mehmet murat. hatırlarsanız, "on sekiz yirmi beş yaş arası herkesin şair olduğu bir coğrafyada şiiri bir süreliğine terk etsem bu durum kimseler için bir kayıp olmaz," diyerek "terkedilmiş şiirler"ini terk ettiğini beyan etmişti. ve en son "sahibini arayan mektuplar" yazarken görülmüştü.
yine bir mektup.
ama bu defa bir başka.
*
"sevgilim,
çünkü, en son bıraktığım yerden başlıyorum.
ve sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben şu soğuk şubat gününde bir dersten kaçıp bir başka derse koşan, soğuğa ve hastalık ihtimaline aldırmadan bu rüzgarlı çay bahçesinin denize en yakın masasına oturan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, bir orta çağ kasabasında han işleten babasının kilise meydanındaki büyük boşluğu geçtikten sonra kilisenin duvarlarına çarparak geri dönen ve adını ünleyen gür sesinin uyandırdığı, tepedeki manastırın kütüphanesinden ödünç alınmış meşin ciltli bir kitabı okurken uyuyakalmış çocuk oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben sağ yanımdaki demir direğin ucundaki büyük bayrağın her şakırdayışında biraz daha üşüyen ellerini parmaklarını açıkta bırakan bir eldivenle ısıtmaya çalışan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, belki kütüphanesinde daha çok kitap okuyabilirim diye tepedeki manastırda rahip olmak isteyen ama çok geçmeden manastırdaki rahiplerin halkı daha çok korkutmak ve böylece daha fazla yardım alabilmek için yalan söylediğini fark eden, biraz bu yüzden biraz da handa konaklayan şövalyelerin güneş altında ışıl ışıl yanan zırhları yüzünden şövalye olmak isteyen bir çocuk oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben ikiye katladığı dosya kağıdını anlamını sonradan bulacak kargacık burgacık sembollerle en ufak bir boşluk kalmayasıya dolduran üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, hiçkimseye haber vermeden yaşlı bir atın sırtında handa bir gece konakladıktan sonra gün ışımadan yola koyulan şövalyelerin peşine takılan, evden yeterince uzaklaşmadan varlığımı ve fazlalılığımı fark etmesinler diye inandığı bütün tanrılara dua eden, geçen her dakika içi mutluluk ve korku dolan bir delikanlı oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben başını yazdıklarından kaldırıp boştaki eliyle çay bardağının belini kavrayan ve denizi yırtan bir vapurun köpüklü izine bakarak, "vapur" ile "kelebek" ne güzel kafiye olur, "iki iskele arasına hapsolunmuş büyük şehirli vapur/ kalbinde uçurumlara sevdalı uslanmaz bir kelebek" mesela, diyen üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben seni ne zaman düşünsem, sabaha karşı yorgun, yara bere içindeki ruhu ve bedeniyle bir savaş sonrasının meydanında dolaşan, karanlığa alışkın gözleriyle etrafındaki acıyı, yıkımı, ölümü gördükten sonra eline bağladığı kanlı ve kirli bez parçasına bakarak bir defa daha "ben ne yapıyorum" sorusunu kendine soran bir adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben hemen yanımdaki masada oturan ve mutluluk dolu bir geleceğe baktıkları yanılgısıyla hayaller kuran, yanılgıları sözcüklerine bulaşan çiftin cümlelerini daha onlar söylemeden tahmin ettiğini şaşkınlıkla fark eden üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben seni ne zaman düşünsem, yenik değilse de yorgun ve yalnız bir şövalye olarak hikayesinin başladığı yerin yolunu bulmaya çalışan, çamur ve çukur dolu yolda pek işe yaramayan asalet belirtisi flamalarıyla tekerlekleri çamura bata çıka yola alan perdeleri sıkı sıkıya örtülü atlı arabaya yol vermek için korku ve saygıyla durakladığında pencerenin kenarını sıkıca tutunmuş bir eli, daha doğrusu parmakları gören bir adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben denize yakın masalardan birinde tek başına oturan o kadının deri eldivenlerini çıkartıp çantasından az önce çıkarttığı kalemle defterine bir şeylerin kaydını düşerken gördüğü güzel ellerini ömür boyu unutamayacağını daha o an anlayan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, ömrünün geriye kalanında eklem yerleri beyaza kaçmış parmakları ve o parmakların uçlarını öpmeyi hayal eden, belki rastlarım diye karşılaştığı her kadında ilk olarak ellere bakan adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben birazdan çay bahçesinin şehre karıştığı kapıda durup bir sağa bir sola baktıktan sonra ne tarafa gideceğini bilemeyen, bir kaç saniyelik duraklamanın ardından sağ tarafa yürüyen üniversiteli çocuk değilim.
ve başladığım gibi bitiriyorum.
sevgilim..."
yine bir mektup.
ama bu defa bir başka.
