konusu herhangi bir spor dalı -en çok da amerikan futbolu- etrafında şekillenen filmleri severim. tıpkı romantik komediler gibi kalıplarının olması ve klişeler bu filmlerden aldığım hazzı hiçbir zaman azaltmaz.
ve bu işi en iyi hollywood yapar. öyle ki, sıradan bir olayı efsaneye dönüştürebildikleri gibi, bir kaç siyah-beyaz fotoğraf ya da filmin sonuna ilave ettikleri ve jenerik akarken oynamaya devam eden yıpranmış görüntüler olmamış bir olayı gerçekten bile gerçek kılar.
*
ron shelton'ın yazıp yönettiği bull durham da böyle filmlerden biri. bull durham beyzbol takımının yöneticileri yetenekli ama tecrübesiz, biraz da şımarık yıldız adayı oyuncuları ebby'nin gelişimine yardımcı olsun diye, önüne çıkan fırsatları bir şekilde ıskalamış, sahneden çekilme zamanı yakın ama zeki, 'hayat macerasını sadece kendisi için yaşayan' karizmatik crash'ı takımlarına transfer eder. böylece ebby'yi büyük paralarla birinci lig takımlarına satabileceklerdir. yürüdüğü o kadar yola rağmen bulamadıklarını beyzbolda bulan, bir yandan da ingilizce öğretmenliği yapan annie'yle üçgen tamamlanır. ya da halka.
'bu kadar' gözleriyle insana kocaman kocaman bakan susan sarandon uzun süre birlikte takılacakları 'genç' tim robins'i bu filmde kafalar. film, beyzbol sevgisini saklamayan kevin costner için de tarihin en iyi beyzbol (ve çok iyi spor) fimlerinden field of dreams'e bir ön hazırlık ve ısınmadır.
susan sarandon, kevin costner ve tim robins oyunculuklarıyla filmin seviyesini yukarılara taşısa da, asıl başarısı oscar adayı senaryosundan kaynaklanır. hatta, felsefeden edebiayata, fizikten psikolojiye, inanç sistemlerinden yakın amerika tarihine kadar bir çok alanda gezinen senaryo geveze bile sayılabilir. before sunrise tarzı ağzı kalabalık filmleri seven ve filmden dokuz yıl sonra zorlama devam filmi before sunset'in çekilmesine sebep olanlara duyurulur.
*
o sahneye geçmeden belki bir kaç sahneye daha bakmalıyız. annie'nin maç dönüşü yarı karanlıkta verandadaki salıncak koltukta kendisini bekleyen crash'i gördüğü sahne mesela. o bir anlık duruş, belki beni ağlatmaz ama elimde olmadan mustafa kutlu öyküsü mahzun mücahit'i anarım. yine, crash ikinci lig sayı rekorunu tıpkı filmin başlarında dediği gibi, kimse için değil sadece kendisi için sessiz sedasız bir biçimde kırarken, aynı zamanda anlatıcı da olan annie'nin sesiyle ona eşlik ettiği sahne: "bir sürü çiçek yeşerir ama bilinmez/ ve güzel kokuları çöl havasında boşa gider." thomas gray. ya da william cullen bryant. ya da her neyse...
hayat kuralı, insanlık kaderi öyle değil mi?
*
annie, bardaki tanışmanın ardından crash ve ebby'yi evine davet eder. 'ikisi birden' bir kanepenin en uzak köşelerinde otururken, mumları yakan ve nefis bir şarkı için 'çal' tuşuna basan annie bir sandalye alıp tam karşılarına oturur ve o sahne başlar:
*serbest çeviri:
ve bu işi en iyi hollywood yapar. öyle ki, sıradan bir olayı efsaneye dönüştürebildikleri gibi, bir kaç siyah-beyaz fotoğraf ya da filmin sonuna ilave ettikleri ve jenerik akarken oynamaya devam eden yıpranmış görüntüler olmamış bir olayı gerçekten bile gerçek kılar.
*
ron shelton'ın yazıp yönettiği bull durham da böyle filmlerden biri. bull durham beyzbol takımının yöneticileri yetenekli ama tecrübesiz, biraz da şımarık yıldız adayı oyuncuları ebby'nin gelişimine yardımcı olsun diye, önüne çıkan fırsatları bir şekilde ıskalamış, sahneden çekilme zamanı yakın ama zeki, 'hayat macerasını sadece kendisi için yaşayan' karizmatik crash'ı takımlarına transfer eder. böylece ebby'yi büyük paralarla birinci lig takımlarına satabileceklerdir. yürüdüğü o kadar yola rağmen bulamadıklarını beyzbolda bulan, bir yandan da ingilizce öğretmenliği yapan annie'yle üçgen tamamlanır. ya da halka.
'bu kadar' gözleriyle insana kocaman kocaman bakan susan sarandon uzun süre birlikte takılacakları 'genç' tim robins'i bu filmde kafalar. film, beyzbol sevgisini saklamayan kevin costner için de tarihin en iyi beyzbol (ve çok iyi spor) fimlerinden field of dreams'e bir ön hazırlık ve ısınmadır.
susan sarandon, kevin costner ve tim robins oyunculuklarıyla filmin seviyesini yukarılara taşısa da, asıl başarısı oscar adayı senaryosundan kaynaklanır. hatta, felsefeden edebiayata, fizikten psikolojiye, inanç sistemlerinden yakın amerika tarihine kadar bir çok alanda gezinen senaryo geveze bile sayılabilir. before sunrise tarzı ağzı kalabalık filmleri seven ve filmden dokuz yıl sonra zorlama devam filmi before sunset'in çekilmesine sebep olanlara duyurulur.
*
o sahneye geçmeden belki bir kaç sahneye daha bakmalıyız. annie'nin maç dönüşü yarı karanlıkta verandadaki salıncak koltukta kendisini bekleyen crash'i gördüğü sahne mesela. o bir anlık duruş, belki beni ağlatmaz ama elimde olmadan mustafa kutlu öyküsü mahzun mücahit'i anarım. yine, crash ikinci lig sayı rekorunu tıpkı filmin başlarında dediği gibi, kimse için değil sadece kendisi için sessiz sedasız bir biçimde kırarken, aynı zamanda anlatıcı da olan annie'nin sesiyle ona eşlik ettiği sahne: "bir sürü çiçek yeşerir ama bilinmez/ ve güzel kokuları çöl havasında boşa gider." thomas gray. ya da william cullen bryant. ya da her neyse...
hayat kuralı, insanlık kaderi öyle değil mi?
*
annie, bardaki tanışmanın ardından crash ve ebby'yi evine davet eder. 'ikisi birden' bir kanepenin en uzak köşelerinde otururken, mumları yakan ve nefis bir şarkı için 'çal' tuşuna basan annie bir sandalye alıp tam karşılarına oturur ve o sahne başlar:
annie: these are the ground rules. i hook up with one guy a season. usually takes me a couple weeks to pick the guy. kind of my own spring training. you two are the most promising prospects of the season so far. i just thought we should kinda get to know each other.
crash: time-out. why do you get to choose?
annie: why?
crash: why do you get to choose? why don't i get to choose? why doesn't he get to choose?
annie: actually, nobody on this planet ever really chooses each other. it's all a question of quantum physics molecular attraction and timing. laws we don't understand that bring us together and tear us apart. it's like pheromones. you get three ants together, they can't do dick. you get three hundred million of them, they can build a cathedral.
ebby: is somebody gonna go to bed with somebody?
annie: honey, you are a regular nuclear meltdown. you better cool off. where you going?
crash: after twelve years in the minor leagues, i don't try out. besides i don't believe in quantum physics when it comes to matters of the heart.
annie: what do you believe in, then?
crash: i believe in the soul. the cock, the pussy, the small of a woman's back, the hanging curveball, high-fiver, good scotch. that the novels of susan sontag are self-indulgent, overrated crap. i believe lee harvey oswald acted alone. i believe there oughta be a constitutional amendment outlawing astroturf and the designated hitter. i believe in the sweet spot, soft-core pornography open your presents christmas morning rather than christmas eve and i believe in long, slow, deep, soft, wet kisses. that last three days... good night.
annie: oh, my...
ebby: hey, what's all this molecule stuff?
annie: crash, wait! all's i want is a date. i'm not gonna fall in love with you or nothing.
crash: i'm not interested in a woman who's interested in that boy. good night.
annie: i'm not interested yet.
ebby: who you calling a boy?
crash: see you at the yard, meat.
annie: damn, nobody's ever said no to a date with me before.
ebby: he's crazy.*
*serbest çeviri:
annie: oyun kuralları. bir sezonda sadece bir adamla takılırım. bu adamı seçmem ise genellikle birkaç haftayı alır. buna benim bir çeşit ilkbahar kampım da diyebiliriz. siz ikiniz sezonun en çok umut veren adamlarısınız. bence birbirimizi daha yakından tanımalıyız.
crash: mola...neden sen seçiyorsun?
a: neden mi?
c: neden sen seçiyorsun? neden ben seçmiyorum? ya da neden o seçemiyor?
a: aslında, bu gezegende gerçekten kimse kimseyi seçmez. bu tamamen kuantum fiziğinin bir sorunudur; moleküler çekim ve zamanlama. kurallar, biz daha anlamadan bizi bir araya getirir ya da bizi ayırır. bu hormonal bir şey. üç tane karıncayı bir araya getir, bir bok yapamazlar. ama üç yüz milyon tanesini bir araya getir, sana bir katedral yapabilirler.
ebby: birisi, birisiyle yatacak mı bugün?
a: tatlım, sen kadrolu bir nükleer erimesin. kendini biraz soğutsan iyi olur. (bu sırada crash gitmek üzere kanepeden kalkar) nereye gidiyorsun?
c: on iki yıllık ikinci lig deneyiminin ardından artık seçmelere katılmam. yanısıra, ben zaten kuantum fiziğine de inanmam. bu tamamen kalple ilgili bir meseledir.
a: peki öyleyse, sen neye inanırsın?
c: ben ruha inanırım. penis ve vajina, kadınların küçük kıçları, kavisli top sallama, beşlik çakma, iyi viski... bütün bunlar zevkine düşkün ve aşırı saçma olan susan sontag romanları gibidir. ben sadece lee harvey oswald'ın rol yapışına inanırım. ben orada bir anayasal düzen olduğuna inanırım. beyzbol sahasında ise kanun yoktur ve bunu vurucular belirler. ben tatlı spot ışıklarına inanırım ve hafif tarz pornografiye. noel arifesinde değil, noel sabahı hediyeleri açmaya ve ben uzun, yavaş, yumuşak, ıslak öpücüklere inanırım. son üç günde...
(kısa bir suskunluğun ardından, "iyi geceler," der ve kapıya yönelir. annie'nin adeta başı dönmüştür.)
a: tanrım...
(olan biteni anlamaya çalışan ebby söze karışır)
e: hey, bütün bu molekül zırvaları da ne oluyor? (kamera kesme yapar ve ebby'nin dedikleri üzerine kendini tutamayıp gülen ve kapıdan çıkmakta olan crash'i gösterir. ardından onun peşi sıra kapıya çıkıp ona seslenen annie'yi)
a: crash, bekle! bütün istediğim sadece bir flört. ben sana aşık ya da başka bir şey olmayacağım.
c: bu çocukla ilgilenen bir kadınla ilgilenmiyorum. iyi geceler.
a: ilgilenmiyorum ki zaten.
e: sen kime çocuk diyorsun?
c: sahada görüşürüz, et kafa.
a: kahretsin, daha önce kimse benim flört teklifime hayır dememişti.
e: bu adam deli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder