13 Ağustos 2013 Salı

yıl dökümü

bu yıl da en çok babamı özledim.

annemin, "belki de bu hayattan nasibimiz böyleymiş," demekle neyi işaret ettiğini artık biliyorum. ya da öyle sanıyorum.

uzun hikâye, nun masalları, edebiyat ve kötülük, ars moriendi, yeraltından notlar, bir yusuf masalı'nı yeniden okudum.

ercan kesal'ın yazdıklarıyla tanıştım. gündüz vassaf, nazan bekiroğlu, ahmet mümtaz taylan ve murat menteş'in köşe yazılarını sektirmedim bile. tanıl bora ise alçağın teki. bundan böyle tek bir yazısını bile okumayacağım.

neredeyse sevdiğim bütün yazarlar yeni kitap yayınladı. en iyiyi seçmek zor ama en kötüsü, yeni bir şey söylemeyen, zaten bunu aklına bile getirmeyen, denenmiş ve iyi sonuç alınmış eski yolu yeniden yürüyen ruhi mücerret'ti.

"z" harfindeki eğik çizgiyi tam ortadan kesen, alttaki ve üstteki çizgiye paralel üçüncü çizgiyi çizmeyi bırakmıştım ama nar ağacı'nın zehra'sı yüzünden tekrar çizmeye başladım.

neşet ertaş ebediyete yürüdü ve ben bir süre neşet ertaş türküleri dinleyip ağladım. sanki hayatımdan bir cümle eksilmişti.

sonra selçuk yula, geriye "kalemizde ivançeviç var/ geri dörtlü çelikten duvar/ orta saha hepsi canavar/ ileride selçuk yula var" tezahüratını bırakıp, çocukluğumuzu da alarak gitti. ah be kaptan, kıvır kıvır saçların rüzgarda uçuşmasa da olurdu, bassaydın topa, bekleseydin biz geriden gelenleri.

yeni bir deftere başladım. adını da "terk-i terk defteri" koydum.

okyanusu bir defa daha gördüm. rengi ancak okyanusta görebileceğiniz mavidendi.

küçük prens yere düştü. ama yere düşmeseydi, adımın baş harfi -hem de başlangıcı geride kalmış haliyle- işlenmiş mendille sevişiyor olmayacaktı şu an.

ellerimin annanemin ellerine daha çok benzediğini fark ettim.

krema ve şerit doğranmış kabaktan mükemmel makarna sosu olabildiğini öğrendim. karabiberin olaya katkısını ise inkar etmiyorum.

pilavlarım hâlâ sıkıntılı.

bundan böyle her türden salatada mutlaka maydanoz olacak.

on üç uğursuzmuş. bazan elinizden bir şey gelmez.

yarı maratonu üç dakika geç bitirdim. belki de antrenmansızlığı bahane etmeyi bırakıp, yaşlandığımı kabul etmeliyim.

artık yaşlanmaktan korkmuyorum. çünkü, toplamda bir haftayı ve bir iki "an"ı çıkartırsak hayatımın en güzel senesiydi.

günlerce kitaplıkla uğraştım. ama değdi.

"eğer allah varsa buna izin vermez," dedim bir kez. allah varmış. hamd ona olsun.

ilk günü yirmi bir mart olan 'ilkyaz'ın yirmi sekiz martta kesinlik kazandığını anladım.

yıllar var ki, ilk kez bu kadar az film izledim. bütün bond filmlerini izlemeyi planlamıştım ama olmadı.

bulaşık yıkarken çocukluğumun ve ilk gençliğimin bir çok filmini yeniden izledim.

iki bin on bir yazı geri gelmeyecek. geri gelmeyecek bütün yazlar gibi.

behzat ç.'nin bit(iril)mesi şehirle olan bağlarımdan birini daha yitirmekti. bir üst geçit nasıl yıkılırsa öyle acıdı içim.

etiketinde "ezme incir" yazan ama rafta reçellerin yanında duran 'bir şey' keşfettim. sanırım bağımlılık yapıyor.

staedtler marka siyah tükenmez kaleme ihanet ettim. altını çizmeden okunamaz bir kitaptı. yanımda başka bir kalem -elbette siyah- vardı. bir günahı bir defa işleyince ardı geliyor.

bu yıl da ölmedim.

4 yorum:

Duysev dedi ki...

Tanıl Bora neden alçağın teki?

verbumnonfacta dedi ki...

kendisi günümüz türkiyesinin sahip olduğu en büyük entelektüel zihinlerden biri olmakla yüklendiği sorumluluğu yerine getirmesine engel olacak kadar kin ve nefret yüklüdür.

*

biz onu dürüst bilenler şike sürecinde kalem oynatmasını bekledik. öyle ki ne derse inanırdık. ama yazmamayı tercih etti. saygı duydum, çünkü diğer yazdıkları da bana yeter de artardı. üstelik geçindirmekle yükümlü bir ailesi olduğu muhakkak.

ama bir röportajda "bizim gençler kalecisi serdar kulbilge'nin fener maçı için prim aldığı iddiası bana güçlü bir kuşku gibi geliyor. eskişehir-fenerbahçe ve eskişehir-trabzon maçlarında bir manipülasyon olduğu iddiası inandırıcı geliyor. eskişehir'in fener'e kolaylık gösterdiği ve de trabzon'a can pahasına direndiği izlenimine sahibim," dedikten sonra "o seneye dair diğer maçlarda yani antep'in fenerbahçe'ye kahramanca antep direnişi sergilemesi ama trabzon'a çok kolay yenilmesi, ya da bursa'nın fener'e gösterdiği mücadeleyi trabzon'a göstermemesi gibi izlenimleriniz de olmadı mı? yani şunu merak ediyorum. o seneye dair fenerbahçe'ye oynadıkları gibi rakiplerin trabzon'a zinhar oynamadığı gibi bir yaygın kanaat var fenerbahçe tarafında. benim de hissiyatım bu yönde" biçimindeki bir soruya, "onu tartamam, yanılıyor da olabilirim, ayrıca her ikisi de olabilir, hani trabzonspor için söyleniyor ya "çabaladılar ama yapamadılar", belki de yaptılar, bilmiyorum." cevabı verecek kadar gözü dönmüş olduğunu farkedince, taraf olduğunu saklamaya gerek olmadığını farkedince bütün saygımı kaybediverdim.

*

bu fenerbahçe trabzonspor tartışması değil. mesele fenerbahçe ya da tarbzonsporun şike yapması veya yapmaması da değil. mesele, futboldan anlayan birinin bu sorulara bu cevabı vermesi. futboldan anlayan birisi bu cevabı veriyorsa ya şizofrene yaklaşacak kadar gözü dönmüştür ya da art niyetlidir. ya da hakim "iktidar"ın yanında mevzilenmiştir.

*

kaldı ki sevmediklerine karşı insani saygıdan uzak bakabildiğini de biliyoruz. messi varken ronaldo'nun bu kadar övgü almasına içerlemiş olmalı ki, ronaldo'yu bir yazısında "apaçi" gibi olmakla itham etmişti. kaldı ki bunu kendisinden başka herhangi bir yazar yapmış olsaydı haftalarca ırkçılık karşıtı, rakibe saygılı futbolcular kadar yazar duasına çıkmış yazılar okurduk.

*

sanırım entelektüel birikimine saygım yüzünden göremediğim bir çok şeyi görüverdim bu sene. kitaplığındaki bütün tanıl bora kitaplarını ona postalayan okuyucusu ben olmak isterdim ama ne yazık ki değilim.

*

belki dile getirdiğim düşüncelerim ağır ve kötü ama onun kalp kırması kadar değil.


pelinpembesi dedi ki...

ne kadar içten itiraflar..

verbumnonfacta dedi ki...

bir anlamda "sancılı bir rotanın seyir defteri"ni* buraya taşımış gibi oldum.


*:yaşar bedri