13 Nisan 2017 Perşembe

bir voleybol yazısı

bu yazıyı yazmaya en çok benim hakkım var.

sporun her dalına ilgi duyduğum için değil. erkekler tenisinden sonra en çok kadın voleybolunu sevdiğim için değil.

ilkokul beşte, bir hafta sonu, spor salonunda, antrenmanda, benden yana yuvarlanan topla, kafamda uydurduğum kale ve ceza alanına doğru sağ ayak içiyle yaptığım gelmiş geçmiş en iyi ortadan sonra kapıya uzattığı işaret parmağı yetmezmiş gibi bir de "defol" diye bağıran beden eğitimi öğretmenimin sebep olduğu ukde yüzünden değil. belki de freud haklı olduğu, ojeden o gün etkisiyle nefret etmiş olabileceğim için de değil.

nereye gitseler oraya taşıdıkları "kaynağını gençlikten alan küstah ve şenlikli güzellikleri"yle bana "veleybol'un yanlış, doğrusunun "voleybol" olduğunu öğreten iki güzel genç kız yüzünden değil.

uzun süre alt liglerde mücadele eden fenerbahçe kadın voleybol takımını yeniden birinci lige çıktıktan sonra, özellikle de iki bin beş yılındaki seda tokatlıoğlu transferinin ardından bıkmadan usanmadan takip ettiğim için değil.

müessese takımlarına karşı bir kulüp takımı olarak "haramilerin saltanatını yıkacağız" pankartıyla vücut bulan başkaldırı için değil.

bir geniş aile geleneği olarak fenerbahçeli olduğum için değil.

fırsat buldukça gittiğim maçlarda gençlerden çok yaşlılarla sohbet etmek zorunda kaldığım için değil. onlardan birinde voleybolcuların görünüşü ile ilgili yorum yapan teyzeyi yüzüm kızararak dinlediğim için değil. o gün o teyzeden "feleğin çemberinden geçmiş kadın ve ununu eleyip eleğini asmış kadın kardeşliği ve vurdum duymazlığı"nı öğrendiğim için değil. hamama gitmiş aile büyüğü gibi bana kız beğenirken, "ben nataşa osmokroviç'i beğeniyorum" dediğimde "o senin için biraz büyük değil mi" dediği için de değil. "ben çoluk çocukla muhatap olmuyorum," dediğim için hiç değil.

tesadüfen denk geldiğim çok uzak bir deplasmanda eda erdem'e saç tokası armağan ettiğim için değil. sosyal medyada takipçisi olduğum tek fenerbahçeli sporcu eda olduğu için de değil.

avrupa maçlarında yaptıkları "dış hatları yakarız/ şampiyonluk gelince" tezahüratını avrupa şampiyonluğu'ndan sonra, "verdiğiniz sözleri tuttunuz/ şampiyon oldunuz/ sıra geldi bizlere/ dış hatları yakıyoruz" diyerek eyleme döken taraftar için değil.

hayat futbola değil, fena halde voleybola benzediği, son sayıyı almadan kazanamayacağınız ya da son sayıyı vermezseniz kaybetmeyeceğiniz için değil.

daha dün akşam hayatımın en büyük spor mucizelerinden birine şahit olduğum için değil. galatasaray'ı değil de barselona'yı "üç-sıfırdan dört-üç" yenmiş, "altı kasım altı sıfır diyalektiği"ni real madrid üzerinden açıklamış, anelka'nın sağ kanattan akışı inönü yerine old trafford'taymış gibi de değil. maçın kafamda oynayıp duran filminde, altın setin 'on-on dört', hatta 'yedi-on üç' sonrası için fort minor işi remember the name'i fon müziği olarak seçtiğim için hiç değil.

bu yazıyı yazmaya en çok benim hakkım var.

çünkü, dün akşam maçtan sonra hayatımda bir şey değişti: yaklaşık yedi yıldır izlediğim bir video* var. youtubeta en çok izlediğim spor videosu olduğu kesin. hatta en çok izlediğim video olması dahi muhtemel. ama dün akşamdan sonra bu video, ne zaman imkansız derecede mümkün bir şeyler izlemek istesem ilk tercihim olmayacak.

bu yazıyı yazmaya en çok benim hakkım var.

üstelik bu, voleybol üzerine ilk yazım değil.


*: vnf., osmokroviç'in -kısa saçlarına rağmen- videonun iki sıfır ikisinde maçın yenilgiyle bitmesine engel olan tek kişilik bloğuna -oyun karekterine çok yakışan ifadeyle söylersem direnişine- dikkat etmenizi özellikle rica eder. sonraki blok ise şu an takımın bir kaptandan daha fazlası olan eda erdem'in gençliğinden.

**: şunu da söylemezsem olmaz: şampiyon kim olursa olsun bu yılın kadın voleybolundaki en başarılı takımı bence diğer finalist galatasaray kadın voleybol takımı olacak.

Hiç yorum yok: