11 Nisan 2018 Çarşamba

call me by your name (2017)

baştan söyleyeyim, bu bir film eleştirisi değildir. bambaşka bir şeyin, her fırsatta özgürlükçü olduğunu iddia eden insan tipinin eleştirisidir.

*

luca guadagnino'nun yönettiği, en iyi uyarlama senaryo oscarı da kazanan bu filmi geçtiğimiz günlerde izledim.

filmi izlemeden önce, hakkında olumlu olumsuz bir sürü şey işittiğim filme karşı tek bir ön yargım vardı: keşke seksenlerde geçmeseymiş... büyüme öykülerine duyduğum zaaf bile seksenler deyince gözlerimin önüne yüksek bel pantolonlar, vatkalı omuzlar, permalı saçlar gelmesine engel olamıyor çünkü.

filme tek bir an dahi ahlaki yaklaşmadım. kaldı ki geçmişte lolita ve venedik'te ölüm gibi edebi şaheserleri keyifle okumuş, bunların sinema uyarlamalarını da keyifle seyretmiştim. çünkü aslolan sanatın verdiği keyif benim için.

filmi beğendim, diyebilirim. belki italyalı eşcinsel bir sinema eleştirmeni olsaydım, "filmin tek kusuru eşcinsel aşkı zengin sınıfın yaz eğlencesi olarak göstermesi olmuş," derdim. ama üçü de değilim. dediğim gibi, filmi beğendim. özellikle, filmin sonunda babanın oğlunu karşına alıp konuştuğu bir sahne var ki, herkesin benim gibi düşündüğüne, öyle bir ebeveyn olmak istediğine eminim.

film bitti. ben hâlâ o sahnenin etkisiyle akıp giden jeneriğe bakıyordum. filmi birlikte izlediğim arkadaş, "bu çocuk kaç yaşındaydı?" diye sordu. cevabı beklemeden devam etti: o çocuk erkek değil kız, bu film de bir erkekle bir kızın aşkı olsaydı, sübyancılık var diye ortalığı yıkarlardı.

hayır, filmin proje olduğunu ya da eşcinselliği normalleştirmeye çalıştığını iddia etmeyeceğim. çünkü öyle düşünmüyorum. sadece bahsettiğim insan tipinin bayağılığını söyleyeceğim. aynı film on yedi yaşındaki bir kızın hem yaz tatili hem babasına asistanlık yapmak için evlerine misafir gelmiş yirmi beş yaşındaki bir erkeğe aşık oluşunun, yaşadıkları cinselliğin ve bitmeye yazgılı bir yaz aşkının hikâyesini anlatıyor olsaydı ortalığı yıkacak tiplerden bahsediyorum. kolayca tahmin edeceğiniz üzere öylelerinden nefret ediyorum.

bir de şunu düşünelim: on üçüncü yüzyılda bir medrese. herkesten ve her şeyden uzak, allaha yakın iki medrese öğrencisi göz göze geldiklerinde aşkı görsünler. ve bu bir film olsun. aynı tiplerin neler diyebileceğini tahmin edebiliyor musunuz?

bu durumdan sadece nefret etmiyorum aynı zamanda midemi de bulandırıyor.

Hiç yorum yok: