22 Mayıs 2011 Pazar

sene-i devriye

geçen yıl bu günlerde, tıpkı dünyanın kuzey ve güney, doğu ve batı olarak anlatıldığı eski zamanlardaki gibi bazan kuzeyden güneye, bazan doğudan batıya yol alıyordum. bazan da tam tersi...

o yolculuklardan birinde, bir mayıs sabahı, kuzeyden güneye inen bir trenle güneş yansımalarına ev sahipliği yapan nehre eşlik etmiş, aynı günün akşamında bu defa nehri sağ tarafıma almış düşünmekten yorgun düşene kadar nehrin üzerindeki yıldız izlerini seyretmiştim...

günün, yani yolculuğun da sonuna doğru içimdeki yok olma isteği, gidecek o kadar yol varken hiçbir yere gitmeyip istasyonda kalma arzusuyla birleşmiş, bir istasyon kanepesinde saatlerce oturmuştum. istasyondaki saatlerin sonunda hayat masala galip gelmiş, ben de masal yerine hayatı seçip insanların arasına yürümüştüm.

bütün bunların üzerinden tam bir yıl geçmişken, yirminci yüz yılın en büyük yazarı john fowles geliyor aklıma: charles için söyledikleri...

eğer o bu öykünün de yazarı olsaydı, "ona istasyon kanepesinde saatlerce oturup yok olmayı, hiç olmazsa aklını terkedebilmeyi istemek yerine geriye dönmesini emrettim," derdi. "ama dönmedi," diyerek sitem eder, sözlerini, "hiç de yanlış yönü seçmiş sayılmazdı bence," diye tamamlardı.

2 yorum:

cecil dedi ki...

kendimizi götürmeyeceğimiz yerlere gidebilsek keşke..
mutlu pazarlar..

verbumnonfacta dedi ki...

keşke...
ama biz insanlar ne kendimizi kandırabiliyoruz ne de kendimizden kurtulabiliyoruz.