başlamadan önce vesikalı yarim'i analım hadi. hani, halil sabiha'ya adını sorar, "sabiha," cevabını alınca olaylar gelişir ya.
"sabiha asıl adın mı?"
"yok yalancı. takma isim olsa sabiha mı olur?"
*
dostluğumuz çok eski. okul biter bitmez çalışmaya başladı. iki yıl sonra da ücretsiz izin alıp amerikaya gitti. iznin sonunda dönmeyince müstafi sayıldı doğal olarak. zor bir kaç yıl, gece yarısı telefonları, çinli arkadaşlar falan. alın size o zamanların özeti... galiba yeni bir alanda eğitim almaya da kalktı ama neydi hatırlamıyorum. döner dönmez askerlik ve işine dönünceye kadar babasının yanında geçen, sıkıntıdan patladığı günler.
o günlerde sosyal medya denilen illete yakalanmış. "yalan yok, can sıkıntıma iyi geldi," diyor. dostluklar kurmuş. sevgili bile yapmış. buna biraz şaşırdığımı, "can sıkıntısı insana neler yaptırıyor," dediğimi iyi hatırlıyorum.
sözü uzatmayalım. muhabbet ilerlemiş bu sevgiliyle. e-posta, telefon numarası derken, daha da görünür olma vakti gelip çatmış. kız fotoğrafını istemiş. bizimki de yollamış. doğuştan sürmeli zeytin karası gözleri, ülke standartlarına göre oldukça esmer teni, biçimli yüzüyle korkmasına gerek yok çünkü. kaldı ki, tarz sahibidir. bakımlı, kıyafet tercihleri özenlidir. üniversitede, "süslü" dediğimiz birinden bahsediyorum ne de olsa.
"hangisi?" diye sordum sanki bütün fotoğraflarını biliyormuşum gibi. "köprüde. senin çektiğin," dedi. hatırladım. sonbahar gelmiş ama yaz bitmemişti. misafir konumunda olmanın şımarıklığıyla, ben balık yemek istiyorum, diye tutturmuştum. yakari'yle bir olup, köprü'ye gidelim, dediler. gittik de. ikisini yan yana oturtup, ikinizi de görmüş olurum, diyerek karşılarına geçmiştim.
deniz çok güzeldi. eminönü, iyice eğikleşen güneş ışığının altında altın rengine boyanmıştı. balıklar henüz gelmemiş ama ikisi alkol denizinde usul usul kulaç atmaya başlamıştı.
ama yakari'yi kesip atmış yanından. kız fotoğrafı alınca, sormuş: "bu gerçekten sen misin?" bizimki de, bu soruyu neye yoracağına bilemediği için "yok sahte. sahte fotoğraf olsa bunu mu yollarım?"
"bence sevinçle demiştir," dedim. "sonunda soru işareti değil, ünlem işareti de olabilir," diye devam edecektim ama beni susturdu. "bir önemi yok artık."
"sabiha asıl adın mı?"
"yok yalancı. takma isim olsa sabiha mı olur?"
*
dostluğumuz çok eski. okul biter bitmez çalışmaya başladı. iki yıl sonra da ücretsiz izin alıp amerikaya gitti. iznin sonunda dönmeyince müstafi sayıldı doğal olarak. zor bir kaç yıl, gece yarısı telefonları, çinli arkadaşlar falan. alın size o zamanların özeti... galiba yeni bir alanda eğitim almaya da kalktı ama neydi hatırlamıyorum. döner dönmez askerlik ve işine dönünceye kadar babasının yanında geçen, sıkıntıdan patladığı günler.
o günlerde sosyal medya denilen illete yakalanmış. "yalan yok, can sıkıntıma iyi geldi," diyor. dostluklar kurmuş. sevgili bile yapmış. buna biraz şaşırdığımı, "can sıkıntısı insana neler yaptırıyor," dediğimi iyi hatırlıyorum.
sözü uzatmayalım. muhabbet ilerlemiş bu sevgiliyle. e-posta, telefon numarası derken, daha da görünür olma vakti gelip çatmış. kız fotoğrafını istemiş. bizimki de yollamış. doğuştan sürmeli zeytin karası gözleri, ülke standartlarına göre oldukça esmer teni, biçimli yüzüyle korkmasına gerek yok çünkü. kaldı ki, tarz sahibidir. bakımlı, kıyafet tercihleri özenlidir. üniversitede, "süslü" dediğimiz birinden bahsediyorum ne de olsa.
"hangisi?" diye sordum sanki bütün fotoğraflarını biliyormuşum gibi. "köprüde. senin çektiğin," dedi. hatırladım. sonbahar gelmiş ama yaz bitmemişti. misafir konumunda olmanın şımarıklığıyla, ben balık yemek istiyorum, diye tutturmuştum. yakari'yle bir olup, köprü'ye gidelim, dediler. gittik de. ikisini yan yana oturtup, ikinizi de görmüş olurum, diyerek karşılarına geçmiştim.
deniz çok güzeldi. eminönü, iyice eğikleşen güneş ışığının altında altın rengine boyanmıştı. balıklar henüz gelmemiş ama ikisi alkol denizinde usul usul kulaç atmaya başlamıştı.
ama yakari'yi kesip atmış yanından. kız fotoğrafı alınca, sormuş: "bu gerçekten sen misin?" bizimki de, bu soruyu neye yoracağına bilemediği için "yok sahte. sahte fotoğraf olsa bunu mu yollarım?"
"bence sevinçle demiştir," dedim. "sonunda soru işareti değil, ünlem işareti de olabilir," diye devam edecektim ama beni susturdu. "bir önemi yok artık."
6 yorum:
Gerçekten yazıyı siz mi yazdınız? Alıntı mı? :)
alıntı olsa, etiketlerden biri "alıntı" olurdu. "arkadaş"ımın "hikâyesi".
Öyle mi olurdu. sevimsiz bir hikayeyimiş.
keşke bu blog ve civarındaki tek sevimsiz şey bu hikâye olsaydı. başka sevimsiz şeyler de var, bu kadarına pes, dedirten.
bence de sonda ünlem vardi niye
böyle birden kesip atmış..
bence de, sevinç cümlesi. arkadaşım bu cevapla karşılık vermiş ama sevinç cümlesi olduğu sonradan, hikâyenin anlatmadığım kısmında ortaya çıkmış.
arkadaşımın bana anlatırken, bir önemi yok artık, demesi ise sadece bitmiş olmasından.
Yorum Gönder