18 Ekim 2020 Pazar

heyecan ve hayret

marketten çıkmıştım. anahtarı arıyordum. anahtar dedimse bisiklet kilidinin anahtarı, araba anahtarı değil. tam o sırada, yoyodan bahseden bir kadın sesi çalındı kulağıma. galiba anneydi, oğluyla konuşuyordu.

bir yandan yoyo ile nasıl oynandığını, çocukken onun da bir tane olduğunu ve çok sevdiğini anlatıyor, bir yandan da az önce aldıkları oyuncağın paketini açmaya çalışıyordu.

nihayet işimi bitirip o tarafa baktım. kadının bana sırtı dönüktü ama durduğum yerden çocuğun yüzünü görebiliyordum. dikkatle yüzüne baktım. çünkü paketten heyecan ve hayret çıkacağını, bunun da mutlu bir çocuk yüzüne sebep olacağını düşündüm. böyle bir an güne yeter de artardı.

kadın, yani anne kolunu ileri uzatıp nasıl oynandığını göstermeye başladı. dikkati aşağı yukarı hareket eden tekerlekte olduğu için oğlunun yüzünü göremiyor, "nasıl, beğendin mi, güzel mi?" gibi sorularla çocuğun fikrini öğrenmeye çalışıyordu.

oğlan, güzel, beğendim gibi kısa cevaplar verdi. ama bir problem vardı. çocuk bisikletime bakmış, etrafı seyretmiş, yanımızdan geçenleri incelemiş, hatta benimle göz göze gelmiş ama bir defa bile oyuncağa bakmamıştı.

hayal kırıklığı tamam da nasıl öfkelendim anlatamam. büyüyünce politikacı olur bu, dedim. evet, bu küfür demek. şiddete karşı olmasam ağzını, burnunu kırardım o öfkeyle.

tam burada bütün kalbimle, "allah dünyanın bütün çocuklarını fiziksel ve psikolojik şiddetten korusun." diyelim de mevzu bir yanlış anlamaya yol almasın.

ama bu, şiddetin her türlüsüne karşı olduğum anlamına gelmesin. "şiddeti de yerine göre bir enstrüman olarak kullanılabileceğimi" ölümlü dünya'yı izlemeden önce de biliyordum. hatta keyifli olabileceğini.

ama o an, dört beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim o çocuktan nefret ettim. oysa o yaşlardaki erkek çocuklarını çok severim. kız çocuklarını ise her yaşta.

ilk defa denizde yüzdüğünde mutluluktan deliye dönen, telefonda babasına "baba teniz... baba teniz..." deyip duran iki yaşında bir oğul ya da tavanında parlayan yıldızlar yüzünden heyecanlanan bir kız çocuğu ne güzel oysa.

4 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

zamane çocukları artık bizi heyecanlandıran, mutlu eden şeylerden öyle uzaklar ki. 4 yaşında ki çocukların yıllarca dumura uğramış, gereksiz ekran görüntüleriyle dolmuş zihinleriyle okula geldiklerinde oyuncaklarla oynamadıklarını bile gördüm.
orada şiddet göstereceğin ebeveyni olmalı bence vnf.

verbumnonfacta dedi ki...

zihinlerini özgür kılmak için ne yapılabilir bilmiyorum. her türlü ekrandan uzak tutmak yeterli mi? belki de canlarının sıkılmasına izin vermek, o bataktan kendi kendilerine kurtulmalarını beklemek gerek. diğer türlüsü "balık vermek" gibi geliyor bana.

ama emin olduğum iki şey var: ilki, çocukların ebeveynlere doğru düzgün tesli edildiği ama onların bozduğu, ikincisi de, size bu konuda itimat etmem gerektiği.

ebeveynlerin canına okuyacağım

Denize Bakan Ev dedi ki...

değil. üstteki sorunuzun cevabı.
çünkü ben 1980-90'larda geçirdiğimiz çocukluğumuzdaki beynimizin nöropsikolojik yapısı ile 2010'ların çocuklarınınkinin çok farklı olduğunu düşünüyorum. etrafta müthiş bir elektronik algı kirliliği var, çocuğa ekran vermesen, bisiklet tepesinde ormanda büyütsen de aynı şekilde çocuk yoyo ile oynamak istemiyor. çocuğun beyin yapısı bence buna izin vermiyor. dikkat süresi biz yetişkinlerin bile kısaldı (bakınız müzikte hit şarkı süreleri, sosyal medya paylaşımlarının süreleri, yazılı basının format değişikliği vs) çocukların çok daha kısa. bir şeyi merak etse bile hızla mekanizmayı anlayıp "ee şimdi?" moduna geçiyor çocuk. bunu zekâ ile karıştırmayalım, bu bir konsantrasyon sorunu.. bunu tetikleyen ve geliştiren de malesef değişen medya ve özellikle interaktif medya tutumları...
çocuğa ya da aileye "dalmadan" :) önce bunu düşünebiliriz.. sonuçta bahsettiğiniz anne yoyo almış çocuğa umutla, daha ne yapsın kadıncağız, deniyor belli ki.. çocuk da ayrı gariban, bu kadar hızlı akan bir gerçeklikte yoyo? :))) ayrıca yoyoya da sinirlendim, bir türlü 5 seferi geçiremezdim!

verbumnonfacta dedi ki...

konunun uzmanları konuşunca susmak zorunluluk hâline dönüşüyor.

"dalmadan" ifadenizi okuyunca kendimi muhatabına tam "kafayı gömmek" üzereyken montundan çekilen lise önü serserisi gibi hissetim. ama bilinsin isterim; bu, şiddetin karşı olduğum bir çeşidi.

bence kendinize yoyo alabilir, bir kaç antreman sonra rekorunuzu yukarı çekebilirsiniz.