17 Ağustos 2018 Cuma

efendim*

her ne kadar çocukluğum duvarında -daha doğrusu giriş kapısını verandaya dönüştüren ikinci kat balkonunun sağındaki ilk pencere ile balkon arasında-, "türkü anlamak için türkü dinlemek gerek" yazan, bahçe ortasındaki üç katlı bir evin gölgesinde geçse de ömrümün hiçbir döneminde türkü peşinde koşmadım.

"kestane çıkmış da tabağını beğenmemiş tayfası"ndan olduğum için değil bu. -öyle bir tip olmaktan allaha sığınırım. ya da sığınılması gereken yer ya da kurum ne ise oraya.- belki "yabancı olana hayranlığın gemini azıya aldığı dönem"den ne yapsa kurtulamayan bir ülkede büyümek bu durumda etkili oldu ama bence asıl sebep doku uyuşmazlığı.

kaldı ki, bir kaç örnek dışında türk sanat müziği de sevmem. "bir türlü seni seviyorum diyemeyen" şarkılar gibi gelir bana. daha başlamadan üzerime çöken kasvet yüzünden, varsa da kıymetini fark edemem bile şarkının.

uzun lafın kısası, eğer bir türkü sevmişsem tesadüfen oldu. söz gelimi, gelin(1973) olmasaydı yârim senden ayrılalı, grup abdal olmasaydı bir ay doğar ilk akşamdan geceden, orhan'ın orası olmasaydı şikayet olmasın da bugün dönüp dönüp dinlediklerim arasında olmazdı.

"türkü dinlemem ben. neşet ertaş dinlerim." diyen birine "ya neşet ertaş?" diye sormazsınız herhalde.

yaz başında ercan kesal twitter hesabında bir link paylaşmıştı. meğer sevin okyay'la bayram bahane olmuş, bir radyo sohbeti yapmışlar. iki güzel insanın sohbetleşmesini kaçıramazdım. vakit olarak da müsaittim. tıkladım linke, o tarafa yürüdüm.

su gibi akan bir muhabbet. ercan kesal'ın "abla" hitabı. arada müzik giriyor, biraz dinleniyorlar. kaçıncı müzik idi hatırlamıyorum ama kelimenin tam anlamıyla donup kaldım. görürsem daha iyi anlarmışım gibi telefona başımı çevirdim sadece.

muhteşem bir bağlama ile başladı her şey. bilmediğim bir adam, çok yaķışan sesiyle bilmediğim bir türkü söylüyordu. sözleri de, "her beni gördükçe kaşların yıkma/ ne suçum var ise bildir, efendim" diye başlıyordu.

sonrası malûm. yaklaşık iki aydır en çok dinlediğim eser. üstelik, ben "efendim"in etkisinden kendimi kurtaramadan, bir röportajda alev alatlı'nın kendisine sorulan bir sorunun cevabına, "hüsrandır, yavrum!" diye başladığını okuyacaktım.

alev alatlı bahsi uzun ama türkü burada.

*: nida ateş, efendim

2 yorum:

Candan dedi ki...

linkini paylaştığınız sohbeti sabahın erken saatinde, serinliğinde gözlerim kapalı, yarı uykulu halde dinledim. bir yandan içimin derin derin uyuduğu ama bilincimin tümden açık olduğu, ercan kesal'a duyduğum hayranlığın, saygının bir kez daha arttığı, "sağol ablam"ı duyunca gözlerim kapalı halde gülümsediğim...şükürle, huşu dolu bir kırkbeş dakika yaşadım sayenizde.

teşekkür ederim.

karga sesimle, içinde kaybolmaktan keyif aldığım, tümüyle amatör olan bir türkü korosuna dahil olduğumdan beri her türkünün değilse de "efendim" gibi bazı türkülerin yeri ayrıdır bende de.

verbumnonfacta dedi ki...

hem ercan kesal hem sevin okyay... nasıl da güzeldi.

o koronun önünde saygı ile eğiliyorum.