3 Temmuz 2014 Perşembe

sadık, selahattin, vecihi ve mahmut ustalar*

belki "en uzun koşu"nun "en güzel yüz metresi"ni koşmadılar ama altın yıllarını bin dokuz yüz kırklarda yaşadılar. ikinci dünya savaşının sonrasıydı. istanbul'un çılgın yılları; hiçbir şey şimdiki kadar çabuk unutulmaz, herkes semtlerin güzellerini, kabadayılarını tanır, büyük aşk öyküleri dilden dile dolaşırdı.

vecihi usta, kurtuluş savaşı'nda ölmüş bir albayın oğluydu. üsküdarlı. askerliği sırasında ingiltere'de bir uçak fabrikasında bir yıl eğitim görmüştü. savaş yıllarında -sınırlarımıza sığınmış bir romen avcı uçağını hurda olarak almış, bir yıl uğraşarak uçurmayı başarmıştı. yakışıklı, mavi gözlü bir adamdı. tango severdi. şişli güzellerinden birine âşıktı. uçağıyla her gün sevgilisinin evinin üstünden geçer, ona el sallardı. sonraki yıllarda genç pilotların, sevgililerinin damları üstünden uçup fiyaka yapmaları modasını ilk başlatan odur. şişli güzeli bir gün başkasıyla evlenip gitti.

karayağız bir devdi mahmut usta. bakırköylü. iyi sirtaki yapardı. oto tamirinde üstüne yoktu. o zamanki adıyla miltiyadi'den bir rum kızını sevdi. şasisi ford, motoru cadillac, kaportası mercedes bir araba ile dolaştırırdı sevgilisini. ailesi kızı eve kapadı, o da intihar etti. mahmut usta çapkınlığı elden bırakmadı ama hiç de evlenmedi.

selahattin usta ise neşeli bir adamdı. aslında mostarlı idi ama beşiktaş'ta doğmuştu. bir sinema makinistiydi. benden duymuş olmayın ama greta garbo'ya tutkundu. adapazarı'nda ilk sinemayı "selahattin sabri sineması" adıyla açan odur. anası onu, iki örgülü, sarışın ve sessiz bir çerkes kızıyla evlendirdi. çocukları olmadı ve sinema rekabetten battı. selahattin usta yeniden istanbul'a geldi. yılda bir iki gider görürdü sessiz karısını.

sadık usta, karadenizli mazbut bir tekne ustasıydı. ayvansaray’da, üstünden büyük gemilerin burunları geçen gölgeli bir sokakta, yıllarca kırlangıçlar, martılar, yelkovan kuşları gibi tekneler yaptı. hamiyet yüceses dinler susardı. çocuğu yoktu ama tombul, sevimli bir karısı vardı. balat'tan fatih'e çıkan sokaklardan birinde, eski, ahşap bir evde otururlardı. bir kumruyla evlenmiş bir atmacaya benzerdi.

dördü de bahar dalı gibi açılmış salata tabaklarına, buzlu rakılara, koyu muhabbetlere bayılırlar, masalarından çiçek eksik olmazdı. iyi söverler, bir çağlayan gibi gülerlerdi. neşeli yüzlerindeki hüzün, uzaktan ufacık görünen küçük bir yağmur bulutu gölgesiydi. beyoğlunun, anason kokulu rum meyhanelerinden birinde tanıştılar. sonra hiç ayrılmadılar. 

mahmut ustanın delikanlı yüreği duruverdiğinde altmışlı yıllardı. vecihi usta, bu olayı salacak meyhanelerinde anmayı önerdi. öyle de yaptılar. sonra vecihi usta gitti. böylece uçağa doluşup uzak kasabalara gitme şansını da yitirmiş oldular. selahattin ustanın, karanlık bir sinema salonunda birden ölümü de kırmadı sadık ustayı. kolay kırılmayacak kadar sertti. ama bir gün haliç'i de kazmaya başladılar. o da bindi bir kırlangıç tekneye, çekip bilinmez bir denize gitti.


*: onat kutlar, bahar isyancıdır - ustaların düşüşü

Hiç yorum yok: