4 Mart 2013 Pazartesi

kısa oyun

sahne bir:

burada yazar -daha doğrusu yazmaya çalışan- bir özet yapmak amacındadır. düşük çenesi ve açılıp duran parantezlerle ne kadar mümkün olabilirse o kadar bir özet.

sahne iki:

bir nehir ve nehrin iki yakasından aynı yöne doğru yol alan iki atlı imgesi. (şüphesiz tatar çölü etkisi... teğmen drago ve yüzbaşı ortiz'i hatırlatıyor. biraz ilerde karşılarına bir köprü çıkar ve diğer yana geçmek gerekirse hem nietzsche'ye hem de nazan bekiroğlu'na atıfta bulunabiliriz. bu 'kısa oyun'un yazarını -daha doğrusu yazmaya çalışan- her okuyuşunda salya sümük ağlatan tatar çölü ise bir 'sahne'ye sığmayacak, başarabilirseniz ancak bir hayata sığabilecek kadar uzun bir hikaye.)

sahne üç:

nehrin herhangi bir kıyısı...
geçen günlerden birinde dost meclisinde mutlak gerçekliğin ne olduğuna dair konuşuyorduk. belki de yoktu öyle bir şey. sözgelimi bir saatlik bir süre sevişmek için kısa idi ama beklemek için çok uzun. o halde bir saatin hem kısa hem uzun olduğunu söylemek pekala mümkün. bir ömür mesela; her şeye fazlasıyla yeter de aşka az gelir. aşkın kadim zamanda verilen sözü hatırlamak olması en çok bu yüzdendir.

"bir şey hem siyah hem beyaz olabilir."

sahne dört:

nehrin diğer kıyısı...

decartes, ahlak mektupları'nda zamanının kelimeleri ve olanaklarıyla "etki-tepki kanunu"ndan bahseder. 'etki'nin 'tepki'ye neden olabilmesi için boşlukta yer kaplayan cisimlerin ağırlığa sahip olması gerektiğini söyler ve sorar; "o halde, nasıl oluyor da boşlukta yer kaplayan ve bir ağırlığı olan vücut, boşlukta yer kaplamayan ve bir ağırlığa sahip olmayan ruhun etkisine maruz kalıyor?"

sayfanın kenarına sanki çözümü bulan bir bilim adamı edasıyla şunu not etmiştim: her ne kadar ruh ve vücut farklı şeyler olsa da bir araya geldiklerinde yepyeni bir şey olurlar. asıllarından bağımsız bir gerçekliğe bürünürler.

su gibi... aslında bir gaz olan hidrojenden iki ölçek, oksijenden de bir ölçek alın ve neler oluyor görün. ben gördüm.

sahne arkası:

neye ihtiyacın olduğunu bilmiyorum ama sana uymayı reddediyorum. bu oyunda yokum. en başından bu yana yaptığımı yapmaya devam edeceğim. yani yolumu yürümeye...

kolundan tutup sürükleyemem seni. ve seni hiçbir şeye de ikna edemem. ne yapacaksan buna kendin karar ver. benden ve hayata dair cevaplarımdan bağımsız olarak.

sahne beş:

susmak için şartlar müsait.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

tehlikeli gibi duruyor.

verbumnonfacta dedi ki...

tehlike her an her yerde.

içimizde, oyunlarda, hayatın orta yerinde, bir ölçek ondan bir ölçek bundan alınarak elde edilen terkiplerde...

hatta "sıfırların toplamı"nda.

Hayal Kahvem dedi ki...

vnf, oyun mu var yoksa? Hey, bayılırım oyunlara:) Önce şöyle başlayayım isterseniz...

"Bir fikrim var... Niçin küçük bir oyun oynamıyoruz?
İnsan taklidi yapalım, sözde insanmışız da... Hiç olmazsa bir süre için.
Ne dersiniz? Hadi insan taklidi yapalım...
Ah, dostum,
herhangi bir şey için heyecanlanacak bir insanla karşılaşmayalı o kadar zaman oldu ki..."

(John Osborne, Öfke)

Selam olsun...

verbumnonfacta dedi ki...

oyun her zaman var. ama biraz "tehlikeli oyunlar" bunlar.

o gün, hayatımın bundan sonrasında daha alçak gönüllü bir kişi olacağım diye kendime söz vermemiş olsaydım, j. osborne ya da siz henüz benimle karşılaşmadığınızdan öyle, derdim.

ama o gün söz verdim.

size de, selam olsun.