18 Ekim 2010 Pazartesi

antalya: bir festivalden fazlası (sonra)

pek de kısa sayılamayacak hayatımda türk sinemasını etkileyen üç tane devrime şahit oldum: seksenlerin sonunda yeniden açılmaya başlayan sinema salonları, eşkıya ve en nihayet geçtiğimiz günlerde sona eren altın portakal film festivalinde ulusal uzun metrajlı film yarışması' yla taçlanan büyük sinema patlaması...

*

seksenli yılların sonu doksanların başında rahat koltuklar, klimalar ve sağlam ses-görüntü sistemleriyle yeniden açılmaya başlanan sinema salonları, oynattıkları 'devamlı' filmlerle nezih bir yer olmaktan çıkmış sinemalara eski itibarını yeniden kazandırıp, 'film sinemada izlenir' çok haklı sözüyle sinemaseverleri bu salonlara davet etmişlerdi.

daha çok film gösterebilmek için icat edilen cep sineması komedisi, büyük şirketlerin kendi filmlerinden başkasına izin vermeyerek zor durumda bıraktığı bağımsız ya da yarı bağımsız filmler ise bu devrimde dökülen kardeş kanıydı.

*

eşkıya ise uzun süredir üretim ve seyirci sayısı bakımından büyük bir çöküş yaşayan ve elinde kalan ne varsa hollywood şirketlerine kaptıran türk sinemasının kaderini değiştirdi. aynı zamanda kendisini burjuva sınıfının buhranlarına kaptırmış türk sinemasının neden seyirci tarafından benimsenmediğini dost düşman herkese gösterdi. çünkü, batıya uzanmaya çabalasak da köklerimiz doğudaydı ve masallara ihtiyacımız vardı. edebiyatta yapmıştık ama sinemada 'varoluş' umuzu sorgulamak için henüz erkendi.

tüm zamanların izleyici rekoru kırıldı. türk filmi izlenmez yargısı yıkıldı. tek kötü yanı ise yavuz turgul gibi usta bir yönetmenin sonrasında sadece eşkıya taklidi filmler (gönül yarası ve senaryosunu yazdığı kabadayı) yapması, büyük oyuncu şener şen' in sonraki filmlerinin eşkıya' nın yeni macerası gibi durması.

*

doksanlı yılların ikinci yarısında nasıl pop müziği patlaması yaşanmışsa benzer biçimde on yıl sonra sinema patlaması da yaşandı. belki bu patlama kraltv muadili bir kanal doğurmadı ama gerek dijital kamera kullanımının düşürdüğü maliyetler gerek kültür bakanlığı ve sponsorların desteğiyle her türk entelinin içinde 'yol filmi çekmek' diye bir aslan yattığı ortaya çıktı.

bu patlama olmasaydı polis, takva, organize işler belki çekilecek ama sonbahar özcan alper' in zihninde bir gün gerçek olmayı bekleyen bir hayal olarak kalacaktı. biz de türk sinemasının son on yıldaki en iyi işinden mahrum kalacaktık.

ve bu yıl... altın portakal film festivali ulusal uzun metrajlı film yarışması' nda yaşları yirmi beşle otuz beş arasında değişen genç yönetmenler çoğunluktaydı. öyle ki derviş zaim, orhan oğuz, sinan çetin, tayfun pirselimoğlu' nun filmleriyle yarışan bu yönetmenlerin dokuzu ilk filmleriyle oradaydı.

üstelik bu gençler ödüllerin 'çoğunluk' unu da aldılar.

festivalin asıl galibi ise venedik film festivali’ nde ‘geleceğin aslanı’ ödülünü kazandıktan sonra kendi seyircisi önüne ilk kez altın portakal’ da çıkan ve yarışmada 'en iyi film' , 'en iyi yönetmen' ödüllerini kazanırken, başrol oyuncusu bartu küçükçağlayan' a da 'en iyi erkek oyuncu' ödülünü kazandıran çoğunluk oldu. çoğunluk da yönetmen seren yüce' nin ilk filmi. ve seyredenlere göre sonbahar' dan sonraki en iyi ilk film.

belki bu gençlerin kaderi de tek albümlük (hatta tek şarkılık) saltanatları olan şarkıcılar gibi olacak. yine de geriye sonbahar, uzak ihtimal, vavien kalsa bile değmez mi?




notgibi: bazı münafıklar yaş itibariyle şahit olabileceğim halde otoparka dönüşen, yerlerine apartman dikilen yazlık sinemaları neden listeye almadığımı soracaktır.
orada akan kan lehimize değildi ki devrim olsun.
olsa olsa darbedir.

Hiç yorum yok: