9 Şubat 2010 Salı

altı çizili satırlar: büyük defter

agota kristof, rus askerlerince bastırılan macar anti-kominist devrimi sırasında ülkesini terkedip isviçre'ye sığınmak zorunda kaldığında yirmi bir yaşındaydı. bu sürgünün yalnızlık dolu ilk beş yılının ardından, fabrikada çalışmaya başlayıp kocasından ayrılan yazar, peşi sıra fransızca öğrenmeye başlar. ilk eserlerini şiir ve tiyatro alanında verse de onu asıl üne kavuşturan büyük defter ile başladığı büyük defter-kanıt-üçüncü yalan üçlemesi olur.

sadece büyük defteri aradığım halde sahafın uyarısıyla üçlemenin diğer kitaplarını da almıştım. otoriteler en iyisinin ilk kitap olduğunu söylüyor ama ben her kitabı farklı hazlar devşirerek okudum. zaman zaman büyücü(john fowles) dekine benzer yolumu kaybetmeler yaşadımsa da asıl aklıma düşen all that jazz ve synecdoche,new york 'u izlerken, yazan nasıl olup da yolunu kaybetmemeyi başarmış sorusuydu. kendileri yıl sonu değerlendirmesinde "büyük defter'in sarsıcı etkisinin onlar (kanıt ve üçüncü yalan) hesaba katılınca azalmasından" bahsetseler de bende değişen bir şey olmadığını sadece ilk hazzın başka hazlara evrildiğini söyleyebilirim.

malzeme olarak edebiyat söz konusu olduğunda ise büyük defter gerçekten 'büyük' işler başarıyor; çocuk kitaplarını hatırlatan sözcük tercihleri, yalın ve mecaz yoksunu cümleler. buna rağmen sadece şaşkınlık yaşıyor, kitaptan vazgeçmeyi asla düşünmüyorsunuz.

üstelik yazar, eline ne kadar çok güvendiğini sırrını daha yirmi yedinci sayfada açıklayarak belli ediyor. çünkü okur çoktan 'itoğlu itler'in elinde oyuncak olmuştur. gizem hala olduğu yerdedir, okumanın verdiği haz ise giderek çoğalmaktadır.

büyük defter, ikinci dünya savaşı sırasında işgal altındaki budapeşte'den uzak olsunlar diye anneleri tarafından taşraya, anneannelerinin yanına götürülen ikizlerin burada geçen günlerinin yoksulluk, erotizm, yalnızlık ve ahlaksızlıktan çokça nasibini almış hikayesidir. "acı çeken insanın acının kaynağına doğru gerçekleştirdiği yürekli bir kontraatak."

altı çizili satırlar ise sırrın açığa çıktığı yerden; hatta utanmadan "öğrenim hayatımız" başlıklı bütün bir bölümü alıntıladım.

"öğrenimimiz için, babamızın büyük sözlüğünden ve anneannenin evinde tavan arasında bulduğumuz incil’ den yararlanıyoruz.

yazım, kompozisyon, okuma, kafadan hesap, matematik, bellek güçlendirme derslerimiz var.

yazım ve açıklamalar için sözlükten yararlanıyoruz, sözlük bir de yeni, eş anlamlı, karşıt anlamlı sözcükler öğrenmede işimize yarıyor.

incil yüksek sesle okumada, yazımda ve bellek güçlendirme çalışmalarında işimize yarıyor, incil’ den çeşitli sayfalar ezberliyoruz.

işte bir kompozisyon dersi:

mutfaktaki masanın başına geçiyoruz, kareli kağıtlarımız, kalemlerimiz ve büyük defter. yalnızız.

birimiz:
-kompozisyon konusu: ‘anneannenin evine varış’.

diğerimiz:
-kompoziszon konusu: ‘çalışmalarımız’ diyor.

yazmaya başlıyoruz. konuyu geliştirmek için iki saatlik süremiz var ve de iki kareli kağıdımız.

iki saatin sonunda kağıtlarımızı değiştiriyoruz, sözlükten yararlanarak yazım yanlışlarını düzeltip, kağıdın altına ‘iyi’ veya ‘iyi değil’ yazıyoruz, ‘iyi değil’ ise kompozisyonu ateşe atıp bir sonraki derste aynı konuyu geliştiriyoruz.

eğer ‘iyi’ ise kompozisyonu büyük deftere temize çekiyoruz.

‘iyi’ ve ‘iyi değil’ için çok basit bir kuralımız var: kompozisyon ‘gerçek’ olmalı. olanı yazmalıyız, gördüğümüzü, duyduğumuzu, yaptığımızı.

mesela ‘anneanne bir cadıya benziyor’ yazmak yasak ama ‘insanlar anneanneye cadı diyorlar’ yazmak serbest.

‘küçük şehir güzel’ yazmak yasak, küçük şehir bize güzel gelebilir ama bir başkası için çirkin olabilir.

aynı ölçüde ‘posta iyi’ diye yazmayız, bu gerçek değil; çünkü posta bizim bilmediğimiz kötülükleri yapabilecek biri belki. bu yüzden yalnızca ‘posta bize battaniyeler veriyor’, yazıyoruz.

‘çok ceviz yiyoruz’ yazabiliriz; ama ‘ceviz severiz’ yazamayız, çünkü ‘sevmek’ kesin bir sözcük değil, belirlilikten ve nesnellikten uzak. ‘ceviz sevmek’ ve ‘annemizi sevmek’ aynı şeyi ifade edemez. birinci şekil ağızda bir hoşluğu belirtir, ikincisi duyguyu.

duyguları tanımlayan sözcükler çok belirsiz, bunları kullanmaktan kaçınıp nesnelerin, insanların kendilikleriyle, yani olayların sadık betimlemeleriyle yetinmek lazım."*




çeviren:ayşe kurşunlu ortaç (afa yayınları, 1987)

Hiç yorum yok: