yalnız tazeliğini yitirmiş, kabuğu buruşmaya yüz tutmuş, başka bir deyişle suyu çekilince geriye özü kalmış elmaları daha çok seviyorum sanki.
/bundan freudyen manalar çıkaracak kişilerin kalbini kırarım. kaldı ki, o mesele yıllar evvel öykücü'ye, "ilk defa kendimden küçük birine aşık oldum, onunla da evlenmek istiyorum," deyip de "erkek doğasına dönüş yapmışsın işte" cevabını aldığım an hallolmuştu. üstelik, "yirmili yaşlardaki kızlarla takılma yaşı"m geldi de geçiyor benim./
sevmediğim şey ise, ne zaman meyve bahsi açılsa 'yeşil elma'nın anılması. nasıl ayar oluyorum bir bilseniz. hatta, dozu arttıralım: kuruluyorum.
gözümün önüne yoga matının üst kısmını ele veren çantalar, sinemaya giderken bile peşi sıra sürüklenen raketler, dünyaya islami değerler ışığında bakmak iddiasında olan ama ne hikmetse oğlanı tenise, kızı keman öğrensin diye müzik ağırlıklı özel okula yollayan anneler geliyor. bir de, psikoloğundan duyduğu, "sizde mükemmelliyetçilik var!" cümlesini iltifat sanan cengaverler.
"yeşil elma' sevince kendini özel sananlar, yok öyle bir şey. havalı falan da olmuyorsunuz. belki biraz sosyetik(!)...
hepsi bu!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder