27 Ağustos 2012 Pazartesi

o sahne: sevmek zamanı (1965)

bu yıl şubat ayında istanbul'a gittiğimde doğal olarak yakari'ye de uğramıştım. bir ara kendimi, kitaplığın karşısında durmuş rafları yorarken buldum. mesleki kitapları dışında neredeyse aynı kitaplara sahibiz ama onun altını çizdiği yerleri okumanın hazzı bir başkadır.

elim hareket yayınları'ndan çıkma sevmek zamanı senaryosuna gidince, hem o sahneye konu edebileceğim bir kaç sahne gözümün önüne gelmiş, hem de diyalogları dinleyip yazmak zorunda olmayacağım için kendi kendime, "neden olmasın," demiştim. aynı kitap bende de vardı nasıl olsa. birkaç tanesine 'nisan iki bin-ankarası'nda sahafta rastlamış, kelimenin tam manasıyla üzerine atlamıştım. her zaman olduğu biri kendim diğeri yakari için: "dost'a, aşktan anladığı için..."

benim için önemli şeylerin hakkını verememe, vermeye kalktığımda sözcüklerimin bitmeyeceği korkusu ve yazmak konusundaki yavaşlığım gündelik hayatın rutiniyle bir defa daha birleşince bu günlere kadar gelmiş olduk.

eksile eksile geldik: önce yönetmen metin erksan(dört ağustos), peşi sıra başrol oyuncusu müşfik kenter(on beş ağustos) ebediyete yürüdü.

benden eksilenlere ise boş verip başlayalım.

*

burada, türk sinemasına dair yaptığım sıralamada birinci filmden bahsediyoruz. ve bu başarı birinci olabilmesinde değil, vesikalı yarim varken birinci olabilmesinde.

çünkü güzel. istisnasız güzel...

*

halit refiğ, "sevmek zamanı neyi anlatır?"*  başlıklı yazısına, "daha pek kimseler görmemişti sevmek zamanı'nı," diyerek başlar. "bir garip film diye bahsediliyordu. resme âşık bir adam, yağmur fırtına demeyip, kocaman bir fotoğrafla ormanlarda dolaşıyormuş."

benzer bicimde semih kaplanoğlu da yusuf üçlemesi'nin peşi sıra uygar şirin'le yaptıkları nehir söyleşide** yetmişlerin mahrumiyetine vurgu yaptıktan sonra, "(...) metin erksan efsanesi vardı. sevmek zamanı'nı falan öyle ha deyince seyredemiyorsun, yok ortada." der.

bakmayın siz bugün youtube'tan bile izlenebiliyor oluşuna, sadece yetmişlerde değil, doksanların sonuna doğru da "sevmek zamanı'nı ha deyince seyredemiyor"dunuz. ilk seyredişim trt2 yayınıyla mı, yoksa trt2 yayınından çoğaltılmış bir kopyayla mı şimdi hatırlamıyorum ama film, hakkında konuşurken, düşünürken uzun süre gözlerimin önünde trt2 logosuyla oynayıp durmuştu.

*

sevmek zamanı, filmlerinde gerçekçi bir anlayışla toplumsal meseleleri işleyen, bunların ikisiyle (berlin-susuz yaz ve kartaca-yılanların öcü) uluslararası film festivallerinden ödülle dönen, 1965 seçimlerinde türkiye işçi partisi istanbul (bağımsız) adayı metin erksan'ın, kendi filmleri de dahil dönemin toplumsal gerçekçi filmlerinden duyduğu rahatsızlığı yüksek sesle söylemeye başladığı günlerde ortaya çıkar.

belki de kemal tahir'in "sanatçı sezgisi" dediği gücü farketmiştir: "sanatçı sezgisi, günümüzde çok çeşitli ve çok köpoğluca hazırlanmış aldatmacalara karşı sanatçının en önemli dayanağıdır. çünkü şuurumuz bizi, hele de taraf tuttuğumuz sıralar, kısa ya da uzun süre aldatır."

aksi takdirde neden, sinemada toplumsal gerçekciliğin en güçlü savunucusu metin erksan, görünüşte hiçbir toplumsal boyutu olmayan bir film yapar? 'gerçek'le yetinmeyip 'gerçekçilik'ten 'gerçek-üstücülük'e geçmek istediği için mi?

*

sonuç olarak, hikayesini oldukça kişisel bir dille, dönemin kalıplarının dışına çıkarak anlatır. seçtiği fotoğraflar için uzaklardan kelime aramaya gerek yoktur: adeta 'şiir' yazar. ama güzelliğini ancak gören gözlere göstermek için direnen divan şiirine benzer yazdığı bu şiir. imajlar, mecazlar...

sadece yapı ve anlatım dili olarak değil, konusuyla da eskiyi çağrıştırır: bir rind örneği olan boyacı halil, mutlak güzelliğin aksi olan tabiatın ortasında modern zamanların getirdiği sahte sevgilerden kaçarak, ideal sevginin hayaliyle yaşamaktadır. bir resme tutulur ve bu durum halil'in önünde asla bitmeyecek, kirlenmeyecek bir aşkın yolunu açar. meral'in ortaya çıkması halil'in içinde bir kaç yaprak hışırtısına neden olsa da dallara bir şey olmaz ve kadın yerine aşkı seçer. çünkü bilir, kadın gidecektir ya da ölecektir.

bu özelliğiyle sevmek zamanı, yalnızca geleneksel türk sanatlarının konu ve anlatım olarak sinemadaki en güzel örneği olmakla kalmaz, aynı zamanda değişen toplum koşulları içinde gerçek sevgiyi bulma umudunu yitiren, bu durumunu acı bir şekilde farkeden insanın duygu çıkmazını ifade eder.

konusuyla bir yeşilçam melodramına dönüşebilecek film, metin erksan'ın maharetli elleri ve üst düzey sinema dili sayesinde, bu coğrafyada yaşayanların tasavvuf yoluyla haşır neşir olduğu plotonik aşkın sadece türk değil dünya sinemasında vardığı zirvelerden birine dönüşür.

*

şimdi ise, bir yandan filmi bilmeyenlerin bile haberdar olduğu, benim ise ilk seyrettiğim andan bu yana t.s. elliot'un edebiyat üzerine düşünceler'de kullandığı "metafizik şiir" ifadesini yakıştırdığım, bir fotoğrafı ve gelinlik giymiş mankeni yanına almış halil'in mezarına yürüyen filleri  hatırlattığı ve jim jarmusch  işi dead man'e bağlanan göl sahnesini düşünürken o sahneye yürüyelim:

"sahne 19 / büyükada'da denize ve çevreye hâkim bir tepe

rüzgâr çamların dallarında garip fısıltılar çıkartmakta, dalgalar kayaları dövmektedir. tepede meral ve halil konuşmadan durmaktadır. aşağıda kayalara çarpan denizi seyrederler. sonbaharı yaşayan tabiatın içinde ikisi de yalnız ve hüzünlüdürler. birden halil konuşmaya başlar.

halil - resmini verdikten sonra ben seni artık gelmez sanıyordum.

meral - gelmiyecektim, gelmiyecetim ama görüyorsun ki öyle olmadı.

halil - iki insanın ilişkisi çok güzel bir şey.

meral - dostluğu aşan ilişkilerden neden kaçıyorsun?

halil - bu sözünle âşık olmayı kasdediyorsan, dostluğu bu dünyada hiçbir şey aşamaz.

meral - o halde sen bana âşık olmaktan da öte duygular içindesin.

halil - hayır, ben sana âşık değilim.

meral - olmaz böyle şey. resmime âşık olman beni sevmen demektir. dünden beri hep sözlerini düşündüm... sen bana âşık olduğunu söylemekten korkuyorsun.

halil - olmayan bir şeyi nasıl söylerim? niçin beni anlamamakta inat ediyorsun? ben senin resmine âşığım, işte hepsi bu kadar.

meral - sen, ben yokken resmimi sevdin. işte ben varım artık. resmin aslı benim. bundan sonra ikimiz bu sevgiyi paylaşacağız. bu aşkın yarısı bana ait.

halil - sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. inanamadım. o insanca bakışı bir daha göremem diye resme bakmaktan korkuyordum. ikinci kere zorlukla baktım sana. gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. nihayet değişmezi bulmuştum. resmin benim içime bakıyordu. boş evde soğuk kış gecelerinde beraber yaşadık. bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı. çok zamanlar gidip yüzünü tutardım, gözlerini öperdim. saçlarına değdirirdim ellerimi.

sözlerinin burasında halil durur. resimle yaşantısını sessizce sürdürür. meral, halil'in sözlerinden konuşamayacak kadar etkilenmiştir. dalgalar kıyıları döver, bir martı daireler çizer havada. meral yavaşça konuşur.

meral - benim bakışlarımda da sevgi var. ben de senin kendini görüyorum. resmimin yerine ben seveceğim seni. artık ben varım.
halil birden bağırarak konuşmaya başlar.
halil - hayır, hayır istemiyorum seni. benim dünyama girmeye kalkma. sonra merhametsizce yıkarsın onu. resmin benim kendimden bir parça. bırak ben onu seveyim. sen sevmek isteme beni. senin ellerini tutmak istemiyorum. sonra çekersin o ellerini benden. ben resmine âşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim.

halil susar. meral bir şey diyemez. halil'in bu tepkisi karşısında söyleyecek söz bulamaz. halil de susar. birbirlerine bir kere daha bakarlar. sonra, halil koşar adımlarla uzaklaşır. meral orada öylece kalır. siyah kayalar beyaz köpükler içindedir. meral çaresiz ve acılı dimdik durmaktadır."*



*: metin erksan- sevmek zamanı (senaryo), hareket yayınları 1973
**: yusuf'un rüyası, timaş yayınları 2010

17 yorum:

ligea dedi ki...

bu cook acayip bir sahne. zizek olsa lacancı manevralarla konusur da konusurdu. ama nasıl da gerçek..imgeler, kadınlar, erkekler...

Zeynep Merdan dedi ki...

Bu filmi bildim.

*

Sinema dergilerinde çıkmış gibi durma yazınıza, kendi halinde bir izleyici yorumu ekleyeyim ben de.

Sonundan ve sonucundan korkuyor diye bir resmi sevmeyi tercih eden kendine yeter bir adamın sevme biçimini anlatıyordu film. Mimikleri, sesi ve değişkenlikleri olmayan bir varlığı, -resmi; saklanmış bir an’ı- seven bir adamı anlatıyordu.

Başından sonuna kadar maşuk konumundaki varlığın adamı üzeceği, ona başta mutluluk verse dahi sonunda onu pişman edeceği anı bekleyerek izledim. Kavuşma beklemiyordum, o da oldu. Ama sonu tabi ki de kötü bitecekti çünkü filmin mutlu sonla bitmeyeceği adamla kadının konuşurken sustuğu anlardan belliydi. Çünkü her an değil, bazı anlarda mutlu olacak durumdaydı kahramanlar. Sonsuzlukları yoktu. O sonsuzluğu da ölerek elde ettiler zaten.

Filmde tasavvufa giden bir çok ayrıntı vardı, evet. Boyacı olgun amcayla, kendine yeter adamın dialoglarından sızıyordu, varlığa değil de, varlığa duyulan’ın asıl olduğunun hissettirilmesinden belliydi zaten.

*

Bu arada söylemesem olmazdı, filmi youtubeden indiren ve izleyen o seçkin olmayan meraklı gençlerden biriydim ben.

*

“Kaleminize sağlık”
–bir meraklı okuyucu yorumu da buraya iliştirelim-

verbumnonfacta dedi ki...

@ligea,
bu sahneyi dört sahne arasından seçtiğimi, hatta limonluktaki sahneyi yazdıktan sonra silerek bu sahneyle değiştirdiğimi itiraf etmeliyim.

filmin kendisi gibi bu sahne de çok fazla okumaya açık. zizek'in lacan etkisiyle neler söyleyebileceğini tahmin edebiliyorum. ama çok konuşan bu adam yerine sizin söyleyeceklerinizi asıl kazanç görürüm.

@zm,
ben halil'in "son-uç"u görerek bir fotoğrafa aşık olmayı seçtiğini sanmıyorum. bu bir tercih değildi, elinde olmadan, hesap etmeden düştüğü bir hâldi.

meral'in ortaya çıkmasıyla aşkın bitimli oluşu aklına düştü. eğer sizin deyişinizle sonsuza kadar 'saklanmış bir an'ın sonsuzluğuna iman etmemiş olsaydı duvardaki fotoğrafa da tutulmazdı.

sonsuzu ölerek değil, tıpkı kadim hint geleneklerindeki gibi ganj sularında alev alev yanarak yol alan kayıklar gibi suda yol almakla, "bu dünya onların olsun öte dünyada benimsin," diyerek elde ettiler. çünkü onlar birbirlerini hatırlayarak aşklarının sonsuza yazgılı olduklarını farketmişlerdi.

boyacı mustafa karakteri filmin tasavvuf yönünü aşikâr kılmak için vardı bence de.

aslolan filmi izlemek. nasıl olduğunun ne önemi var.

son kısmı ise anlamadım.

Zeynep Merdan dedi ki...

Kim ilk önce resme aşık olur ki. Kimse resmin sahibinden bağımsız göremez ki resmi. Halil sonsuzluğu bir parça da olsa bilen biri olduğu için, filmde de yansıtıldığı gibi işin tasavvuf yönünden haberdar biri olduğu için resme vuruldu. Yani bu elbette bir seçimdi. Daha önceki sezgilerinin ona bahşettiği.

*

Kızın ortaya çıkması ona sıkıntı verdi. Çünkü kafasında yarattığı muhayyel varlığa gölge düşürmek istemiyordu. –resme aşığım diyordu ama resmin saçlarını da okşuyordu, demek ki resmi sahibesinden çok da bağımsız göremiyordu-

Öldürülmelerini kavuşmalarının yani olabilecek en güzel sonun en üst noktada bitirilmek istenmesinin sonucu olarak gördüm ben. Birbirlerine kavuşmuşlardı, bundan daha iyisi olamazdı. –yazgılı, hatırlamaklı yorum bence de daha güzel-

*

Tabi ki önemli olan filmi izlemek, ben bakmayın youtubeden izleniyor oluşuna kısmından alınıp ironik yazmaya çalıştıydım biraz.

Son kısmı boşverin zaten.

verbumnonfacta dedi ki...

halil'in kendisini bir resme aşık olmaya götürecek saikler yüzünden fotoğrafa aşık olduğu konusunda size katılıyorum. bu yüzden, kendisine şefkat dolu, sanki onu görüyormuşçasına bakan fotoğrafa aşık olması mümkün olabildi. demeye çalıştığım, fotoğrafın sonsuz aşk vaadinin bunda etkili olmadığı. aksi takdirde 'adamımız' hesapçı, ölçüp biçen birine dönüşürdü.

bence resmin birine ait olduğunun farkındaydı ve tersinden bir oluşla gerçeğin içindeki(ve hatta duvardaki) resme denk düşmeyeceğinden ölesiye korkuyordu.

ölmek iyidir. kız geriye aşk kalsın diye öl(dürül)mez mi hep?

zefir_edebiyat dedi ki...

hala gün ışığına çıkmayı bekleyen çok güzel sahnelerle dolu Türk sineması..Bence arkeolojinin bir kolu da zamanında gün ışığına çıkamayan tozlu raflarda depolarda bekleyen görsel sanatlarımıza el atmalı...

verbumnonfacta dedi ki...

@zefir yazın,

ne güzel demişsiniz. özellikle trt arşivlerinin bu konuda kıymetli olduğunu ve talan(!) edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

tıpkı bunun gibi: (ben de başkasının yalancısıyım) metin erksan'ın "bir intihar" ve "geçmiş zaman elbiseleri" adlı iki filmi bir eylülde trt'de gece 00:00-01:40 arası gösterilecek.

Hayal Kahvem dedi ki...

Selam Verbumnonfacta, şahane yorumlar yapılmış. Ben filmi başka bir ucundan yormaya karar verdim:)

Müşfik Kenter bir seslendirme ustasıyken, oyunculuğu kadar seslendirmesi de özelken, bu filmde neden başka biri Halil'i seslendirmiş acaba diye hep merak etmişimdir. Mümkünse fikrinizi öğrenmek isterim.

Zeynep Merdan dedi ki...

bir kez daha benzer düşünceler farklı cümleler yüüznden ortak noktada buluşamadı.

*

sonu hep'le biten sorunuzdan şu çıkıyor sanki. başkalarının ölümleriyle içindeki kana susamışlığı bastıran, başkalarının sevgisiyle beslenen bir varlık. -aklıma katil & maktul şarkısı geldi, bilmiyorsanız kesinlikle seveceksiniz-

hayır, herhangi bir sevgiyi sonsuz kılmak için, aşk kalsın için yapılan bir şey gibi göremedim ben bunu.

bakın ne diyicem. ölmek iyidir diyorsunuz ya. başka varlıklara ne hacet. atlayıverin bir uçurumdan aşağıya. ya da bırakıverin kendinizi bir denizin dalgalarına.

