26 Kasım 2010 Cuma

suç tamam, ya ceza?

sanırım aradan geçen yaklaşık on yıl beni değiştirmeye yetmemiş.

hâlâ raskolnikov namlı roman kahramanı rusu sevmiyorum. tüm zamanların en büyük yazarı dostoyevski'nin suç ve ceza adlı romanını da.

bugün de en çok aynı yeri, raskolnikov'un nereden okuduğunu hatırlayamadığı cümleleri seviyorum: "yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde ancak iki ayağımı koyabileceğim kadar daracık bir yerde yaşayacak olsaydım, dört bir yanım uçurumlarla, okyanuslarla çevrili olsaydı, fırtınalar, zifiri karanlık olsaydı her yanım, kimsecikler olmasaydı yanımda, o daracık yerde öylece bir ömür, binlerce yıl,sonsuza dek yaşamak isterdim! yaşayabilsem, yalnızca yaşayabilsem, yaşayabilsem! ne olursa olsun yaşasam!.."*

ama raskolnikov, napoleon örneğinden yola çıkarak cinayetine bir bahane bulmaya çalışırken farkettim ki, cinayet cinayettir. ve şimdiki ben, ilk defa izliyor olsaydı, se7en ve the silence of the lambs'ın enteletüel katilleri john doe ve dr. hannibal lecter'ı bu kadar sevmezdi.

*

raskolnikov'un makalesini yazdığı, bazan kendi kendine bazan porfiriy petroviç'le konuştuğu bu bahis, bana fransa'da yayınlanmış bir raporu hatırlattı: artık tutukluların bir borcu ödemek için kapatılmışlık duyguları yok, onun yerine şartlı salıverilmeyi bekleyen dışlanmışlar, yaralılar gibi yaşıyorlar. tutuklular, eylemlerindeki sorumlulukları küçültmek, önemsizmiş gibi göstermek ve cezalarının iyice azaltılması için suçu daima karşındakine, özellikle de topluma atıyor.



*: raskolnikov "ölüm cezasına çarptırılmış biri sehpaya çıkmadan bir saat önce şöyle söylüyor, ya da düşünüyordu," diyerek hatırlamaya çalışıyordu.

Hiç yorum yok: