24 Ekim 2018 Çarşamba

ev ödevi

bu defa eski defterleri karıştırırken değil çöp eve dönmüş bilgisayarın derinliklerinde dolaşırken karşıma çıkan bir şey.

sosyal medyanın artık olmayan bir mahallesinde çocuklar gibi eğlenir, akşam ezanından önce eve girmezdik. gün boyu yediğimiz tek şey, bazan o kapıda bazan bu kapıda yediğimiz salçalı ekmeklerdi. içtiğimiz de o kapılarda ikram edilen bir bardak su. sonra o mahalleyi yıktılar. yerine twitter, instagram falan yaptılar. biz de, üniversite sınavına hazırladık, evlendik, askere gittik, baba olduk. yurt dışına doktoraya gidenler, trafik kazaları vesaire...

o oyunlardan birinde, arkadaşlardan biri yaklaşık yirmi kelime/terim/ifade/isim vermiş ve bunları kullanarak metin yazmamızı istemişti. hepsini hatırlamıyorum ama içinde ateş böceği ercan, satranç, götü üç buçuk atmak gibi şeyler vardı. onları hatırlamıyorum ama yarışmayı düzenleyen arkadaşın benim kazandığımı ilan edip, "cemaat dağılabilirsiniz" dediği an bugün gibi aklımda.

tahammül edip okumayı başaranlar bazı yerlerin edepsiz olduğunu, bir çok ifadenin de bu blogtaki anlatılara sızmış olduğunu fark edecektir. noktalı yerlerin ilki düzenleyici arkadaşın, sonuncusu ise "hepimizi üttü, misketler onun artık" dediği kişinin adıdır.


*

…... için ödev denemesi (bu arada, içinde "deneme" geçen başlıklara bayılıyorum):

ateş böceği ercan hep oradaydı. neredeyse bir asırdır orada mermer bir sütunun üzerinde küçük adımlarla yürüyen piyonları, uçarcasına bir uçtan diğerine varan vezirleri, götü üçbuçuk atan şahları ve diğerlerini seyrediyor onu oraya getiren yolları bir defa daha yürüyordu. gençlik heyecanıyla farklı bir adam olmak hayali ve esrik gençlik günlerinin armağan ettiği cesaretle babasının bir zamanlar gittiği yolları çiğnediği, akrep ve yelkovan arasındaki derin boşluğa düşülmesi icap eden sarhoş ve yorgun bir gecenin sabahında "çapraz özgürlüklerindeki filler"in yerine terkisine atladığı siyah atın, "artık yeter, ben bindiğin atlardan değilim," diyerek onu sırtından attığı de-beşte günlerdir emilio santos ve helmuth dukcadam arasındaki bin dokuz yüz yirmi sekiz yılındaki eşsiz finalin dokuzuncu oyununu düşünüyor, kalesini bir türlü haş-üçe getirmeyen ve oyunun gereksiz yerine uzamasına neden olan dukcadam'a babası pervane celal'den öğrendiği, bir rivayete göre yavuz sultan selim'le mısır'a yürümüş en büyük dedesinin o seferden elde ettiği tek ganimet olan küfrü takdim ediyordu.

oysa bilmediği bir şey vardı. yavuz sultan selim'le mısır'a yürüyen bir dedesi hiçbir zaman olmamıştı. bu küfrü, iflah olmaz borges (borges yazılır borhes okunur) hayranı olan babasının bu ünlüyalancıkörün seksen yaşında yazdığı ve az bilinen "iskenderiye kütüphanesinde tashak serinliği" öyküsünde anlattığı, yaşlı ve yorgun deniz kurdu cabbar bin ra adlı kahramanın iskenderiye limanı'nı mesken tutmuş, taşıdığı hastalıklar ve yaşlılık yüzünden eti, elbette orası da çürümeye başlamış ve emeklilik için gün sayan fahişenin seksen yaşındaki bir adamın lama gibi tükürmesinin mümkün olduğunu ama bunun için ordu ile giresun arasına deniz doldurma yöntemiyle yapılan sahil yolunun açığına yine deniz doldurularak yapılacak or-gi adlı bir havaalanı açılması gerektiğini adını şimdi hatırlayamadığı el yazması bir kitapta okuduğuna inanmaması üzerine ettiğini babasının oradan öğrendiğini, yavuz sultan selim'le mısır'a yürüyen en büyük dede hikayesini de cumhuriyetin ilk yıllarında girdiği yol ihalesinde kendisine avantaj sağlasın diye uydurduğunu bilmiyordu.

tıpkı, …...'in emilio santos'u ihsan oktay anar harikası amat'tan çaldığını, helmuth dukcadam'ın da bin dokuz yüz seksen altı şampiyonlar ligi finalinde barcelona'ya karşı penaltı atışlarında dört penaltı kurtararak kupayı steau bükreş'e kazandıran kaleci olduğunu bilmediği gibi.

Hiç yorum yok: