12 Kasım 2024 Salı

yıllar sonra

geçen gün bir çift dikkatimi çekti. elli yaş civarı. adam kadına, "burayı sen hallet, ben diğer tarafı," minvalinde bir şeyler söyledi ve gitti. elbette duymadım, beden dillerinden hissettiğim, izlediğim manzaraya elimde olmadan kondurduğum altyazı bu oldu sadece.

nasıl da soğuk, sevgisiz, hatta öfkeli bir andı anlatamam. sanki 'eş'iyle değil düşmanıyla konuşuyordu. olmayı istemediği bir yerdeki mevcudiyetinin sebebi karşındaki insanmış gibi öfkeyle.

evli olduklarını, evli insanların büyük ama çok büyük kısmının bu şekilde olduğunu düşündüm çağrışımın sonsuz hızıyla.

/biliyorum, bu bir genelleme, bütün genellemeler sonuçta yanlış yere çıkar vesaire...

hele siz hiç öyle çiftler değilsiniz.

sevişmeleriniz banyo günlerine ayarlı değil, sevişmeden önce üzerinizden çıkanları katlayıp sandalye, koltuk üzerine koymuyor, niteliklerine uygun kirli sepetine atmıyor neresi olursa fırlatılmış kıyafetler arasında dahil oluyorsunuz birbirinizin mahremiyetine./

yine çağrışımın terkisine atlayıp sonsuz hızla bambaşka anlara gittim. sadece öfke değil nefret de görüyorum ben bu tarz çiftlerin yüzünde, davranışlarında. sadece mutsuz, gergin, öfkeli değiller. hiçbir makyaj malzemesinin kapatamadığı bir çirkinlik de gelip yerleşiyor yüze. yaşlanmak sanılan, yaşlanmakla açıklanan.

ister mantıkla ister aşkla çıkılmış olsun yolun sonu buraya varıyor galiba.

bu insanlar iyi dost, mükemmel mesai arkadaşı, kanka, ahretlik olmaya devam ederken neredeyse bütün zamanlarını birlikte geçirdikleri, birlikte çocuk gibi dünyanın en güzel şeyine vesile oldukları, mecazi ve gerçek manada bütün kirlerine şahit bir insana bu davranışları ve duyguları reva görebiliyor.

eşi yatağın diğer yanında acılar içinde uykuyu beklerken kendisi mışıl mışıl uyuyor ama burnu kızaran mesai arkadaşı için iyi gelecek ilacı unutmayayım diye akşamdan çantasına koyuyor. ofiste yan odadaki eleman mutfakta çay alırken çok dalgındı acaba bir derdi mi var diye düşünüyor, dertleniyor da eşinin yemekte düşünceli olduğunu, çok sevdiği yemeği bile tabağında bıraktığını fark etmiyor bile. bilmem kimin mesajına hemen dönüyor da eşinin mesajına yanıt vermek için öğle molasını bekliyor, hatta cevap vermeyip, akşam olduğunda 'eve gelince konuşuruz nasıl olsa' diyebiliyor. pazar günleri ne yapacağını bilemiyor da arkadaşlarıyla geçirdiği bir kaç saatten bir kaç yıl gençleşmiş olarak dönüyor.

evet, bu insanlar kötü değiller. birbirlerine kötüler. bazan yavaş bazan hızlı yıllar sonra buraya varıyorlar.

ama asıl soru şu: buna neden razı geliyorlar? orada kalmaya, bunu çekmeye, geçen zamanı seyretmeye...

Hiç yorum yok: