6 Ocak 2025 Pazartesi

gassal (2024)

hayır, gassal övmeye gelmedim. övecek kadar çok sevmedim çünkü. ama yerecek kadar da kötü değil.

iyi bir fikir. sıradan hayatlardan da anlatı çıkabileceğini cümle aleme gösteriyor. dizi yapmak için manken ölçüsünde başrol oyuncularına, her sahnede değişen pahallı ve dekoltesi çok kıyafetlere, parlak ışıklara, geniş salonlara, mafya bağlantılı tiplere, yasak ilişkilere, iki saati aşan sürelere, hatta istanbula gerek yok diyor.

diğer yandan, diyalogların kötülüğü güzelim senaryoyu berbat etmiş. woody allen tarzı gevezelikleri geride bırakmış bir izleyici olarak diziyi çok konuşkan buldum. her cümlede mizah arayışı, taşı gediğe koyma çabası da komik falan değil. mizahın keskin nişancı tüfeğine benzeyeni makbüldür oysa. tek kurşun hakkın vardır, atar vurursun. aksi takdirde, av tüfeğinden çıkan onlarca saçmadan bir kaçının hedefi bulması gibi olur. bu da hiç komik değil.

mizah denemeleri ve yanından eksik olmayan hüznüyle bana after life dizisini hatırlattı bana. absürd diyecekleri de varoluşçuluk ya da başkaldırı felsefesi başlıklı kitaplarla döverim. en iyisi ne siz yorulun ne de ben. gidin "güzel olamayacak kadar gerçek bir web dizisi" öcüler'i izleyin.

övgüyle karşılanan, bölüm sonlarına eklemlenen müzikler ise bu coğrafyanın bir gerçeğine hakkını teslim etmekten başka bir anlam ifade etmiyor benim için. fikir olarak da icra olarak da özel bulmadım.

başrol oyuncusunu hiç ummadığım kadar başarılı bulsam da onu görmeye tahammül edemiyorum. tipinden hoşlanmıyorum, komik de bulmuyorum ama hatırda kalacak bir iş çıkardığı kesin.

ama yan roller... tadından yenmiyor.

/ikinci perde/

ne denli kamplaşmaya teşne bir toplum olduğumuzu bir defa gördüm bu dizi sayesinde. sokak, aile toplantıları, çay ocakları, yeni nesil kahveciler, bekar evleri, kermesler, üniversite kampüsleri ne durumda bilmem ama sosyal medyada bir dizi yüzünden kavga edebilecek insanlar var.

trt dizisi diye çamur atanlar gördü bu gözler. leyla ile mecnun da öyleydi. hatta arşivde gezinirken keşfettiğim parmak damgası da.

blutv dizisi olsa, iran'dan çıksa üzerine makaleler yazacak, izlemeyene küsecek tipler öyle bir burun kıvırıyor ki şaşarsınız.

başrol oyuncusunun bir kadına şiddet vakasının faili olduğundan dem vuranlar, uyuşturucu ve alkol etkisinde araç kullanmakla bir aileyi yok eden, yalan beyanla kolluk kuvvetlerini kandıran ama ne hikmetse korona bahanesiyle 'serbes' kalan bir katilin dizisini bayram havasında izliyorlar ama. çünkü biri mahalleden arkadaş, diğeri öteki çarşıdan.

adım gibi eminim: bu dizi mahalleden arkadaşlarının işi olsaydı albert camus'nun yabancı'sı ile başlayan eleştiriler okuyor, girizgahını ezberliyorduk: bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum.

ortalık "ay, tıpkı meursault!" nidalarıyla inliyor, "kim daha yabancı?" tartışmaları bitmek bilmiyordu.

iyisi mi ilk aklıma geldiği gibi bitireyim, yoksa söz uzayacak: "diziyi çeken onur ünlü olsaydı övgüden ortalığı yıkardınız. tıpkı, bir ara ishal olmuş gibi peş peşe çektiği filmlere yaptığınız gibi."

oysa hem onur ünlü'yü hem ah muhsin ünlü'yü sever sayarız.

/üçüncü perde/

biliyor musunuz? ben bu ikiyüzlülükten çok sıkıldım. sadece halkımızın kamplaşmaya teşne yapısından değil.

/dördüncü perde/

aslında, kültürel iktidar bahsi için şartlar müsait.

ama canım istemiyor.

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

Ben de çok sıkıldım bu ikiyüzlülüğe, saflara ayrılmaya, herşeyde bilirkişi olmalara. Bitmedi bunlar yıllardır. Reklamından itibaren çok şey söylenen diziyi izlemedim ama dediğiniz gibi çarpık ilişkiler, mafya adamları, şıkır şıkır kadınlar olmadan da bir dizi yapılabiliyormuş diyor bir çok insan.. Belki bu yüzden bir bakarım.

verbumnonfacta dedi ki...

o iki yüzlülük ve kamplaşma olmasaydı bu yazı olmaz, diziyi seyreder geçerdim muhtemelen. neden ülkemizi hep beraber zengin, mutlu, güçlü, adil bir ülkeye dönüştürmek için çabalamıyoruz da ilk fırsatta kamplara ayrılıyoruz anlamıyorum. daha önce de dediğim gibi, acıda ortaklıktan başka ortaklığımız yok.

iki yüzlülük dediğim ise şu. benim farklı fikirde olmaya itirazım yok. hatta ne kadar insan varsa o kadar fikir var zannımca. ama bu konuda olqn biten düpedüz taraftarlık. kendinden olana her koşulda alkış, olmayana her koşulda taş.