yaklaşık bir yıldır sosyal medyanın twitter sokağında oynadığım bir oyun var: fenerbahçe kadın voleybol takımının eski, italyan takımı savino del bene scandicci'nin yeni oyuncusu, aztek tanrılarının biz ölümlülere bir armağanı olan samantha bricio'yu hedef alan tivitler atmak.
bunu iki sebeple yapıyorum. bu tarz bir serserilikten keyif aldığım ve komikçi olabilmek için.
çünkü, şenlikli bir adam olduğum hâlde ne zaman yazmak söz konusu olsa duygusal akorlara bastığımın farkındayım. apartman toplantısı tutanakları ya da kanun hükmünde kararname yazsam da değişen bir şey olmuyor. ilkokulda duvar gazetesine yazdığım, üçüncü kat batı koridorunun öğrenciler derse girdiğindeki yalnızlığını anlatan ve sevgili ilkokul öğretmenimin kitaplık dediğimiz camlı dolabın anahtarını benden alıp serap'a vermesine neden olan yazıdan başlayarak şu sayfalara kadar hep öyle.
samantha bricio'yu, cev kadınlar ligi iki bin on yedi- on sekiz sezonunda imoco volley conegliano ile yaptığımız ve her defasında iki-sıfır öne geçtikten sonra kaybettiğimiz grup maçlarında keşfettim. kabul, o zaman aztek tanrılarının voleybol sahalarına armağanıydı ve at kuyruğu olsun diye topladığı saçlarının ortaya çıkarttığı alnını henüz fark etmemiştim. çok geçmeden asıl güzelliğinin "güzel olduğunun farkında olmayan kadın güzelliği" olduğunu anlayacaktım. aztek tanrıları... yapıyorlar işte.
bir kaç ay sonra, "yeni bir şehirde başka bir tecrübe ve yeni insanlar tanımak için istanbul'a taşınacağını" duyan arkadaşlar transfer parasını benim ödediğimi iddia ettiler. "hepsini değil," diye cevap verdim ama yalandı.
bir yıl bizi onurlandırdıktan sonra kendini daha özgür ve mutlu hissedeceği italya'ya geri döndü. her fırsatta yanına koştuğu genç, triatloncu, hayvan gibi yakışıklı italyan sevgilisi bunda etkili olmuşsa da bilmemeyi tercih ederim.
tam bu sırada bir arkadaşım devreye girdi. kendisi satrançta türkiye ikincisi, öss sekizincisi (yılını hatırlamıyorum) ve judoda balkan şampiyonudur. ilk roman ödüllerinden birinde kendisine mansiyon getiren, zamanla 'ilahiyatçı kızlar'ın tivit atarken el kitabına dönüşen kısa romanı ve ikea mutfak masası montaj yarışması ikinciliği vardır. evet, ikeadan yüz dolar aldım bu reklam için. farkındayım, bu espriyi daha önce de yaptım.
en son attığım, "şimdi sen gidiyorsun ya herkes sana benzeyecek," mesajından sonra aşk acısı çektiğimi düşünmüş olmalı ki beni daha sık arar olurdu. vakitli vakitsiz, geçiyordum uğradım bahanesiyle eve gelmeye, bana fark ettirmeden aşrı kesicileri saymaya başladı. baktı, ağrı kesicilerin sayısında değişiklik yok, "başka ağrı kesici var mı?" diye ağzımı aradı hatta. kendisi eklem ağrılarından muzdarip ya, beni de kendisi gibi yaşlı sanıyor. bu böyle gitmez diyerek, annesine de çıtlatmış durumu, ki kadıncağız mukabele, yasin, hatim bahanesiyle uzak yakın bütün akrabaları dolaşmış. annesinin keşiflerini benimle paylaşmaya kalkınca, "anneni boşuna yormuşsun," dedim ama pes etmişe benzemiyor.
hani benden yüz bulsa, erkek erkeğe içilecek, "sana kız mı yok oğlum?" muhabbeti çekecek. bir kaç gündür telefonlarına çıkmayınca da mesaj atmış. her zamanki gibi üzülme demeye getiriyor. hayat devam ediyormuş, "yaz geçer"miş "yine gelir"miş falan...
sonuna da eklemiş: bedia ceylan 'daha' güzelce...
bunu iki sebeple yapıyorum. bu tarz bir serserilikten keyif aldığım ve komikçi olabilmek için.
çünkü, şenlikli bir adam olduğum hâlde ne zaman yazmak söz konusu olsa duygusal akorlara bastığımın farkındayım. apartman toplantısı tutanakları ya da kanun hükmünde kararname yazsam da değişen bir şey olmuyor. ilkokulda duvar gazetesine yazdığım, üçüncü kat batı koridorunun öğrenciler derse girdiğindeki yalnızlığını anlatan ve sevgili ilkokul öğretmenimin kitaplık dediğimiz camlı dolabın anahtarını benden alıp serap'a vermesine neden olan yazıdan başlayarak şu sayfalara kadar hep öyle.
samantha bricio'yu, cev kadınlar ligi iki bin on yedi- on sekiz sezonunda imoco volley conegliano ile yaptığımız ve her defasında iki-sıfır öne geçtikten sonra kaybettiğimiz grup maçlarında keşfettim. kabul, o zaman aztek tanrılarının voleybol sahalarına armağanıydı ve at kuyruğu olsun diye topladığı saçlarının ortaya çıkarttığı alnını henüz fark etmemiştim. çok geçmeden asıl güzelliğinin "güzel olduğunun farkında olmayan kadın güzelliği" olduğunu anlayacaktım. aztek tanrıları... yapıyorlar işte.
bir kaç ay sonra, "yeni bir şehirde başka bir tecrübe ve yeni insanlar tanımak için istanbul'a taşınacağını" duyan arkadaşlar transfer parasını benim ödediğimi iddia ettiler. "hepsini değil," diye cevap verdim ama yalandı.
bir yıl bizi onurlandırdıktan sonra kendini daha özgür ve mutlu hissedeceği italya'ya geri döndü. her fırsatta yanına koştuğu genç, triatloncu, hayvan gibi yakışıklı italyan sevgilisi bunda etkili olmuşsa da bilmemeyi tercih ederim.
tam bu sırada bir arkadaşım devreye girdi. kendisi satrançta türkiye ikincisi, öss sekizincisi (yılını hatırlamıyorum) ve judoda balkan şampiyonudur. ilk roman ödüllerinden birinde kendisine mansiyon getiren, zamanla 'ilahiyatçı kızlar'ın tivit atarken el kitabına dönüşen kısa romanı ve ikea mutfak masası montaj yarışması ikinciliği vardır. evet, ikeadan yüz dolar aldım bu reklam için. farkındayım, bu espriyi daha önce de yaptım.
en son attığım, "şimdi sen gidiyorsun ya herkes sana benzeyecek," mesajından sonra aşk acısı çektiğimi düşünmüş olmalı ki beni daha sık arar olurdu. vakitli vakitsiz, geçiyordum uğradım bahanesiyle eve gelmeye, bana fark ettirmeden aşrı kesicileri saymaya başladı. baktı, ağrı kesicilerin sayısında değişiklik yok, "başka ağrı kesici var mı?" diye ağzımı aradı hatta. kendisi eklem ağrılarından muzdarip ya, beni de kendisi gibi yaşlı sanıyor. bu böyle gitmez diyerek, annesine de çıtlatmış durumu, ki kadıncağız mukabele, yasin, hatim bahanesiyle uzak yakın bütün akrabaları dolaşmış. annesinin keşiflerini benimle paylaşmaya kalkınca, "anneni boşuna yormuşsun," dedim ama pes etmişe benzemiyor.
hani benden yüz bulsa, erkek erkeğe içilecek, "sana kız mı yok oğlum?" muhabbeti çekecek. bir kaç gündür telefonlarına çıkmayınca da mesaj atmış. her zamanki gibi üzülme demeye getiriyor. hayat devam ediyormuş, "yaz geçer"miş "yine gelir"miş falan...
sonuna da eklemiş: bedia ceylan 'daha' güzelce...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder