zil çaldığında dizlerimin üzerindeydim. salondaki divanın altına uzanmış koşu çorabımın orada olması gereken sağ tekini arıyordum. çünkü her defasında oraya atarım.
başımı divanın altından çıkarana kadar iki defa daha zile basan o el, çok geçmedi, kapıyı döven sabırsız yumruklara dönüştü. "hayrolsun," diyerek, doğruldum. daha üç dakika önce kokuyor diye giymediğim tişörtü üzerime geçirdim.
siyah paltolu, memur havalı üç kişi. gri takım elbiseler, her gün giyildiği belli siyah pabuçlar, beyaz gömlek, ikisi bordo biri lacivert üç kravat. bir tanesi ellerini paltosunun ceplerine gömmüş geride duruyor, günde en az bir paket içtiği mavi winston yüzünden sürekli öksürüyordu. ben olsam dunhill içerdim. bordo-siyah dizayn edilmiş kutusu ve ismini söyleyen yazı karakteri ile çok klas. o öksürükte alkol etkisi de yoksa n'olayım. tıraş olmamış. belki haftanın son günü diye, belki emeklilik için gün sayan eski kulağı kesiklerden olduğu için. o gömleği de bütün bir hafta giydiğine eminim.
en gençleri evrak çantasından bir a-dört kağıdı çıkartıp sağında duran, hem yaş hem de kıdem olarak ortanca olduğu belli memura uzattı. anlaşılan konuşma görevi onundu.
"hakkınızda şikayet var. bizimle türk dil kurumu'na gelmeniz gerekiyor."
üzerime bir şeyler alayım diyerek içeri döndüm. giyecek bir şeyler ararken, koşacağım diye bir şey yemediğimi hatırladım. ekmeklikten bir parça ekmek kapıp buzdolabını açtım. kaç gündür kahvaltı masasına gidip gelen, ilgi görmediği için kurumaya yüz tutmuş beyaz peynirden kalan ne varsa ekmeğin içine tıkıştırdım. çorap teki mutfak tezgahının üzerindeymiş.
aklıma zeytin gelmedi değil ama çekirdek meselesi beni durdurdu. keşke ekmeğin arasına iki tane de zeytin koysaydım. çekirdeği yutardım.
arabanın arkasına, genç olanın yanına oturdum. hem yaş hem kıdem olarak ortanca olan ise direksiyona geçti. sessizce cama düşmüş görüntümün içinden akan manzarayı seyre koyuldum. bir yandan da kendime kızmakla meşguldüm; "dahi anlamındaki -de ve -da'lar olamaz. onları çözdüm. yok, bazı özel durumlar dışında rakam kullanmıyorum diye de olamaz. ama var ya, bu kesin büyük harf küçük harf bahsi. cümle başı, özel isim falan demeden küçük harf kullanıyorum diye geldi bunlar başıma."
hayır, soracağım ama ortam müsaade etmiyor. arabanın içinde sessizlik var ki, silah olarak kullanabilirsiniz. verin evli çiftlerin eline, ikisi de kurtulsun. çocukları da... kıdemli abimizin akşamdan kalma olduğu kesinlik kazandı bu arada. üstelik on dakikalık yolda bir defa da sigara molası verdik.
beni beyaz badanalı genişçe bir odaya aldılar. yok, öyle kapalı bir oda falan değil. hatta bir duvar boydan boya pencereydi. kirli gömlekli, günde en az bir paket mavi winston içen, akşamdan kalma vedat bey'in odasıymış.
kapının önünde elden ele dolaşan a-dört kağıdını eline aldı. bir süre eksoz motoru patlak motosikletler gibi öksüre öksüre kağıtta gezindi. genç memuru çay almaya gönderdi. dört tane. çaylarımız geldiğinde o da gezintisini bitirmiş, odaya dönmüştü. söze başlamak için, "bu defa son" dercesine bir defa daha öksürdü.
"beyfendi, hakkınızda şikayet var. kelimeleri elinizden almamız için başvuru yapılmış."
"kim? nasıl bir manyak bu tür şikayette bulunur?" diye soran gözlerle ondan tarafa baktım. ancak o tarz adamların yüzüne yakışan babacan bir ifadeyle bana bakıyordu.
"burada nelerle ve kimlerle uğraştığımızı tahmin edemezsiniz... "b.k"nın kelime olarak kabul edilmesi için verilen dilekçelerin yüksekliği boyumu geçti. düşünebiliyor musunuz, geçen gün kurumun önünde, sanki muhatabı bizmişiz gibi, "caps yasaklansın" diye gösteri yapıldı. o yüzden her şikayeti ciddiye almıyoruz. görevimiz her şikayeti takip etmek ama bazan inisiyatif kullanıyoruz."
bu defa, "peki, neden ben?" diye baktım.
"sizinle ilgili daha önce de şikayet almıştık. ama dedeniz ömer bey'in hatırası var. ahmet dayınızla konuşmakla yetindim. hatta dayınızın ricası üzerine alman dilcilerden gelen bir şikayeti sümen altı etmişliğim bile var. neymiş, her türden ismin mutlaka büyük yazılması icap eden ilk harflerini küçük yazmakta diretiyormuşsunuz."
bir şeyler arıyormuş gibi yapıp, nihayet bulduğu, üstü çay lekeleri ile dolu, buruşuk bir kağıdı önüne koyup devam etti.
"kayıtlarımızda, muhtelif zamanlarda "ben bir horozum ve kelimeler benim çöplüğüm," dediğiniz de var. geçmek bilmez ergen hali deyip üzerinde durulmamış. şahsi kanaatim, size isnat edilen suçların hiçbiri önemli değil. sadece bu son şikayet üzerine, vesile olsun, tanışalım istedim."
şaşkındım. ne diyeceğimi bilmez halde çayın son yudumunu kafama diktim. anlaşılan bu ziyaretin sonuna gelmiştik.
"yine de size ulaşabileceğimiz bir telefon numarası bırakın ve bize haber vermeden şehirden ayrılmayın. telefonunuz her zaman açık olsun," dedi ve ceketinin ceplerinde çakmak aramaya başladı.
çakmağını kapının yanındaki askılığa astığı, eteğinde sigara külünden desenler oluşmuş paltosunun cebinde bulduğunda ben odadan çıkmış, son yarım saat boyunca tek kelime konuşmamıştım.
*
oradan çıkınca hemen telefona sarıldım. birileriyle konuşmalıydım. avukat arkadaşlardan birini aradım. bilirsiniz, herkesin mutlaka bir polis, bir doktor, bir avukat, hatta çocukları üniversite hazırlık çağına geldiğinde konuşabileceği dersane öğretmeni bir arkadaşı olmalı. dikkatli bakarsanız, her arkadaş grubunda bunlardan en az bir adet bulunduğunu görürsünüz.
arkadaşıma durumu anlattım. her zaman olduğu "anayasa" diye başladı. bir sürü numara falan. sanki önünde ciltli, kalın, siyah bir kitap vardı ve oradan okuyordu. ben ki, adres sorduğumda bile üçüncü cümleden sonrasını dinleyemiyorum. o üç cümleyle adresi bulamazsam ilerde bir defa daha sonra soruyorum.
"dinlemiyorsun değil mi?" dedi.
"yok dinliyorum da televizyonda lemurlarla ilgili bir belgesel çıktı. ona baktım bir an."
"lemuru yazmaya büyük harfle mi başladın?"
"hayır. bildiğim kadarıyla eğer özel bir durum yoksa büyük harfe gerek yok. üstelik az önce türk dil kurumunun internet sayfasına baktım. bu sayede lemurlara türkçe'de maki denildiğini de öğrendim."
"gerçekten mi? bak, onu ben de bilmiyordum," dedi ve en kısa sürede görüşmek üzere vedalaştık.
*
evdeyim. telefon şarjda, sesi açık. önümde bulut gözlemcisinin rehberi.
bekliyorum.
başımı divanın altından çıkarana kadar iki defa daha zile basan o el, çok geçmedi, kapıyı döven sabırsız yumruklara dönüştü. "hayrolsun," diyerek, doğruldum. daha üç dakika önce kokuyor diye giymediğim tişörtü üzerime geçirdim.
siyah paltolu, memur havalı üç kişi. gri takım elbiseler, her gün giyildiği belli siyah pabuçlar, beyaz gömlek, ikisi bordo biri lacivert üç kravat. bir tanesi ellerini paltosunun ceplerine gömmüş geride duruyor, günde en az bir paket içtiği mavi winston yüzünden sürekli öksürüyordu. ben olsam dunhill içerdim. bordo-siyah dizayn edilmiş kutusu ve ismini söyleyen yazı karakteri ile çok klas. o öksürükte alkol etkisi de yoksa n'olayım. tıraş olmamış. belki haftanın son günü diye, belki emeklilik için gün sayan eski kulağı kesiklerden olduğu için. o gömleği de bütün bir hafta giydiğine eminim.
en gençleri evrak çantasından bir a-dört kağıdı çıkartıp sağında duran, hem yaş hem de kıdem olarak ortanca olduğu belli memura uzattı. anlaşılan konuşma görevi onundu.
"hakkınızda şikayet var. bizimle türk dil kurumu'na gelmeniz gerekiyor."
üzerime bir şeyler alayım diyerek içeri döndüm. giyecek bir şeyler ararken, koşacağım diye bir şey yemediğimi hatırladım. ekmeklikten bir parça ekmek kapıp buzdolabını açtım. kaç gündür kahvaltı masasına gidip gelen, ilgi görmediği için kurumaya yüz tutmuş beyaz peynirden kalan ne varsa ekmeğin içine tıkıştırdım. çorap teki mutfak tezgahının üzerindeymiş.
aklıma zeytin gelmedi değil ama çekirdek meselesi beni durdurdu. keşke ekmeğin arasına iki tane de zeytin koysaydım. çekirdeği yutardım.
arabanın arkasına, genç olanın yanına oturdum. hem yaş hem kıdem olarak ortanca olan ise direksiyona geçti. sessizce cama düşmüş görüntümün içinden akan manzarayı seyre koyuldum. bir yandan da kendime kızmakla meşguldüm; "dahi anlamındaki -de ve -da'lar olamaz. onları çözdüm. yok, bazı özel durumlar dışında rakam kullanmıyorum diye de olamaz. ama var ya, bu kesin büyük harf küçük harf bahsi. cümle başı, özel isim falan demeden küçük harf kullanıyorum diye geldi bunlar başıma."
hayır, soracağım ama ortam müsaade etmiyor. arabanın içinde sessizlik var ki, silah olarak kullanabilirsiniz. verin evli çiftlerin eline, ikisi de kurtulsun. çocukları da... kıdemli abimizin akşamdan kalma olduğu kesinlik kazandı bu arada. üstelik on dakikalık yolda bir defa da sigara molası verdik.
beni beyaz badanalı genişçe bir odaya aldılar. yok, öyle kapalı bir oda falan değil. hatta bir duvar boydan boya pencereydi. kirli gömlekli, günde en az bir paket mavi winston içen, akşamdan kalma vedat bey'in odasıymış.
kapının önünde elden ele dolaşan a-dört kağıdını eline aldı. bir süre eksoz motoru patlak motosikletler gibi öksüre öksüre kağıtta gezindi. genç memuru çay almaya gönderdi. dört tane. çaylarımız geldiğinde o da gezintisini bitirmiş, odaya dönmüştü. söze başlamak için, "bu defa son" dercesine bir defa daha öksürdü.
"beyfendi, hakkınızda şikayet var. kelimeleri elinizden almamız için başvuru yapılmış."
"kim? nasıl bir manyak bu tür şikayette bulunur?" diye soran gözlerle ondan tarafa baktım. ancak o tarz adamların yüzüne yakışan babacan bir ifadeyle bana bakıyordu.
"burada nelerle ve kimlerle uğraştığımızı tahmin edemezsiniz... "b.k"nın kelime olarak kabul edilmesi için verilen dilekçelerin yüksekliği boyumu geçti. düşünebiliyor musunuz, geçen gün kurumun önünde, sanki muhatabı bizmişiz gibi, "caps yasaklansın" diye gösteri yapıldı. o yüzden her şikayeti ciddiye almıyoruz. görevimiz her şikayeti takip etmek ama bazan inisiyatif kullanıyoruz."
bu defa, "peki, neden ben?" diye baktım.
"sizinle ilgili daha önce de şikayet almıştık. ama dedeniz ömer bey'in hatırası var. ahmet dayınızla konuşmakla yetindim. hatta dayınızın ricası üzerine alman dilcilerden gelen bir şikayeti sümen altı etmişliğim bile var. neymiş, her türden ismin mutlaka büyük yazılması icap eden ilk harflerini küçük yazmakta diretiyormuşsunuz."
bir şeyler arıyormuş gibi yapıp, nihayet bulduğu, üstü çay lekeleri ile dolu, buruşuk bir kağıdı önüne koyup devam etti.
"kayıtlarımızda, muhtelif zamanlarda "ben bir horozum ve kelimeler benim çöplüğüm," dediğiniz de var. geçmek bilmez ergen hali deyip üzerinde durulmamış. şahsi kanaatim, size isnat edilen suçların hiçbiri önemli değil. sadece bu son şikayet üzerine, vesile olsun, tanışalım istedim."
şaşkındım. ne diyeceğimi bilmez halde çayın son yudumunu kafama diktim. anlaşılan bu ziyaretin sonuna gelmiştik.
"yine de size ulaşabileceğimiz bir telefon numarası bırakın ve bize haber vermeden şehirden ayrılmayın. telefonunuz her zaman açık olsun," dedi ve ceketinin ceplerinde çakmak aramaya başladı.
çakmağını kapının yanındaki askılığa astığı, eteğinde sigara külünden desenler oluşmuş paltosunun cebinde bulduğunda ben odadan çıkmış, son yarım saat boyunca tek kelime konuşmamıştım.
*
oradan çıkınca hemen telefona sarıldım. birileriyle konuşmalıydım. avukat arkadaşlardan birini aradım. bilirsiniz, herkesin mutlaka bir polis, bir doktor, bir avukat, hatta çocukları üniversite hazırlık çağına geldiğinde konuşabileceği dersane öğretmeni bir arkadaşı olmalı. dikkatli bakarsanız, her arkadaş grubunda bunlardan en az bir adet bulunduğunu görürsünüz.
arkadaşıma durumu anlattım. her zaman olduğu "anayasa" diye başladı. bir sürü numara falan. sanki önünde ciltli, kalın, siyah bir kitap vardı ve oradan okuyordu. ben ki, adres sorduğumda bile üçüncü cümleden sonrasını dinleyemiyorum. o üç cümleyle adresi bulamazsam ilerde bir defa daha sonra soruyorum.
"dinlemiyorsun değil mi?" dedi.
"yok dinliyorum da televizyonda lemurlarla ilgili bir belgesel çıktı. ona baktım bir an."
"lemuru yazmaya büyük harfle mi başladın?"
"hayır. bildiğim kadarıyla eğer özel bir durum yoksa büyük harfe gerek yok. üstelik az önce türk dil kurumunun internet sayfasına baktım. bu sayede lemurlara türkçe'de maki denildiğini de öğrendim."
"gerçekten mi? bak, onu ben de bilmiyordum," dedi ve en kısa sürede görüşmek üzere vedalaştık.
*
evdeyim. telefon şarjda, sesi açık. önümde bulut gözlemcisinin rehberi.
bekliyorum.
2 yorum:
:)
sanırım ben müebbetle yargılanırım.
kafam çok karıştı.her yerde de ve da 'lar uçuşuyor.üflüyorum,patlatıyorum.
benim çok samimi komşumun kızı avukat,faydası olur değil mi?
eğer vnf. gibi bir soy ağacınız yoksa güçlü bir avukat tavsiye ederim.
Yorum Gönder