13 Haziran 2021 Pazar

bir masada iki kişi: hiç ihtimal

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- dönme ihtimali var mı?

- sadece ihtimal olarak var. o da kibirden uzak durmak, büyük konuşmamak için.

- bekleyişler, okunan kitaplar, seyredilen filmler, zaman geçsin diye oyalanmalar bu yüzden demek?

- asla. geçmişin tecrübesi hâlâ benimle çünkü. konuştuklarımız, yazdıklarımız, yaptıklarımız... ben, beni o şekilde sevmesine talibim. daha azına değil.

*

söylemeye gerek yoktu. söylemedim de zaten. köprünün altından bu kadar su akmışken onun beni öyle sevmesi imkansız derecede mümkündü ancak.

11 Haziran 2021 Cuma

mcguffin

ya da macguffin...

enrique vila-matas'ın aradığımı bulamadığım ama zaman zaman beni çok güldüren "anlatı"sı... (iyi ki var bu kelime. yoksa, "roman" demeye dilimin varmadığı ama "deneme" de diyemediğim metinleri n'apar, nereye koyardım?)

ne diyordum? enrique vila-matas'ın aradığımı bulamadığım ama zaman zaman beni çok güldüren anlatısı kassel'de mantık aramak bir mcguffin denemesi* ve mcguffin'in ne olduğuna dair bir tartışma ile başlar. açıkcası ne olduğunu anlayamamış, anlayamayınca da, boşver, diyerek yoluma devam etmiştim. çok geçmeden bambaşka bir yer ve metinde, hem de "yalancı bahane" açıklamasıyla bir defa daha rastlayınca üzerine düşünmeden edemedim.

ne olduğunu ise ne olmadığından yola çıkarak anladım. umarım...

çehov'un "duvara asılı" ünlü "silah"ını duymuşsunuzdur: ilk bölümde, duvarda bir tüfek asılı, diyorsanız, ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır.

herkes bilir. edebi eserlerde yalınlıktan yana duran ve öyküyle doğrudan ilgisi olmayan ne varsa metinden atmayı tavsiye eden bu cümle zamanla kural olmuş, "eğer başta bir silah görünürse o silah daha sonra patlar" biçimine dönüşmüştür.

mcguffin ise tam tersi. duvarda asılı duran, belki görünce patlayacak ihtimalini zihnimize kaydettiğimiz ama patlamayan, hikâyenin sonunda varlığını zaten unutmuş olduğumuz için patlamadığını bile fark etmediğimiz silah. başka bir deyişle hikâye için önemliymiş gibi yapan ama öyle olmayan ayrıntı demek.

tıpkı, 'genellemeler' gibi. her insanın tek ve biricik olduğu bir gerçeklikte, sadece konuya girmeye yarar. evet, bunu daha önce demiştim.

ya da berlin'de başlayıp new york'ta nihayetlenen bir romanın berlin duvarı ile başlaması gibi.

oysa konunun duvarla ilgisi yoktur. her şey aşkla ve hayatı boyunca babasını özlemiş bir adamla ilgilidir.


*: "bir yazar ne denli avangardsa bu sıfatla anılmaya o denli itiraz edecektir," cümlesi bahsettiğim deneme. bir de, tam burada fark ettim ki, mcguffin bahsi bizzat mcguffin olabilir.

8 Haziran 2021 Salı

rövanş

klasik leyla ile mecnun hikâyesinden hareketle kemal sayar'ın leyla'ya bakışını ve yaklaşımını anlatınca, "o benim" demeye getirmiş, "acabasız sahiplendim" demişti.

şimdi burada olsa, onu yeşilçam dizisine götürür, yedinci bölümün başını izletirdim. sonra da, artık bir manasının kalmadığını bile bile, "al, bu da benim!" derdim.

*

çaresizim* eşliğinde akan görüntülerin peşi sıra ofise gelen semih, sigara dumanıyla dolu odasında elindeki fotoğrafa özlemle bakan hakan'ı görür. nihayet kendini dinleyecek birisini bulan hakan da konuşmaya başlar:

"aşıkmışım enişte... aşık olacak gibi olursam gözlerimi kapatıp beşe kadar sayıyordum. sonra oradan kaçıyordum. çok aşık olursam da olurum, diyordum. ders verilmiyormuş, ders alınıyormuş, enişte. aşık olmadım, diyordum. aşıkmışım meğer. meğer it gibi seviyormuşum aysel'i."


*:funda söylüyor.

6 Haziran 2021 Pazar

dakika ve skor

"Fark ettim de yürüyüş sanatı başka şeylerin yanı sıra insanın lafı ağzına geldiği gibi söyleme dürtüsünü iyice pekiştiriyordu; insan sözlerin adeta ağzından havalanıp çıkmasına izin verircesine söylüyordu bunları. Ağzımızdan çıktığı âna kadar uzun uzadıya törpülenen ve ancak sağduyuyla formüle edilip dile getirdiğimiz şeylerden farklı olarak düşünülmemiş ve doğrudan yürüyüş sırasında çıkıveren cümle, cüretkâr ve tuhaf olabilir, kendi ağzımızdan çıkan başka cümlelere benzemeyebilir; öte yandan öyle beklenmedik bir söz dizimi ortaya çıkarır ki, kimi durumlarda hiç bilmediğimiz halde yıkıcı biçimde bize ait olduğunu farketmekten ötürü afallayabiliriz."*


*: enrique vila-matas, kassel'de mantık aramak

5 Haziran 2021 Cumartesi

suzan teyze

her zaman deniz feneri bekçisi değildim. bir zamanlar, ebeveynlerin çocuklarının arkadaşı olduğu için ferahlık duyduğu arkadaştım mesela. ya da annelerin damadı olsun istediği çocuk.

arkadaşlarımın ebeveynleri aynı ferahlığı bugün de hissediyor ama damadı olayım isteyen annelerden pek emin değilim.

yol uzun, söylenmemiş söz "hâlâ" çok. "niye acaba?" diye diye önceki cümlede takılıp kalan tayfayı kurtaralım ilk: müdür olmaya ihtiyaç duymuyorum, ne de olsa kralım. alaçatı'da yazlık, denizi uzaktan da olsa gören kıraç ege tepelerinde bir kaç dönüm arsa planım, aynı arabanın bir üst modeli için internet sitesi turlayacak, uygun faizle konut kredisi bulacak vaktim yok. hayatın doğal akışı içinde gelene itiraz etmiyorum ama çok daha fazlasına sahip olmak için mesai harcamak yerine sahip olduklarım için şükretmeyi tercih ederim her şeyden önce.

kenan ve mem.'i dümdüz ettiğimiz, dolayısıyla king faslını erken bitirdiğimiz akşamlardan biriydi. ömer abinin getirdiği keyif çayını içerken hafta sonu planım olup olmadığını sordu ali abi. yani ihtiyar. ya da yaşlı adam...

cuma akşamı olmazdı. "cuma akşamları muhakkak cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası'nı dinlemeye giderim," dedim. peşi sıra "şaka yaptım," diye yeminler etsem de hem küfür yedim hem de masayı terk eden ali abi kalan çayını karşı masada tek başına içti.

ali abi eşinden yeni ayrılmıştı o zaman. yeni bir başlangıç yapmayı aceleye getirmemek için de bir süredir annesinde kalıyordu. sürekli beni anlatıyormuş evde. öyle dedi. annesi de, "yemeğe çağır da tanışalım, hem ev yemeği yemiş olur," diyerek beni yemeğe davet etmiş. yuvalama yapacakmış. analı kızlı çorbası diye de bilinirmiş ama babasının tayini nedeniyle ayrıldıkları ve bir daha dönmedikleri memleketlerinde yuvalama deniyormuş.

"laf aramızda," dedi, ali abi. "annem mükemmel yapar. parmaklarını yersin."

davete sevgilim de dahildi ama ali abiyi tanımama vesile olan iki ortak arkadaşımız daha bize katıldı.

suzan teyze daha ilk anda bir anne şefkatiyle kuşattı bizi. üstelik ali abinin gençliğinin nereden geldiğini de o ilk anda anlamış oldum. adam, "hepinizi gömerim ben" derken çok haklıymış.

görmüş geçirmiş, hayatı üstüne koyarak yaşamıştı suzan teyze. eski istanbul hanımefendilerini değilse de günümüzde yalnızca trt arşivlerinde yaşayan bir tür olan ve kameraya düzgün bir türkçeyle konuşan örnek insanları hatırlatıyordu. meraklı ve ilgiliydi. üstelik, doğru soruları sormayı biliyordu.

ali abi haklı çıkmıştı. sadece yuvalama değil bütün yemekler, masada yaptığımız sohbet, kısaca akşam çok güzeldi. ama o akşamın en güzel anı kızların suzan teyzeye yaşını sordukları andı. "mümkün değil, yetmiş iki!" dedik hep bir ağızdan. "hiç göstermiyorsunuz." üstelik cildi o kadar güzeldi ki.

suzan teyze, aldığı iltifattan memnun olmuş ama o iltifatı nereye koyacağını bilemeyenlere hep olduğu gibi hafifçe kızardı. mahçup bir edayla, "avrupa krem kullanıyorum. belki ondandır," deyiverdi. kutlu bir andı. unutmadım. ölene kadar da unutacağımı sanmam.

o akşamları bir çok defa tekrar ettik. suzan teyze ne zaman beni yalnız yakalasa bir sürü soru sordu. susmam gerekenleri sustum ama ne cevap verdimse doğrusunu verdim.

daha önce de söylemiştim; "mahalleden ilk taşınan ben oldum". ama her fırsatta geri döndüm. sadece artık hayalini kurduğu çatı katında yaşayan ali abiyi değil bir kaç sokak ötede oturan suzan teyzeyi de ziyaret ettim bu dönüşlerde. en son gördüğümde yatağa değilse de ev içine hapsolmuştu. abdest alırken düşmüş, sonrasında geçirdiği ameliyat hareketlerini kısıtlamıştı. üzüntümü ne kadar saklamaya çalışsam da, veda kucaklaşmasında kulağıma, "insanlara yük olmak çok zoruma gidiyor," deyince kendimi tutamadım.

bu akşam üzeri ali abi aradı. kitap okuyormuş, paylaşmak istemiş. peşi sıra oradan buradan konuştuk. laf arasında "annem öldü benim," dedi. yeni değilmiş. üzülmeyeyim diye söylememiş. zaten ne yapacakmışım ki? oysa sonuncusu bayramda olmak üzere son dönemde sık görüşmüştük. şimdi de ağzından kaçırmış, yoksa söylemezmiş. kurtulmuş, son dönemleri çok zor geçmiş suzan teyzenin.

"ama senin çok hoşuna gidecek bir şey oldu," dedi. "babamın mezarını açtık, onun yanına emanet ettik annemi. on dört şubattı. yıllar sonra sevgililer gününde kavuştular."

romantiğiz ya, "hoş olmuş," dedim.

ahmet güntan'ın bir röportajını okumuştum tam da. "beraber yazma" bağlamındaki soruya verdiği cevabın ve kollektif üretime yaklaşımının "aşk gibi" olduğunu düşünüyordum. fena hâlde aşka benziyordu. evet, bildiniz. çünkü romatiğim. ama şimdi bambaşka bir cevabı düşünüyorum.

"bir arkadaşınızla bütün gün beraber olduğunuzu düşünün. evde annesi ölmek üzere. o arkadaşınızın o gün başat anlatısı anne ölümüdür değil mi? ama o konuyu hiç konuşmazsınız. bir gözlükçüye girersiniz. orada tezgâhtar size gözlükler gösterir. çay ikram eder. çocuğunun bir okul sorunundan söz eder. oradan kemeraltı'nda yürürsünüz, kestane pazarı'nda bir kahve içersiniz. arkadaşınıza işinizdeki bir sorunu anlatırsınız. o sırada pazarın girişinde hayvan satan dükkânda bir kanarya şakımaya başlar. durup onu dinlersiniz. oraya kadar gelmişken bir aktara uğrar sığırkuyruğu var mı diye sorarsınız. aktarın önünde iki kişi para yüzünden bağırarak kavga eder. bir oğlan sevgilisini kendine çeker. bütün bunları izleyen üçüncü bir göz o günün başat anlatısı olan anne ölümünü belki bir iki noktada ancak yakalar, durumu ucundan kavrar, ama o anlatı orada çay bardaklarının, gözlüklerin, kahve fincanlarının, baharat kokularının arasında konuşulmasa da ağırlığınca durmaktadır."*


*:birikim, sayı:380, aralık- 2020.

1 Haziran 2021 Salı

yeni sezon

leyla ile mecnun, in treatment, dexter... hiçbiri en sevdiğim dizi değil belki. ama hepsi de çok sevdiğim ve bitmesini istemediğim, zamansız bitti diye düşündüğüm dizilerdi.

ya da diziler... in treatment'ın yeni sezonu şu an izlenebiliyor. haberlere göre dexter sonbaharla birlikte gelecek, leyla ile mecnun'un çekimlerine ise bu yaz başlanacak.

devam etmelerini çok isterdim ama buna dair umutlarımı rafa kaldırmıştım. kendi zamanlarında kalmaları, her güzel anı gibi zaman zaman kendilerini hatırlatmaları hoşuma gider olmuştu. yine de, haberleri okur okumaz nasıl heyecanlandığımı anlatamam. sinemadan çıkmış da, "kaldırımlardan taşan kalabalıkta" onu görmüş, yılın son öğleden sonrasında meteorolojilerin öngöremediği bir kar yağmaya başlamış gibi.

şimdi heyecanlanıyorum ve mutluluğunu saklamayan bir yazı yazıyorum ama behzat ç. gibi berbat bir "devam" tecrübesi yaşadık aslında. kadrodan eksilenler, söylenmeyeni söyleyeceğim diye zorlayan, bana hiç mi hiç temas etmeyen senaryosu, seyretmekle bir katile prim kazandıracak olmak duygusu olası bir keyfi elimden almıştı.

ya da bana öyle geldi. aslında sorun yeni bölümlerde değil bendeydi. diziyi izlemiş, şimdiki ben olarak yıllar önce hissettiklerimi hissedemeyince hayal kırıklığına uğramıştım. bu durumda bir tuhaflık, şaşırtıcı bir yan yoktu yani. yanlışlık, yeni bir diziyi eskinin devamı sanmaktaydı belki de.

anlayacağınız, hayal kırıklığına uğrayacağımı biliyor yine de heyecanlanıyorum. oysa, çok iyi "geçmişte bırakmak"la övünür dururum hep.

çocukken, "yokluğum ve varlığım arasındaki farkı anlasın" diyen bir mantık ve ahmakça gururla, biraz büyüyünce de, "ben geldiği zamanki hâlini istiyorum ama o gittiği hâliyle dönecek," diyen bir gerçekle.

28 Mayıs 2021 Cuma

ölebilmek

genel kabulün aksine yaşamda sadece bir tane doğum ve bir tane ölüm yok. "aç parantez" ve "kapa parantez" arasında bir sürü küçük ölüm ve yeniden doğuş, hayat senfonisinin ara verdiği bir sürü sessizlik de var.

bazan "dibe vurmak" var. ki, dibe ayağımızı vurup o destekle yüzeye fırlama şansı verir bize. 

bazan öylece durmak var. kalbinizin böcüü ölmüştür. "napıyosun?" diye soran olursa, "hiç işte, duruyorum," der, geçmesini beklersiniz. 

bazan pencereden dışarı bakmak, masaya bırakılan bir anahtarlığın, kapanan kapının sesinin susmasını beklemek var. 

üniversite dördüncü sınıfta "o kız" tarafından terkedilince, bununla baş edebilmek için haftada üç gün herkesten ve her şeyden kaçarak havuza yüzmeye gitmek var. bölümün en kazık dersini tek vuruşta devirmek, yolculuğa çıkmak, isfahan üzerinden buhara ve taşkent'e gitmek, roman yazmak, taşınmak, eve geri dönmek var.

bazan da kuşlar üzerine yazılmış bir kitapta*, ördeklerin tüy değiştirme dönemlerini okurken, "tıpkı beni anlatmış," demek var. 

hâl beyanı, dakika ve skor ya da her neyse...

*

"yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek. kuş, sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. bu, onun için yaşamsaldır. tüyleri mükemmel durumda değilse uçamaz. bizim için de böyledir. tüy değiştiremememiz, geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur. 

kuşlarda tüy değiştirme dönemi kırılgan bir dönemdir. kimi zaman, bir süreliğine uçamazlar, bazı ördekler buna örnektir. o zaman eklips tüy döneminde (plumage d'eclipse) oldukları söylenir. dökülen bazı asli tüylerin yeniden çıkmasını beklerken kuşun kendini biraz paranteze aldığı bu dönemi ifade etmek için ne hoş bir tabir. kuş kırılgan olduğunu bilir, ölçülü hareket eder, hiçbir önemli işe girişmez. sabreder. tekrar bütün gücünü toplamak, tüm güzelliğine yeniden kavuşmak için yenilenmenin gerçekleşmesini bekler.

bazen biz de böyle yapmalıyız.

bizi durmadan, hiç gevşemeden başarı göstermeye iten bir toplumda, hayatımızın kırılgan dönemlerinde "şarj olmak", gücümüzü toplamak için kendimizi "gölgede bırakmayı", gereken zamanı ayırmayı artık bilmiyoruz. bir yas sürecindeyken "hayat devam ediyor" sözünü defalarca duymuşuzdur. bir aşk acısından sonra "biri gider, biri gelir" dendiğini, yoldaşımız olan bir hayvanı kaybetmemizin ardından "sonuçta sadece bir hayvandı" lafını peki? sanki geri çekilmeye, acı çekmeye tam hakkımız yokmuş gibi. ama hayır yas tuttuktan sonra hayat aynı şekilde devam etmez. hayır, yitip giden aşk geri gelmez yaşam başka mutluluklar başka karşılaşmalar getirir elbette ama kaybın derinliğini kabul etmemek de neyin nesi? artık kimse bize vakit tanımıyor, acının iyileşmesi için gereken uzun zamanı -zorunlu tüy değiştirme zamanı- bahşetmiyor."


*: kuşların felsefesi, philippe j. dubois- elise rousseau (domingo yayınevi)

26 Mayıs 2021 Çarşamba

ellerinden belli olur bir kadın*

yerlerin ve göklerin, ve dahi ellerinin de asıl sahibi ona fark etmediği bir iyilik yapmış, kırılganlığını ele versin de söze gerek kalmasın, anlatmak için kelime aramasın diye, zariften daha zarif eller vermişti gül rengi, köşeli tırnaklarla süslediği.

bu iyiliği fark etmesi içinse, kadınların ellerinden başladığına inanan bir adamla karşılaşması gerekmişti.


*:sezai karakoç, monna rosa

24 Mayıs 2021 Pazartesi

ikna

hâlâ gülüyorum...

çalışma masasına oturmuş, kendimi bilgisayar ekranına bakmaya zorluyordum. telefonumun ekranı aydınladı, bir süre öyle kaldıktan sonra karanlığına geri döndü. bir kaç dakika daha zorladım kendimi ve "önemli bir şeydir belki?" diyerek telefona geçiş yaptım.

iki whatsapp mesajı. ikisinin de başında "iletildi" notu. "ben mesajlaşmayı sevmiyorum"cu tayfa için, başkası tarafından yollanmış mesajı üçüncü bir kişiye yolladığınızda mesajın başına whatsapp çalışanlarınca düşülen not olduğunu söyleyelim de bunun, bir sevabı varsa kaçırmayalım.

ilki bir fotoğraf. mutfak tezgahının üzerinde bir fincan. neredeyse şampiyonluk kupası büyüklüğünde. içinde bir sap unutmabeni çiçeği. bir kaç dalı var ama bir sap olduğu belli.

ikincisi ise, gülümseme ikonuyla biten bir kaç cümle: "seninki dışarıdaydı. az önce elinde unutmabeni çiçeği ile geldi ve ilk olarak seni, eve dönüp dönmediğini sordu. bu çiçek senin içinmiş. özür dilemek için."

hemen aradım. o kadar renksiz bir hayatım var ki bu tarz hikâyeleri kaçırmaktan ölesiye korkuyorum çünkü.

oğlu,-ki beyfendi henüz dokuz yaşında bile değil- playstationda oyun oynarken, ona sormadan, hâliyle izin de almadan, sistemde tanımlı kredi kartı hesabını kullanarak yeni bir 'dünya' satın almış. telefonuna gelen bildirimle durumu öğrenince evi aramış ve -kendisine itimat edersek- "hemen o playstationı kapatıyorsun!" demiş. sonra da gerekli yerleri arayıp, playstationın hemen ortadan kaldırılmasını emretmiş. belki de rica etmiştir. günahını almayayım şimdi.

sonrasını tahmin ettiniz sanırım.

"peki," dedim. "çiçeği görünce ne dedin?"

cevabı netti.

"yemezler!.."

*

evet, hâlâ...

21 Mayıs 2021 Cuma

dakika ve skor

"Hatta ben, kendi dışımda kalan birçok şeyi bilmediğim gibi,  ne yazık ki insanın aradığını hiçbir zaman, hiçbir yerde bulamayacağını da bilmiyormuşum. Bulamazmış oysa... Ona benzer birtakım şeylerle karşılaşabilirmiş belki, çoğu kez bunlardan bazılarını aradığı şeyin ta kendisi sanabilir, hatta onlara bir an için sımsıkı, hiç kopmamacasına sarılabilir ve işte böylece, insanın algılama zayıflığından doğan tatlı bir yalanın içinde bir süre de olsa oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi avunabilirmiş ama, nedense aranan asıl şey hep insanın içinde kalırmış... Hem de, kimi zaman kılık değiştirip kendini başka bir şeymiş gibi kabul ettirerek, kimi zaman sesini soluğunu kesip kısacık bir dalgınlığa dönüşerek, kimi zaman da bir el hareketinin nedensizliğine, bir bakışın bulanıklığına, bir iç çekişin derinliğine ya da bir soluk alıp verişin alışılmışlığına gizlenerek kalırmış..."*


*: hasan ali toptaş, bin hüzünlü haz

19 Mayıs 2021 Çarşamba

ağlamak

"ağlamak bir muammadır."

twitter, facebook, instagram ve hatta whatsappin durum mesajı hanesi... sosyal medyanın her türü için ne kadar işlevsel bir cümle değil mi? görüntü olarak güzel, kısa ve vurucu olduğu kadar romantik ve vaatkâr üstelik.

belki biz ölümlüler paylaşsa bir şey olmaz ama sarışın, renkli gözlü yazar müsveddesi e.ş(49), gönül adamı ve ailemizin terapisti kemal sayar, takip edememe hastalığından mustarip büyük türk düşünürü dücane beyfendi, aylık çıkan "mizah-edebiyat: ikisi bir arada" dergilerinden birinde iki satır yazısı çıktı diye yazar sıfatıyla gelin güvey olan tiplerden bir tanesi ya da ilahiyatçı kızlara kıyafet ve makyaj malzemesi satan çok takipçili hesaplardan biri paylaşsa binlerce beğeni alır, kitaplara epigraf olurdu.

"tırnak içi" olması boşuna değil bu arada. çünkü başkasından aldım. sandığınız gibi bir şiirden, nihayete erdiğinde boş gözlerle ekrana ya da perdeye bakakalacağınız bir filmden ya da yaz günleri için kitaplığımızda hazır ettiğimiz aşk romanlarından değil ama.

bilimsel bir kitaptan. daha doğrusu charles darwin'in notlar'ından. en doğrusu ise günlük niyetine tuttuğu bin sekiz yüz otuz sekiz tarihli not defterinden bir alıntı bu. darwin henüz otuz yaşında. beagle seyahatinin üzerinden iki yıl geçmiş. yüzmüş yüzmüş evrim fikrinin kuyruğuna gelmiş. insanoğlunun maymundan geldiğini ikna olmuş ama henüz bunu halka ilan etmemiş. 

gülme mevzuunu düşünürken, insanların gülünce tıpkı babunlar gibi köpek dişlerini sergilemelerine bakarak gülmemizin ve gülümsememizin izlerinin maymunların yiyecek bulduklarında diğerlerini haber verme yönteminden kaynaklanabileceğini fark etmiş:"konuya bu şekilde yaklaşmak önemli, gülmek, ulur gibi sesler çıkarmayı değiştirdi, gülümsemek gülmeyi değiştirdi. diğer hayvanlara çeşitli türlerde müjdeli haber vermek için ulumak, avın varlığının bildirilmesi keşfi. belli ki tüm bunlar yardımlaşma arzusundan doğmuştu."

sonra bu düşüncenin devamı gelir, ama darwin, ağlamanın neyin değişmiş hali olduğunu bulamaz. ve bunu üç kelimeyle itiraf eder: "ağlamak bir muammadır."

yoksa, "ağlamak, bozkırı ikiye bölen tren yoluna arkadaş telgraf tellerine asılı kalmış eski bir uçurtma kalıntısıdır," mı demeliydi?