14 Temmuz 2010 Çarşamba

leaving las vegas (1995)

iki kayıp ruh: sera ve ben...

onların hikayesi.

sinema perdesine düşen can yakıcı aşk hikayelerinden biri. benzerini yıllar sonra duvara karşı'yla tecrübe ettiğimiz bir acıya tanıklık.

hayatı kendine ait olmayan, birilerinin zorlamasıyla bedenini para karşılığı erkeklere sunan bir kadın ve benim dediği ne varsa kaybetmiş, teselliyi alkolde arayan bir adam.

*

görüntüden önce sting'in sesi: angel eyes.

sonra alışveriş arabasına sadece içki şişeleri dolduran bir adam.

ben'in her seyini kaybedişine tanıklık ederiz. arkadaşlarını, işini, evini...

ailesini ise daha önce kaybetmiştir.

karım beni terkettiği için mi içmeye başladım, yoksa beni terkettiği için mi içiyorum? hatırlamıyorum.

ardından geceyle gündüzün birbirine karıştığı, hiç durmaksızın ölene kadar içebileceği las vegas'a gitmek için los angeles'tan ayrılır. evini satar, banka hesabını kapatır. o gider kamera kalır geride: dokuz tane çöp torbası, bir de oğlunun bisikleti.

koca bir hayattan geriye kalan budur işte.

*

sera'yla ilk karşılaşmaları tesadüftür.

burası yaya geçidi, der sera. ben geçerim, sen durursun.

ikincisinde ise ben müşteridir.

sera: bu paraya istediğini yapabilirsin.

ben : sadece kal. istediğim bu. konuşmanı ya da dinlemeni istiyorum.

*

sera… işinde çok iyi; çünkü kapıdan girer ve ondan istenilen şey neyse onu olabilmeyi başarıyla yapar. ama o akşam ben'e aşık olur.

kendimi kendim gibi hissettim. başka biri olmaya çalışıyormuş gibi değil.

ben ise kokuşmuş ruhunun dünyaya tutunduğu son günlerinde karşısına çıkan bu güzelliğe inanamamaktadır.

sen nesin? sarhoş fantazilerimden birinde beni ziyarete gelen melek?

*

belki çok uzun zaman önceki bir oluşta birbirlerine verdikleri sözü anımsamışlardır. ve fazla vakitlerinin olmağının farkındadırlar. bu yüzden birbirlerini değiştirmeye çalışmazlar.

hatta sera'nın ben'e ilk hediyesi bir içki matarasıdır. ben ise içmeye devam eder, gecenin üçüne kadar evde ya da dışarıda yalnız takılıp sera'nın işten dönüşünü bekler.

*

her şey olması gerektiği gibi sürüp giderken büyüyü bozmasa da yaralar sera.

doktora gitmeni istiyorum.

*

bu isteğin ardından aralarındaki şey her neyse yokoluşa doğru sürüklenmeye başlar. belli ki söz veren söz verdiği gibi geliyordu da söz verdiği gibi kalmıyordu.

bir de bulduğunu yitirmiş olmanın acısı girer hayatlarına, sanki yeterince acıya sahip değillermiş gibi.

sera günler sonra ben'i bulduğunda son bir defa sevişirler.

ben'in son cümlesi 'seni sevdiğimi biliyorsun' olur. son bir defa sera'ya bakar ve vakti gelen ölüme teslim olur.

*

mike figgis, filmin senaryosunu bir john o' brien romanından çıkartıp yönetmekle kalmamış , en az film kadar dikkat çeken ve filmi tamamlayan müziklerin çoğunu da icra etmiş.

*

bir de, o yıl bu filmle nicolas cage'e verilen oscar çok tartışılmış, çok kişi tarafından sean penn'in dead man walking ile daha çok hakettiği söylenmişti. bense filmden çıktıktan sonra sinema biletinin arkasına, "oysa sana verilmeyen oscar tartışılmalıydı güzel fahişe." yazdığımı hatırlıyorum hayal meyal. bir de o oscarı sinemanın en güzel kadınından, susan sarandon'dan çalıp ona getirmek istediğimi.

Hiç yorum yok: