27 Ağustos 2013 Salı

kahvehane muhabbeti

mahalleden ilk ayrılan ben oldum ve asla küfür etmiyorum. kenan bir kaç defa işleri batırdı. mem. zengin çocuklarıyla arkadaşlık yapmaya başladı. ihtiyar hâlâ hepimizden genç. "maç kahvehanesi" artık yok.

erbabı bilecektir, cebeci'de "siyasal"ın karşısında "maç kahvehanesi" vardı. ve hatta şehir efsanesi olabilecek bir anlatıya göre, müfettişlik sınavı mülakatlarında "maç kahvehanesinin garsonu kimdir?" diye sorulduğu söylenir.

bana gelince, "siyasal" öğrencisi olmadım. fakültenin içine sadece ankara film festivali kapsamındaki film gösterimleri için bir kaç defa girdim hepsi o. ama hem "maç kahvehanesi"ni hem de kahvehanenin geçmişini şimdi kebabçı olan en eski yerinden, ihtiyar'ın anlattığı "kurşun"lu hikayelere kadar iyi bilirim .

çünkü orada çok king oynadım.

cebeci'deki evi tesadüfen tutmuştum ama "maç kahvehanesi"ni bulmam king oynamayı çok seviyor olmam yüzünden, daha doğrusu king muhabbeti için pek uygun olmayan bir ortamda bu ilgimdem bahsetmiş olmam yüzündendi. o zamanlar adının sonuna "abi" ekleyerek hitap ettiğim yaşlı bir adam(!) bazı akşamlar arkadaşlarıyla "maç kahvehanesi"nde king oynadıklarını, istersem gelebileceğimi söyledi. ben de gitmeye başladım.

en başta içlerinden sadece birini tanıyordum: ihtiyar... eğer eşinden izin alabilirse semih abi, nöbeti yoksa ve kızlardan fırsat bulabilirse doktor, "uzun zamandır meyhaneye gitmedim, bu akşam rakı içesim var," demezse ecevit de katılırdı bize. bazan yakari mahalleye gelir, bambaşka oyunlar oynardık. ama genelde aynı kare takılır, eşli ya da eşsiz king atardık: ihtiyar, kenan, mem. ve ben.

ihtiyar en yaşlımızdı, neredeyse babamla yaşıt. ama yarı yaşındaki kızlarla takılır, hem onları hem de bizi çok güldürürdü. daima bizi özgür kılan bir yanı vardı ve hepimizden daha gençti. sanırım bu yüzden kıskanır, ona bu isimle seslenirdik. bazan "yaşlı" da olurdu. "yaşlı adam" da.

kenan arkeoloji okumuştu ve bu ilgisi o bölümden mezun herkes gibi staj esnasında gittiği bir kaç höyük ve tümülüs kazısıyla sınırlı kalmıştı. toptan kumaş ticaretiyle uğraşıyordu. bu yüzden ona "penyeci" derdik. dozajı arttırdığımız zamanlarda ise "doncu".

mem. ise, asıl adı mehmet olan bir fizikçiydi. neredeyse hayatımdaki bütün mehmetlere "mem." dediğim için o da kaderinden kaçamadı. renk körüydü ve ona olur olmaz zamanlarda, "bunun rengi ne?" diye sormayı çok severdik. cevabını da: "güzel bir renk."

ben mi? onların kelimeleriyle anlatırsak: ihtiyar bir akşam yanında bir çocukla geldi. kibar, terbiyeli. neredeyse her şeye teşekkür ediyor, ağzından kaba tek kelime çıkmıyordu. lan, bu çocuk ibne mi yoksa, bile dedik. bir şey değil biz de küfür edemiyoruz, gerilip duruyoruz.

bir süre sonra ben de küfür ettim elbette. ilk küfürden sonra herkesin derin bir nefes aldığını, ihtiyar'ın, "hah şöyle..rahatla oğlum biraz," dediğini bugün gibi hatırlıyorum.

sanırım bitirebiliriz. tıpkı başladığı gibi...

yıllar çabuk geçti. beklendiği üzere mahalleden ilk ayrılan ben oldum ve asla küfür etmiyorum. kenan bir kaç defa işleri batırdı. mem. zengin çocuklarıyla arkadaşlık yapmaya başladı. ihtiyar hâlâ hepimizden genç. "maç kahvehanesi" artık yok.

2 yorum:

ligea dedi ki...

nasıl da kardeş bir hikaye
siyasalda yıllarımı geçirirken cebeci de nerdeyse onyıl yaşadım, hep bir erkek ve küfür kardeşliği hissi uyandırdı bana bu mekanlar. memleket gibi ne tam sevebildim ne de kaçabildim

verbumnonfacta dedi ki...

cebeci en mutlu olduğum yer olmasa da en sevdiğim yer ankara'da.

ayrılırken, "bir gün ankara'ya dönersem oturacağım yer yine cebeci'dir," demiştim. ve ben bu tarz sözlerimin hepsini tuttum.

bir yanıyla merkez, diğer yanıyla mahalle ruhuna sahip olmasını çok seviyorum. tıpkı istanbul'un hasköy'ü gibi.

"iki arada bir derede"lik ruha sinmişse eğer, bir zamanlar anadolu'da izleyip, periz gazozu okumanın tam vaktidir. iyi gelir...