*
"sevgilim,
çünkü, en son bıraktığım yerden başlıyorum.
ve sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben şu soğuk şubat gününde bir dersten kaçıp bir başka derse koşan, soğuğa ve hastalık ihtimaline aldırmadan bu rüzgarlı çay bahçesinin denize en yakın masasına oturan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, bir orta çağ kasabasında han işleten babasının kilise meydanındaki büyük boşluğu geçtikten sonra kilisenin duvarlarına çarparak geri dönen ve adını ünleyen gür sesinin uyandırdığı, tepedeki manastırın kütüphanesinden ödünç alınmış meşin ciltli bir kitabı okurken uyuyakalmış çocuk oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben sağ yanımdaki demir direğin ucundaki büyük bayrağın her şakırdayışında biraz daha üşüyen ellerini parmaklarını açıkta bırakan bir eldivenle ısıtmaya çalışan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, belki kütüphanesinde daha çok kitap okuyabilirim diye tepedeki manastırda rahip olmak isteyen ama çok geçmeden manastırdaki rahiplerin halkı daha çok korkutmak ve böylece daha fazla yardım alabilmek için yalan söylediğini fark eden, biraz bu yüzden biraz da handa konaklayan şövalyelerin güneş altında ışıl ışıl yanan zırhları yüzünden şövalye olmak isteyen bir çocuk oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben ikiye katladığı dosya kağıdını anlamını sonradan bulacak kargacık burgacık sembollerle en ufak bir boşluk kalmayasıya dolduran üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, hiçkimseye haber vermeden yaşlı bir atın sırtında handa bir gece konakladıktan sonra gün ışımadan yola koyulan şövalyelerin peşine takılan, evden yeterince uzaklaşmadan varlığımı ve fazlalılığımı fark etmesinler diye inandığı bütün tanrılara dua eden, geçen her dakika içi mutluluk ve korku dolan bir delikanlı oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben başını yazdıklarından kaldırıp boştaki eliyle çay bardağının belini kavrayan ve denizi yırtan bir vapurun köpüklü izine bakarak, "vapur" ile "kelebek" ne güzel kafiye olur, "iki iskele arasına hapsolunmuş büyük şehirli vapur/ kalbinde uçurumlara sevdalı uslanmaz bir kelebek" mesela, diyen üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben seni ne zaman düşünsem, sabaha karşı yorgun, yara bere içindeki ruhu ve bedeniyle bir savaş sonrasının meydanında dolaşan, karanlığa alışkın gözleriyle etrafındaki acıyı, yıkımı, ölümü gördükten sonra eline bağladığı kanlı ve kirli bez parçasına bakarak bir defa daha "ben ne yapıyorum" sorusunu kendine soran bir adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben hemen yanımdaki masada oturan ve mutluluk dolu bir geleceğe baktıkları yanılgısıyla hayaller kuran, yanılgıları sözcüklerine bulaşan çiftin cümlelerini daha onlar söylemeden tahmin ettiğini şaşkınlıkla fark eden üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben seni ne zaman düşünsem, yenik değilse de yorgun ve yalnız bir şövalye olarak hikayesinin başladığı yerin yolunu bulmaya çalışan, çamur ve çukur dolu yolda pek işe yaramayan asalet belirtisi flamalarıyla tekerlekleri çamura bata çıka yola alan perdeleri sıkı sıkıya örtülü atlı arabaya yol vermek için korku ve saygıyla durakladığında pencerenin kenarını sıkıca tutunmuş bir eli, daha doğrusu parmakları gören bir adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben denize yakın masalardan birinde tek başına oturan o kadının deri eldivenlerini çıkartıp çantasından az önce çıkarttığı kalemle defterine bir şeylerin kaydını düşerken gördüğü güzel ellerini ömür boyu unutamayacağını daha o an anlayan üniversiteli çocuk değilim.
çünkü ben ne zaman seni düşünsem, ömrünün geriye kalanında eklem yerleri beyaza kaçmış parmakları ve o parmakların uçlarını öpmeyi hayal eden, belki rastlarım diye karşılaştığı her kadında ilk olarak ellere bakan adam oluyorum.
ama sen benim kim olduğumu bilmiyorsun.
çünkü ben birazdan çay bahçesinin şehre karıştığı kapıda durup bir sağa bir sola baktıktan sonra ne tarafa gideceğini bilemeyen, bir kaç saniyelik duraklamanın ardından sağ tarafa yürüyen üniversiteli çocuk değilim.
ve başladığım gibi bitiriyorum.
sevgilim..."
2 yorum:
çok etkilendim.mehmet murat ismini boş bir kağıda not alıyorum.
bunu diyen ilk siz değilsiniz. dileyelim ki, şımarmasın.
Yorum Gönder