ölmenin ne kadar iyi olduğunu en iyi bu şekilde anlarsınız.

değil mi.

verbumnonfacta dedi ki...

@hayal kahvem,
budur, yazar ne yazar ne yazamaz yerine bunlarla gelin bana.

cevabını bilmediğim bir ayrıntı bu. cahil cehaletimle dalga geçilmesini göze alarak, kendimce bir mantık yürütürsem; müşfik kenter'in hem ses tonu hem belli bir terbiyeden geçmiş sesi halil'e uymuyor diye mükemmelliyetçinin önde gideni metin erksan mevzuyu böyle çözmüş olabilir.

olur da okuyanlar içinde gerçek cevabı bilen birileri varsa bize yardımcı olsun lütfen. eğer kabul ederse, bedelini bulutlu fotoğraflarla ödeyebilirim.

@zm,
sanırım bu, bir çeşit iletişim kaderi.

"katil" benim. "ölmek"le kastedilen yaşamsal biyolojik fonksiyonların yitirilmesi olmayabilir.

tam burada, ismail kılıçarslan'ı anabiliriz: "şimdi ben size ben aslında bir kere öldüm, çok güzeldi desem bunu denemezsiniz değil mi? ( korse)"

Min'el Lâ dedi ki...

Affedin, sokağın yabancı ayak sesiyim ama " olur da okuyanlar içinde..." diye genel bir parantez açılmışken, " içine ben de sığar mıyım acaba ? " sorusuna yenik düştü buraya gelişim. Hayır, konunun vaat edildiğinden haberdar olduğum bulutlu fotoğrafa olan merakımla ilgisi yok, yahut yalan söylüyorum ve henüz farkında değilim ki bu bambaşka bir paragrafın giriş cümlesidir, geçelim.

" O sene yeni bir proje için yazlığa kapanmıştık. " diye başlayan cümlenin sahibesini getirdim size. 2006 senesinin yaz mevsiminde Güngör Dilmen ile çalışan dramaturg bir arkadaşımın ( ki kendisi aynı zamanda hocanın manevi kızıydı.) işaret ettiği, Müşfik Kenter' in sesinin aslında ' iyi ' olmadığı; ama olur da boş bulunup ' etkileyici mi ? ' diye soracak olursanız büyük harflerle ' evet ' demek dışında çaremizin olmadığıdır. " Sesi ' iyi ' değildi; ancak vurgularıyla aynı anda birkaç kez var'ettiği anlama karşı durabilecek bir kulağın hayatta olup şahitlik edeceğini sanmıyorum. " cümlesini gizlice işaret edenin Güngör Dilmen olduğunu söylüyor size. Ona iman etmek dışında bir şansım yok benim elbet; ama siz özgürsünüz. İzin verin konuyu değiştirmeden şunu da ekliyeyim. Söz konusu cümlenin sağlamasını, Müşfik Kenter ile birden fazla kez çalışma imkanı bulmuş biri olarak şahsen yapmıştır. ( Hayır ikna değil, ispat çabası -bir fotoğraf uğruna ya Rab ne cümleler kuruluyor- )

Sonraları kendini öğrenip geliştirerek ' Müşfik Kenter Sesi Gerçeği ' diye anacak olduğumuz sesin o zamanlardaki ağırlığı, bahsi geçen filmin çekildiği dönemde hem genç hem de yakışıklı oluşuna eklediği oyunculuğuyla toplayacağı iltifatın ağırlığına denk gelmiyor-muş Metin Erksan' ın terazisinde. Ve aynı dramaturg arkadaşımın uykudan uyanan sesi, 2006 senesinin yaz mevsimindeki bir anıyı, titizliği ile tanınan Metin Erksan' ın seslendirme konusu açıldığında uzun uzadıya bir cümle kurulmasına izin vermeksizin, tahammül edemeyeceğinin altını çizen bir tonlama ile " hayır! " dediğini nakletmesinin hemen ardından kesildi.

Şimdi siz buna ister uzak bir hatıranın sisine güven olmaz deyin, ister sayıklamalara itibar etmem...Duyduğumu duyduğum şekliyle gelip söylemek boynumun borcu olmuştu bu gece ve şimdi gönül rahatlığıyla* uyuyabilirim artık, dedikten sonra cümleyi bitirmek dışında elimden bir şey gelmez.

