şarkıyı da, o kızla nasıl tanıştığımızı da unutmuşum. sonra hatırladım ama.
/okuldan bir arkadaşım boş zamanlarında radyoda çalışmaya başlamıştı. yapacak bir şey bulamadığım bir gün, verdiğim sözü tutup ziyaretine gittim. program arkadaşı da vardı. çay içip sohbet ettik. şenlikli, keyifli bir gündü. ayrılırken ziyaret edecek bir kişi daha olmuştu radyoda. çok geçmedi zaten. arkadaşım yoktu ama geçen defa geldiğimde tanıştığım arkadaşı ve bir kız vardı.
o da radyocuymuş. sabah başlayan neredeyse öğleye kadar devam eden bir program yapıyormuş. biraz hafif, biraz komik. bazan metin de okuyormuş. posta gazetesinin üçüncü sayfasındaki haberler mi, diye sordum cüretime şaşırarak. masmavi ve kocaman baktı. atilla atalay falan, dedi. üstelik, sadece 'komikçi' anlatılarını değil, bazan aşka gelip kitaplarının sonuna eklediği 'kalpli" öyküleri de okurmuş.
bunu saymazsak beni çok güldürdü o gün. eğer öyle bir ödül veriyor olsaydım, "beni en çok güldüren kadın ödülü"nü ona verirdim ayrılırken./
sonra da çok güldürdü beni. galiba ben de onu çok güldürdüm. mesela, "evlenmeden olmaz," dediğimde. kolayca tahmin edeceğiniz üzere, ne evlendik ne oldu.
yine de programının ilk şarkısını benim için çaldı bir süre. o şarkıyı dinlemeden evden çıkmazdım. bazan trafiğe takılır bazan geç uyanır, şarkı da geç başlardı. o zaman koşmam, mahalle camiinin bahçesinden köşegeni boyunca geçmem gerekirdi. evet, o zaman da biliyordum: bir üçgende herhangi bir kenarın uzunluğu diğer iki kenarın uzunlukları toplamından küçüktür. hipotenüs de olsanız bu böyledir.
aslında rakçı olacak kızdı. ama radyonun politikası gereği pop müzik çalmak zorundaydı. o da pop müzikmiş gibi yapan sert parçalar çalardı. deliler'in yeni türkü yerine haluk levent yorumu gibi...
sadece o yorumu değil kıraç'ı da ondan öğrendim. bana "anadolu rock"ının modern temsilcisi gibi görünmüştü. ünlü olunca da hasköy sahilinde bisikletiyle dolaşmaya devam ettiğini, hasköy çocuğu olduğunu öğrenince daha sevdim.
bir gün o ilk şarkıyı beklemeyi bıraktım. çok geçmedi, o şehirden taşındım. radyoda karşıma çıkmazsa kıraç da dinlemez oldum. ama geçenlerde bir röportaj okudum.
/kıraç, o röportajla omuzunun üzerinde düşünen bir kafa taşıdığını bir defa daha göstermiş. sadece orhan pamuk eleştirileri ezbereydi. ingilizce eğitimi konusunda kendisiyle aynı noktada buluşsak da onun geldiği yol farklı ve yanlış. yabancı dil eğitimine değil yabancı dille eğitime karşı çıkmak doğru olan./
kıraç'ı hatırlayınca geçmişe değilse de şarkılarına döndüm. en çok da bu şarkıyı dinler oldum. müzik söz uyumu, kıraç'ın yorumu muhteşem. halk şiiri geleneğini sürdüren, türkü olmaktan son anda vaz geçmiş sözleri harika.
neredeyse iki aydır her fırsatta dinliyorum. çünkü "aç içimde dağ çiçeğim". çünkü "bu ateşin kül olası yok".
*: kıraç, dağların kadını
/okuldan bir arkadaşım boş zamanlarında radyoda çalışmaya başlamıştı. yapacak bir şey bulamadığım bir gün, verdiğim sözü tutup ziyaretine gittim. program arkadaşı da vardı. çay içip sohbet ettik. şenlikli, keyifli bir gündü. ayrılırken ziyaret edecek bir kişi daha olmuştu radyoda. çok geçmedi zaten. arkadaşım yoktu ama geçen defa geldiğimde tanıştığım arkadaşı ve bir kız vardı.
o da radyocuymuş. sabah başlayan neredeyse öğleye kadar devam eden bir program yapıyormuş. biraz hafif, biraz komik. bazan metin de okuyormuş. posta gazetesinin üçüncü sayfasındaki haberler mi, diye sordum cüretime şaşırarak. masmavi ve kocaman baktı. atilla atalay falan, dedi. üstelik, sadece 'komikçi' anlatılarını değil, bazan aşka gelip kitaplarının sonuna eklediği 'kalpli" öyküleri de okurmuş.
bunu saymazsak beni çok güldürdü o gün. eğer öyle bir ödül veriyor olsaydım, "beni en çok güldüren kadın ödülü"nü ona verirdim ayrılırken./
sonra da çok güldürdü beni. galiba ben de onu çok güldürdüm. mesela, "evlenmeden olmaz," dediğimde. kolayca tahmin edeceğiniz üzere, ne evlendik ne oldu.
yine de programının ilk şarkısını benim için çaldı bir süre. o şarkıyı dinlemeden evden çıkmazdım. bazan trafiğe takılır bazan geç uyanır, şarkı da geç başlardı. o zaman koşmam, mahalle camiinin bahçesinden köşegeni boyunca geçmem gerekirdi. evet, o zaman da biliyordum: bir üçgende herhangi bir kenarın uzunluğu diğer iki kenarın uzunlukları toplamından küçüktür. hipotenüs de olsanız bu böyledir.
aslında rakçı olacak kızdı. ama radyonun politikası gereği pop müzik çalmak zorundaydı. o da pop müzikmiş gibi yapan sert parçalar çalardı. deliler'in yeni türkü yerine haluk levent yorumu gibi...
sadece o yorumu değil kıraç'ı da ondan öğrendim. bana "anadolu rock"ının modern temsilcisi gibi görünmüştü. ünlü olunca da hasköy sahilinde bisikletiyle dolaşmaya devam ettiğini, hasköy çocuğu olduğunu öğrenince daha sevdim.
bir gün o ilk şarkıyı beklemeyi bıraktım. çok geçmedi, o şehirden taşındım. radyoda karşıma çıkmazsa kıraç da dinlemez oldum. ama geçenlerde bir röportaj okudum.
/kıraç, o röportajla omuzunun üzerinde düşünen bir kafa taşıdığını bir defa daha göstermiş. sadece orhan pamuk eleştirileri ezbereydi. ingilizce eğitimi konusunda kendisiyle aynı noktada buluşsak da onun geldiği yol farklı ve yanlış. yabancı dil eğitimine değil yabancı dille eğitime karşı çıkmak doğru olan./
kıraç'ı hatırlayınca geçmişe değilse de şarkılarına döndüm. en çok da bu şarkıyı dinler oldum. müzik söz uyumu, kıraç'ın yorumu muhteşem. halk şiiri geleneğini sürdüren, türkü olmaktan son anda vaz geçmiş sözleri harika.
neredeyse iki aydır her fırsatta dinliyorum. çünkü "aç içimde dağ çiçeğim". çünkü "bu ateşin kül olası yok".
*: kıraç, dağların kadını
4 yorum:
Kıraç’ın sesi orkestrası da olmuş, gürlüyor. Çok güzel :)
başka sevdiğim şarkıları da var kıraç'ın. ama en güzeli bu.
Yok. Bir garip aşk bestesi en güzeli. Bence.
'ilk üç', kesin.
Yorum Gönder