünüp durdum” diyorum. gözlerimden öpüyor, “o halde ben de seni aldattım” diyor. gülümsüyor, müziğin sesini açıyor.
başımdaki çivi, tereyağının içinden sıyrılıp düşer gibi düşüyor yere. alıp kamil’in yedek kulübesinin yanındaki kulübeye isimlik çakmakta kullanıyorum. kulübeme girip okuyorum. “çocukluk arkadaşımı buldum şiirde” diyen kitabı göğsüme bastırıp yumuyorum gözlerimi.
şarkıda “bugün günlerden güzellik, sefa geldin hoş geldin” diyor hüsnü arkan, ve “ ah bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim “ diye devam ediyor...