4 Eylül 2018 Salı

acı bir başlangıç bu*

az önce, wilhelm genazino ile beraber son yıllarımın en iyi keşfi saydığım javier marías'ın türkçe'deki son kitabını bitirdim.

(ah, benim ikilem dolu ruhum! oysa ne kadar da farklılar. biri açık denizlere çıkış yolu bulmak için dünyayı ateşe atmaktan çekinmeyen, diğeri ömrü denizlerde geçmiş ataların çocuğu. biri romanlarında kültürel bir mirasın bekçiliğine soyunmuşçasına felsefe yaparken, diğeri ingilizce, sinema, shakespeare olmasaydı bu adamın hâli nice olurdu, dedirtiyor. biri kısa, kelimelerin tam anlamıyla "eksilte eksilte" yazarken, diğeri konuşkanlık namlı atın terkisinden bir an bile inmiyor.)

kitabı seda ersavcı çevirmiş. ki kendisi, bana twitterda, "sadece yazarları değil bazı çevirmenleri de külliyat olarak okumayı severim," dedirtendir. yine de ona sormak istediğim bir şey var: çoğunluğun karahindiba olarak bildiği bitkiye ilk seferinde şeytan arabası, daha sonra her defasında karahindiba demesi nedendir?

bu kitapta da shakespeare var. tıpkı beyaz kalp, yarın savaşta beni düşün gibi bu kitap da adını o'nun yazdıklarından alıyor. anlatıcı yine ingilizce bilen biri ve görevleri arasında yardımcısı olduğu yönetmenin evraklarını, anlaşmalarını, senaryolarını ingilizceye çevirmek var. yine tesadüfen şahit olunan, daha doğrusu duyulan sırlar ve sonunda iki kişi arasında geçen, olayları açıklayan ve üçüncü bir kişinin dinlediği -bir defa daha yine: o iki kişiden biri o üçüncünün farkında- sohbet var. yine, "mutlu evlilik yoktur" var. ve yine, sadakatin zor, sadakatsizliğin dünyanın en kolay işi olduğu var. yine ölüm var.

başka bir deyişle javier marías, orada burada "bir yazar her defasında aynı öyküyü yazar. ya da yazdığı her öykü aynı üst öyküye çalışır," diye ahkâm kesenlerin ekmeğine yağ sürüyor.

yine bu romanda yakın tarihin politik eleştirisi daha yoğun ve net. akademik bir dille söylersek; bu roman, politik bakış açısıyla okunmayı da hak ediyor ve bunu yapacak eleştirmenlerini bekliyor.

ama bu romanda diğerlerinde olmayan, bambaşka bir şey var. bu yazının yazılmasına da sebep olan bir şey: javier marías bu defa tam da orhan pamuk'luk bir hikâye anlatmış. sadece konu olarak değil, kırmızı saçlı kadın'ın anlatı diline yakın olduğu için de bu böyle.

bazan gerçek insanları da anlatıya dahil eden yarı belgesel tarzıyla bin dokuz yüz seksen madrid'inde, sosyete, sanat ve üniversite çevresinde geçen ve yakın zamanda nihayet bulmuş franco döneminin karanlığına da göz atan bu aile romanını orhan pamuk okuduysa/okursa, böylesi bir fikri kendisine değil de javier marías'a sunduğu için her şeyin olduğu gibi ilhamların da sahibi ohepvarolan'a küstüğüne/küseceğine eminim.


*: acı bir başlangıç bu, ama beteri geride kalır...

Hiç yorum yok: