15 Şubat 2010 Pazartesi

hayalet oğuz*

(3 Eylül 1928 - 17 Eylül 1975)

bir eylül sabahı hastalığının ne olduğunu bilmeden kırk altı kilo olarak öldü. dört kişi tabutunu ‘hafif bir çanta taşır gibi’ önce cami avlusuna oradan da mezarlığa taşıdı. çok güzel, neredeyse kitap adı gibi ‘eğlentili bir gömme töreni’ oldu. sevenleri mezarına leylak rengi kır çiçekleri dikti, mezarlıklardan ekmek paralarını çıkaran çocuklar bol bol su döktü. toprak canlandı, güzel koktu.

arada gittiği taşra şehirleri dışında hep istanbul’da yaşadı. sahip olduğu bir şeyi olmadı; ‘bir iki giysisi temizleyicide durur, kirlenince yenilerini satın alır, iç çamaşır ve çoraplarını en yakın çöp tenekesine atardı. ev almadı, ev kiralamadı, eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de tek bir mobilya mağazasına girmedi.’ pasaportu olmadı, resmi dairelere girip çıkmadı. hayatın içinden hiçbir şeye dokunmadan geçip gitti.

adını bile hatırlamadığı filmler için senaryolar yazdı, türkçeye çeviri ve derleme olarak yüze yakın kitap kazandırdı. sığınabileceği bir köşede çalışır, çalışması bitmeden kazanacağı parayı çekmiş, bitirmiş, sayfalarca çeviri bedeli de borçlanmış olurdu.

kendinden geriye dostlarıyla bir kaç fotoğraf, bir iki ozanın adına imzaladığı kitaplar, yarısına kadar okunmuş ingilizce polisiye roman, eski bir gocuk, yayınlanmamış bir iki şiir kaldı. ve bir not: daktilo otelde, gömlek temizleyiciden alınacak...



*: tezer özlü, eski bahçe eski sevgi

2 yorum:

N.Narda dedi ki...

böyle hayatlara üzülüyor muyum, özeniyor muyum belli değil kafamda...

verbumnonfacta dedi ki...

kendi adıma, onları takdir ediyorum ama aklımı terkedemediğim müddetçe onlar gibi olamayacağımı biliyorum.