en başta o 'reis'ı türkçedeki 'reis' sanıyordum. ki bunda saramago'nun pessoa'ya saygı duruşunda bulunduğu harika kitabın adının türkçeye ricardo reis'in öldüğü yıl diye çevrilmesinin de payı var. bir gün şüpheye düşüp araştırınca, pessoa'nın yarattığı alt kimliklerinden biri olan 'ricardo reis'ın ad olduğunu öğrendim. ve bulduğum ilk fırsatta anadili portekizce olan birine sorunca da 'rays' diye okunduğunu...
üstelik, en sevdiği yazar saramago'ydu: sevindim. lisede sarmago'yu ders olarak işlemişlerdi: kıskandım.
saramago'yu görece geç keşfettiğimi, ilk okuduğum romanının körlük olmasına rağmen beni asıl ricardo reis'ın öldüğü yıl ile yakaladığını, hatta yirminci yüzyılın en iyi üç romanı listemi alt üst ettiğini anlattım.
birazdan pessoa'ya geçeceğim. türkiye'deki ününün yarısını iki bin dört yılının sonuna doğru istanbul'da açılan fernando pessoa ve şürekâsı adlı sergiye, diğer yarısını da huzursuzluğun kitabı'na borçlu olduğunu söyledikten sonra pessoa'nın alt kimlikleri arasında neden bahse değer bir kadın olmadığını tartışmaya açabilirim. "annesine düşkünlüğüyle bilinen, cinsel tercihlerini de hemcinslerine yöneltmiş izlenimi bırakan pessoa yoksa bir cinsiyetçi miydi?" diye de sorabilirim gülücüklerden, belki de kahkahalardan yapılma bir cevap almak için.
sağ olsun, beni sakince, yüzünde yaramaz çocuklara yakışan bir tebessümle dinledi. söz sırası kendisine geçince de "siz, asıl antónio lobo antunes okumalısınız!" dedi.
ilk defa duyuyordum. bir kağıda yazıp verirse ne güzel olurdu. eve dönünce kağıda yazdığı adı internetlere sordum. türkçeye çevrilmiş iki kitabı vardı yalnızca. ve hakkında bir kaç sosyal medya paylaşımı, türkçedeki arka kapak yazılarının dışında başka hiçbir şey yoktu. hiç olmazsa birini okumak arzusuyla lanetlilerin oyunu'nu ısmarladım şehre giden bir arkadaşa.
bunları da o kitabı okuduktan, "siz, asıl antónio lobo antunes okumalısınız!" cümlesini -sanıyorum- anladıktan sonra yazıyorum. bu anlamak aynı zamanda antunes'in neden portekiz dışında popüler olmadığını da açıklıyor.
portekizli biri size orhan pamuk ve peşi sıra ahmet hamdi tanpınar övüyor, siz de "asıl ihsan oktay anar okumalısınız!" ya da "siz asıl hasan ali toptaş okumalısınız!" diyorsunuz. çünkü anar'ın kelimelerle kurduğu masalsı dünyası, toptaş'ın da kelimelerinin üzerine basa basa dolaştığımız bir evreni çevrilemez ve ne yazık ki çevrilse dahi aynı etkiyi veremez.
tıp eğitimi alan antunes'in de benzer bir dünyası var. bu yüzden çevirmen duru örs'ün bütün becerisine ve iyi niyetine rağmen bir sürü güzelliğin portekizcede kaldığına eminim. yine de keyifle okudum. okurken bir çok yazarı ve kitabı andım.
benzetmelerinin güzelliği, benzetme yaparkenki cüreti bana murat menteş'i ve her şeyi başlatan kült romanı dublörün dilemması'nı hatırlattı. anlatının giderek büyük aile romanına dönüşmesi ve olaylar da yüzyıllık yalnızlık'ı. ama onun gibi değil de bizzat marquez'in "en çetin, en cüretli çalışmam" dediği başkan babamızın sonbaharı gibi yazılmıştı. özellikle ilk bölümde hissettiğim ulysses havası sonraki bölümlerde dağılsa da, dublin-joyce ve lizbon-antunes bağı kuran ve "antunes'e nobel verin ulan!" diyen bir kaç yazı okudum sonradan.
ama beni asıl etkileyen ise yazarın birinci tekil şahısla anlatırken aniden tanrı-yazara geçmesi ve kahramanı üçüncü tekil şahısa dönüştürmesiydi. ya da tersi...
"yağmur başladı. sabah evden çıkarken iyi ki şemsiyemi yanıma almışım, diye düşündüm. şemsiyesini açmaya çalışırken karşı kaldırımda eski sevgilisini gördü, ona söylemesi gerekenler olduğunu hatırlayarak şemsiyeyi açmadan yanına gitti." tarzı, herhangi bir yazı atölyesinde asla kabul görmeyecek, eleştiri konusu olacak bu yerler adeta yazarlık gösterisi gibiydi.
ipin ucunu kaçırdığım, karakterleri karıştırdığım, zaman zaman geriye döndüğüm anlar olsa da severek okudum. pişman değilim. bu kitabı yeniden okumak değilse de dünyanın sonundaki yer'i okumayı iple çekiyorum.
peki, siz ne dersiniz? sizce pessoa cinsiyetçi mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder