zaman zaman ya da ihtiyaç duyulduğunda sayfaları aralar, kapadığımda bir defa daha kelimelere iman ederim.
murat belge'nin "başka kentler, başka denizler"inin ciltleri, atilla dorsay'ın 'yüz yıl' üçlemesi, umberto eco hazinesinin nadide parçalarından güzelliğin tarihi ve çirkinliğin tarihi, mesnevi, heradot tarihi, osmanlıca sözlük (pardon, bu yanlış oldu. sözlük bekletilmez, okunur), altyazı'nın 'resmi ve gayri resmi' sinema sözlükleri, doğu-batı'nın araftakiler ve akademidekiler sayıları,... liste uzar, gider.
ama konumuz onlar değil. buradan öncesi; 'giriş', biraz da 'gelişme'.
bir de muhtemelen hiçbir zaman okunmayacak kitaplar vardır. onlarla bir işiniz olmadığını, kitaplıkta boşuna yer kapladığını bilir ama eski bir hatıraya hürmetle artık olmamaları gereken bu yerdeki varlıklarına razı gelirsiniz. ama ilk fırsatta kurtulmak üzere.
körleşme'yi okuduktan sonra büyük bir heyecanla satın aldığım elias canetti külliyatını geriye dönüp tamam etmeyeceğimi biliyorum mesela. yine, ayrıntı'nın 'ağır kitaplar'ından sona kalan bir kaç tanesi hiç mi hiç ilgimi çekmiyor. kendimi tanıyorsam, biyografi ve gezi notları dışında tarihe dair bir şey okumayacağımı da biliyorum. bir zamanlar ilgimi çeken, otuzlu yıllardaki ulusçuluk akımı artık umrumda bile değil. uzak doğunun güneşi japonya da öyle. sevenleri bağışlasın ama türk dili dergisinin özel sayıları da. oysa kaç sahaf dolaşmış, eksikleri tamam etmek için ne diller dökmüştüm.
bu yanıyla kitaplıklar gardropları hatırlatıyor bana. alış veriş yaparken aklımızda olmayan bir şeyi deneriz ve nedense yakışmış gibi hissederiz ya hani.
bir yandan da tarzımız olmadığı için hiçbir zaman giymeyeceğimizi içten içe biliriz ama yine de alırız. çünkü aynada gördüğümüz o kişi olmak isteriz. aradan biraz zaman geçtikten sonra bir zamanlar aldığımız o tuhaf 'şey'i deneriz ve aynaya bakınca gördüğümüz adamı tanıyamaz, o 'şey'in hiçbir zaman tarzımız olmadıgını anlarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder