22 Ekim 2009 Perşembe

o sahne: chungking express (1994)

bu film, hong-kong gibi kilometre kareye düşen insan sayısının en çok olduğu bir şehirde nasılsa yalnız kalmış dört kişinin hikâyesini anlatır...

oldukça hüzünlüdür. bazan da komik.

sevgilileri tarafından terkedilmiş, yaka numarasından ibaret iki polis memuru, sürekli yağmurluk ve güneş gözlüğü ile dolaşan sarı peruklu bir kadın, california dreamin' eşliğinde uzaklar hayali kuran genç garson kız.

yönetmen wong kar wai'nin uzadıkça uzayan ashes of time'ın işleri arasında bir yandan yazıp bir yandan çekerek üç ayda tamamladığı bu yalnızlık şiiri, bir çok sahnesi ile o sahne konusu olabilecekken son günlerde sürekli gözümün önüne gelen yağmur altında delice koşan bir adam imgesi yüzünden burası oluverdi.

ama o sahneyi oldukça önceden başlattım; öncesiyle bir bağlantısı olduğu için.

peki, itiraf ediyorum: en çok da kıyamadığım için.

*

sürekli "aşkta işler kötüyse, koşuya çıkarım. vücut su kaybeder, böylece gözyaşı için vücutta su kalmaz." diyerek ortalıkta dolanan, sevgilisinin kendisini terk etmesinin ardından doğum günü olan bir mayısa kadar her gün bir tane 'bir mayıs' son kullanma tarihli konserve ananaslardan alarak biriktiren ve sevgilisi o gün de dönmemiş olursa otuzunu da yiyerek intihar etmeyi planlayan numara: iki yüz yirmi üç ile yağmur yağarsa diye yağmurluk giyen, güneş açarsa diye güneş gözlüğü takan sarı peruklu kadın bir barda karşılaşır.

adam, başarısız intihar girişiminin ardından hem alkole sığınmak hem de kapıdan giren ilk kadına aşık olmak istiyordur. kadın kötü bir gün geçirmiştir; yorgundur ve arkadaş istemiyordur. yine de kazanan numara: iki yüz yirmi üç olur.

gecenin sonunda, "koşu yapmak ister misin?" diye sorar. kadının isteği ise bellidir; "tek istediğim, uyuyabileceğim bir yer."

o sahne buradan sonra başlıyor. biliyorum seyretmek gerekir. ama cümleler de yeterince anlatıyor. çağrı merkeziyle yaptığı kısa konuşmanın dışındakilerin hepsi numara: iki yüz yirmi üç'ün iç sesinin anlatıcılığında...



'uyuyabileceğim bir yer'i mecazi anlamda kullanmamıştı. o gece tv'de iki tane eski film seyrettim ve dört 'şef salatası' yedim...

güneş doğduğunda gitmek zorunda olduğumu biliyordum...

ancak, gitmeden önce ayakkabılarını çıkardım. annem, bir kadın topuklularla uyursa ayaklarının şişeceğini söyler. dün gece çok fazla yürümüş olmalı. böyle hoş bir bayanın ayakkabıları temiz olmalı...

...

tam olarak saat altı sıfır sıfırda doğdum. iki dakika sonra gerçekten yirmi beş yaşında olacağım. bu, çeyrek asır demek! bu tarihi anı kutlamak için koşuyorum. vücudumdaki fazla sudan kurtuluyorum. çok iyi hissettiriyor...

sahayı arkamda bırakıp, çağrı cihazıma bakmaya karar verdim. bununla birlikte, beni kimsenin aramayacağını biliyordum...

-hesap üç yüz altmış sekiz.

-parola, lütfen.

-"ölümsüz aşk".

-yedi yüz iki no'lu odadaki arkadaşınız "doğum günün kutlu olsun" diyor.

-teşekkürler.

...

bir mayıs bin dokuz yüz doksan dört'te bir kadın bana "doğum günün kutlu olsun" diyor. şimdi onu hayatım boyunca hatırlayacağım. hatıralar kutulansaydı onların da son kullanma tarihi olur muydu? eğer öyleyse, asırlar boyu bozulmamalarını isterdim
.*



*çeviren: cHuJu (imam)

2 yorum:

Ludmilla dedi ki...

En sevdiğim Wong Kar Wai filmi, yazıdan sonra tekrar izleyesim geldi. Ama önce Ashes Of Time izleyeyim en iyisi.

verbumnonfacta dedi ki...

bu ara sadece 'chungking express' ya da 'ashes of time' değil bütün bir külliyat izlenmeli; evden kaçıp hollywood da çektiği 'my blueberry nights' ve 'eros' un en iyi üçte biri olan 'the hand' de dahil.
sanırım iyi gelir.