onu yaklaşık üç yıldır tanıyorum. kendi halinde biriydi. kaliteye işaret eden ilgi ve zevkleri, bazan kendine ölçüsüzce haksızlık eden bir yanı vardı. kendinden memnun olmamak değil, düpedüz haksızlık.
kendisine haksızlık yaptığını ona çok söyledim. kaldı ki, hiçbirimiz mükemmel değiliz. yakından bakınca herkeste bir kusur var. sahne ışıklarından biraz uzağa düşünce neredeyse bütün ünlülerin bize, "bu muymuş?" dedirtmesi biraz da bundan. çünkü o zaman sadece makyajsız ve estetik hallerini değil, biz ölümlerin katına inmiş sıradan birini görüyoruz.
bir gün yardım almaktan bahsetti. dedim ya, kendisinden memnun değildi. "buna gerek yok" da dedim, "psikolojinin insanı 'şey'leştiren, dolayısıyla ona nesne muamelesi yapan yanını sevmiyorum" da. birilerinin onu bir tarafı kırık nesne olarak görmesini istemezdim. hatta, bir terapi grubuna katıldığını duyunca, "o da ne? saadet zinciri ya da moon tarikatı gibi bir şey mi?" diye takıldım bile.
doğal olarak beni dinlemedi. yoluna devam etti. orada neler oldu bilmiyorum ama benim gördüğüm şu: kendisiyle ilgili şikayetçi olduğu şeylerin hiçbiri hallolmuş değil. yerli yerinde duruyor. ama o kusur saydıklarıyla barışmış durumda. kendisini olduğu gibi kabul etmek falan değil bu. sadece, kusur saydıklarını tuhaf bir arsızlıkla sahipleniyor şimdi.
ve o ilk değil. tanıdığım, yolu psikolojiye çıkan kim varsa aynı durumu gördüm. mesela, içlerinden birisi ilgi alanlarının sürekli değişmesinden şikayetçiydi. birden ney üflemek isterdi, hafta olmadan neyi unutmuş dağcılık merakıyla kendini dağ yollarına vurmuş olurdu. astroloji üzerine bir çanta dolusu kitabı günlerce yanında gezdirdikten sonra çok geçmez aynı çantadan kepçeler, semiz otu, bakla çıkardı. çocukluğumdan bu yana kısa film çekmeyi hayal ediyordum dediği akşamdan bir kaç gün sonra hostes olmak için gerekli şartları bilip bilmediğimizi sorardı. ertesi akşam yaratıcı yazarlık kursundan dönerken yanımıza uğrar, ebeveyn olmanın güzelliklerinden bahsederdi.
sonra yolu psikolojiye çıktı. çünkü bu huyunu sevmiyordu ve değiştirmek istiyordu. ama değişen tek bir şey olmadı. "sence de heveslerin çok hızlı değişmiyor mu?" dediğimde, yenilmiş gibi değil de gurur duyar gibi "ne yapabilirim, ben böyleyim" demesini saymazsak tabii.
özetle, çevremde kim psikolojiden, psikologlardan ya da psikiyatristlerden çare ummuşsa onları, sağ omzundaki geçmek bilmez ağrı yüzünden doktora giden ve kas tembelliğinden muzdarip olduğunu, küçük bir operasyonla kurtulabileceğini öğrendiği halde o operasyondan kaçan, kronikleşen ağrıyı günden güne alıştığı için daha az hisseden hastalara benzetiyorum.
ne sağ omzundaki kaslar iyileşmiş, ne ağrısı geçmiştir. sadece ağrıya alışmış, eskisi kadar hissetmez olmuştur.
kendisine haksızlık yaptığını ona çok söyledim. kaldı ki, hiçbirimiz mükemmel değiliz. yakından bakınca herkeste bir kusur var. sahne ışıklarından biraz uzağa düşünce neredeyse bütün ünlülerin bize, "bu muymuş?" dedirtmesi biraz da bundan. çünkü o zaman sadece makyajsız ve estetik hallerini değil, biz ölümlerin katına inmiş sıradan birini görüyoruz.
bir gün yardım almaktan bahsetti. dedim ya, kendisinden memnun değildi. "buna gerek yok" da dedim, "psikolojinin insanı 'şey'leştiren, dolayısıyla ona nesne muamelesi yapan yanını sevmiyorum" da. birilerinin onu bir tarafı kırık nesne olarak görmesini istemezdim. hatta, bir terapi grubuna katıldığını duyunca, "o da ne? saadet zinciri ya da moon tarikatı gibi bir şey mi?" diye takıldım bile.
doğal olarak beni dinlemedi. yoluna devam etti. orada neler oldu bilmiyorum ama benim gördüğüm şu: kendisiyle ilgili şikayetçi olduğu şeylerin hiçbiri hallolmuş değil. yerli yerinde duruyor. ama o kusur saydıklarıyla barışmış durumda. kendisini olduğu gibi kabul etmek falan değil bu. sadece, kusur saydıklarını tuhaf bir arsızlıkla sahipleniyor şimdi.
ve o ilk değil. tanıdığım, yolu psikolojiye çıkan kim varsa aynı durumu gördüm. mesela, içlerinden birisi ilgi alanlarının sürekli değişmesinden şikayetçiydi. birden ney üflemek isterdi, hafta olmadan neyi unutmuş dağcılık merakıyla kendini dağ yollarına vurmuş olurdu. astroloji üzerine bir çanta dolusu kitabı günlerce yanında gezdirdikten sonra çok geçmez aynı çantadan kepçeler, semiz otu, bakla çıkardı. çocukluğumdan bu yana kısa film çekmeyi hayal ediyordum dediği akşamdan bir kaç gün sonra hostes olmak için gerekli şartları bilip bilmediğimizi sorardı. ertesi akşam yaratıcı yazarlık kursundan dönerken yanımıza uğrar, ebeveyn olmanın güzelliklerinden bahsederdi.
sonra yolu psikolojiye çıktı. çünkü bu huyunu sevmiyordu ve değiştirmek istiyordu. ama değişen tek bir şey olmadı. "sence de heveslerin çok hızlı değişmiyor mu?" dediğimde, yenilmiş gibi değil de gurur duyar gibi "ne yapabilirim, ben böyleyim" demesini saymazsak tabii.
özetle, çevremde kim psikolojiden, psikologlardan ya da psikiyatristlerden çare ummuşsa onları, sağ omzundaki geçmek bilmez ağrı yüzünden doktora giden ve kas tembelliğinden muzdarip olduğunu, küçük bir operasyonla kurtulabileceğini öğrendiği halde o operasyondan kaçan, kronikleşen ağrıyı günden güne alıştığı için daha az hisseden hastalara benzetiyorum.
ne sağ omzundaki kaslar iyileşmiş, ne ağrısı geçmiştir. sadece ağrıya alışmış, eskisi kadar hissetmez olmuştur.
4 yorum:
aynı ben, tek farkı ağrımı hala yoğun
hissediyorum . bir de psikologlara inancım yok
bir doktor tanıdığım boynundaki ağrıdan şikayetçiydi ve alternatif çözümler varken ölümle sonuçlanması muhtemel zor bir ameliytı kabul etmişti. neden, diye sorduğumda, "sadece ameliyat yüzde yüz sonuç veriyor ve ben kronik ağrıyla yaşayamam," demişti. başka bir deyişle yaşam standartım düşeceğine öleyim daha iyi demeye getirdi. benim ölçüm de o gün sonra bu oldu. size de tavsiye ederim.
psikoloji aleyhine konuşmaya devam edeceğim :)
Terapistim ben. Kimse duymasın.
İlk bu yorumu yapmak tuhaf oldu çünkü başka bir çok yazını severek okudum, okuyorum ara sıra kapını çalıp.
Ama yazmadan edemedim. Peki insanın kendini arsızca bile olsa kabul etmesinin nesi kötü? Yani belki de bazı "hastalıklar" iyileştirilmek için değil, birlikte yaşayabilmek için ele alınmaz mı?
Herkes kendini ve anlamını keşfetmeye çalışıyor, önü topu yaptığımız tek şey bu, bu hayatta. Ama hepimiz kapasitesi kadar ilerleyebiliyor, kimi cahillik mutluluktur derken, kimi kitaplardan almaya çalışıyor bilgileri, kimi bir başka insandan, kimi doğadan, kimi yazarak.. Türlü türlü yol ve herkes kendi yolunda kendi kapasitesi kadar yürüyebiliyor... Sorun psikoloji bilimi değil bence, sorun felsefe.
terapist olmanız problem değil. aslına bakarsanız olmamanız da değil. o sebep; "kim duyarsa duysun!".
iltifat etmişsiniz, teşekkür ederim. ama bu yazının derdini anlamamışsınız sanki.
burada, insan kendini çirkin, şişman, kısa, gıdılı, perçemli bulması gibi dünyanın ölçeğine vurulduğunda oldukça basit, hatta önemsiz bir hâlden bahsetmiyorum. bu nedenle de kendini "arsızca" da olsa kabul etmesi büyük bir problem bana göre.
kaldı ki, verdiğim örneği masum ve kolay yerden seçtim. o yüzden bazı "hastalıklar" iyileştirilmek için. meselâ kumar alışkanlığı gibi, kendisi de dahil herkese yalan söylemek gibi, cinsel sapkınlık gibi...
ve benim itirazım buna. terapilerin vardığı son-uç'un kumarbaz olmakla, yalancılıkla, sapkınlıkla barışmak olması. istisnasız benim şahit olduğum terapi vakalarının sonucu hep bu "arsızlık" oldu.
felsefeyi o kadar önemsemiyorum. ama severim. ve bu ara kurgu edebiyat okumaktan keyif alıyorum.
Yorum Gönder