4 Ağustos 2013 Pazar

kısa kısa - dokuz

* selçuk'u gece yarısı civarında ne zaman arasam, "buzdolabından çıkarıldıktan bir süre sonra üzeri buğuyla kaplanan mor üzüm tanesi sesim"le konuşmamı istiyor.

* "benden, bana kayıtsız kalınması ile benden nefret edilmesi arasında bir seçim yapmam istense, tereddütsüz, nefreti seçerim – kayıtsız kalınacak bir yanım yoktur. ve ben söylemek isterim ki, her şey ve herkese kayıtsızım. değilmişim gibi davrandığım durumlar, yaşıyormuşum gibi yapma zorunluluğumdandır. (şule gürbüz, kambur)"

* istediğimize sahip olamamak, istemediğimize sahip olmaktan evlâdır.

* önceden bunları yazdığım için şimdi tekrar yazamıyorum. önceden bıktığım için tekrar bıkmamın anlamı yok. önceden sevdiğimi söylediğim için şimdi tekrarlamak gerek. şimdi tekrar tekrar söylüyorum; çemberin iki ucu birleştiğinde ben yok olucam.

* roland garros'da beklenen oldu: rafael nadal ve serena williams, her ikisi de çok rahat şampiyonluğa ulaştı.

oysa federer adına her şey iyi başlamıştı. şanslı kura, kendisine ters gelen berdych'in ilk turda monfils'e daha ilk turda elenmesi, djokoviç ve nadal'ın yarı finalde cenkleşecek olması biz sevenlerine  "bu defa söderling'e ihtiyaç olmayabilir," dedirtmişti. ama tsonga çeyrek finalde federer'i çok net yenip turnuva dışına itti: üç-sıfır.

* bazan yolum yeni bloglara düşüyor. eğer kötüyse hoşuma gitmiyor ve üzerinden atlayıp gidiyorum. ama iyiyse, nefret ediyor ve takılıp kalıyorum.

* "sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan/ portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar (turgut uyar, yokuş yol'a)"

* derste ya da beklerken, saat daima sandığınızdan daha geridedir. bulaşık ise her zaman sandığımızdan çoktur.

*yönetmen, yapımcı ya da oyuncu... işin içinde clint eastwood varsa üst düzey bir soundtrack garanti. bakınız: trouble with the curve.

* birden yirmiye kadar bütün sayıları bilen ama hangi sayının hangisinden önce geldiğini bilemeyen bir adam olmayı isterdim.

* "gün boyunca hayatta kalmaya, geceleri ise yaşamaya çalışıyoruz. (gündüz vassaf)''

* hiç acımam yoktur, fırından eve gelene kadar ekmeğin ucunu ya da pidenin kenarını koparıp yerim.

* "el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen/ benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar (turgut uyar, yokuş yol'a)"

* "spectacular"a "resmi çizilmeye değecek kadar güzel olan şey" türkçe karşılığını veren sözlüğü bana da bulun. onu seveceğim... (burada duydum.)

* hep en iyisini isteriz. ama sonuç hep bildiği gibi olur.

* türkçe müziğin muktedirleri deniz seki'den boşalan "feleğin çemberinden geçmiş kadın" kontenjanını galiba sıla ile doldurmaya karar vermiş.

* wimbledon'da, şimdiye kadar izlediğim en kötü grand slam finali sonrasında iskoç andy murray şampiyon olarak ingiliz kendini beğenmişliğinin yetmiş yedi yıllık 'şampiyon' hasretine son verdi. kadınlarda ise şampiyonluğu, burada ikinci kez final oynayan ve ilkinden eli boş dönen marion bartoli kazandı.

bol süprizli turnuvada bana göre en en büyük süpriz, nadal'ın daha ilk turda steve darcis'e elenmesiydi. ilk turda elenmesi değil, rakibini sıralamada yüzüncü basamakta olması değil, üç sıfır yenilmesi değil, nadal gibi bir çelik iradenin iki tie-break yitirmesiydi böyle düşünmeme sebep. sonra federer'in ikinci turda elenip üst üste otuz yedinci defa grand slam çeyrek finaline kalma şansını yitirmesi ve elini kolunu sallaya sallaya şampiyon olması beklenen serena williams'ın dördüncü turda alman sabine lisicki'ye elenmesi sayılabilir.

* "temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa/ gel bağışlayalım birbirimizi. (turgut uyar)"

* tanrım, biliyorsun; gamzeleri olmalı gülüşünü sanki paranteze alan. arz ederim.

* "ölüm, biriktirdiğimiz şeylerin altında kalmak olmalı. (ibrahim tenekeci)"
 

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

son da ölümle bitirince yazını, t. bernhard okurken şu günlerde ben de şunları not almıştım :
'' Yirmi yaşında olduğumuzu sanıyoruz ve ona göre davranıyoruz, oysa gerçekte elliyi geçtik ve tamamen yorgunuz, diye düşündüm, yirmi yaşındaymışız gibi davranıyoruz ve kendimizi harap ediyoruz, herkese karşı da öyle davranıyoruz. Ve ellisindeyiz, aslında hiçbirşeye dayanamıyoruz, bir acımız olduğunu da unutuyoruz, birçok acımız olduğunu, ölümcül hastalıklar diye anılanları , onalarla bunca zaman varlığımızı sürdürmemiz gerektiğini, ama onları görmezden geldimizi, bunca zaman gerçekte yokmuş gibi davrandığımzı, oysa hep var olduklarını, ömür boyu ve bir gün bizi öldüreceklerini; kendimize otuz yıl önceki gücümüze hala sahipmişiz gibi davranıyoruz; oysa otuz yıl önceki gücümüzün bir bölümüne bile sahip değiliz artık, bu güçten hiçbir şey kalmadı , diye düşündüm berjer koltukta ''

verbumnonfacta dedi ki...

kendi kendime söz verdim. bundan böyle ölümden konuşmayacağım.

thomas bernhard'a katılıyorum ve arttırıyorum: insanlar neden gençken yaşlılara, biraz büyünce de gençliğe öykünüyor anlamıyorum. oysa "an"ı yaşamak değil mi güzel olan.

ayrıca, bu cümle burada dursun, elli yaşına gelince "hâl beyanı" olarak yayınlarım.