(*) İki kıymetli kaybın üstünden henüz az bir zaman geçmişken, birilerinin taze olması muhtemel hassasiyetleriyle yazdıklarımı saygısızlık yahut gereksiz ve ayıp olarak adlandırmasından ölesiye korkuyorum aslında.Yine de...

verbumnonfacta dedi ki...

@min'el lâ,
biliyorum bu blogun olduğu sokak, girişinde "burada yabancıları sevmeyiz," yazılı bir tabela asılmış batı kasabalarını hatırlatıyor. ama vnf.'nin yabancıların samimiyetine güvendiğini biliyorum. en azından, şimdiye kadar herhangi bir yabancının ihanetine uğramadığını...

verdiğiniz (ya da anlattığınız) bilgi benim için çok kıymetli. eminim, hayal kahvem de bu işe çok sevinir.

ben dediklerinize iman ettim. ama bir kaç bulut fotoğrafının bu denli cazibe yüklü olacağını düşünmemiştim. kaldı ki, sırf daha çok baştan çıkarıcı olsun diye, masaya koyduğum ilk şey, eskilerden kalma misketlerin üçüydü. daha sonra bu zalimlik olur diye vaz geçmiştim. madem bir defa daha boyumdan büyük laf etmişim, adresinizi verirseniz fotoğrafları bir kuryeyle yollarım.

bir defa daha teşekkür ederim. allah ne muradınız varsa versin.

Hayal Kahvem dedi ki...

verbumnonfacta,elbette min'el lâ'nın cevabına sevindim. aydınlatıcı yorumu için kendisine çok teşekkür ederim.

vnf, bulutlu foyoğraflar nedir?

iyi ama soruyu soran bulutlu fotoğraflardan birini haketmiyor öyle mi? küstüm:)

şaka bir yana bu filmde sema özcan kendi sesiyle konuşmuş derler. acaba doğru mu? niye başka biri seslendirmemiş peki? yooo... bu kadar soru yeter. afacanlıktan hemen vazgeçeyim:)

gizli not: vnf, ortalığı karıştırmakta, konu dışına çıkan yorumlar yazmakta şöhret sahibiyimdir. ama bu bloğun sahibi peşin peşin "kafanıza göre takılın" dedi bana. bu sahada özgürüm:))





verbumnonfacta dedi ki...

bulutlu fotoğraflar, bulutlara meftun bir adamın fotoğrafa konu ettiği bulutlardır.

hayır, soruyu soran başka ne varsa hak ediyor olsa bile bu cevabın bedeli olan o fotoğrafları hak etmiyor.

sema özcan bahsini ise "ispatın bundan sonrası okura bırakılıyor," diyen matemetik hocamı anarak okura bırakıyorum.

sözümdeyim; "kafanıza göre takılın" ama sol üstteki "yasal uyarı"yı ihmal etmeden. (evet, burada da bir gülümseme ikonu var)

Min'el Lâ dedi ki...

verbumnonfacta,

Bir özür ve iki " rica ederim " ile geldim buraya.

- Özür ile başlayalım. " burada yabancıları sevmeyiz " kabalığında değil asla, ne eviniz ne de okuyarak edindiğim izlenimimin muhatabı olan siz.

- " Rica ederim, benim için zevkti " ile devam edelim. İki kişi, Hayal Kahvem ve siz.

- " Allah'ın hakkı üç'tür diyerek bitirelim." Daha az baştan çıkarıcı olduğunu düşünerek hafife aldığınız bir kaç bulut fotoğrafına gelince. Caddenin bu tarafından bakınca görüyorum ki; bir kaç bulut fotoğrafının ne denli cazibe yüklü olacağını bilemem ama bir bulutsever olarak gördüğüm, bulutların yükü cazibedir. Bunu da böyle biliniz.

Selamlar.

Hayal Kahvem dedi ki...

Peki... Ya eskilerden kalma misketlerden üçü?!

Neyse, bu filmle ilgili yoracağım ne ilginç durumlar vardı. Öyleyse kalsın şimdilik böyle.

Tamam.

verbumnonfacta dedi ki...

@min'el lâ,
orada, "bir kaç bulut fotoğrafı"nı hafife almadım aslında. sadece "eskilerden kalma misketlerin üçü"nü yücelttim.
selam olsun. ihtiva ettiği duayla beraber.

@hayal kahvem,
eğer yolunuz bir gün deniz fenerine düşerse, o misketler cebimde olacak. söz.