27 Temmuz 2016 Çarşamba

bir masada iki kişi: on dakika daha

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- on dakika.

- efendim?

- on dakika daha oturalım, diyorum. sadece oturmayalım. konuşalım da...

- günlerdir konuşuyoruz. gördüğün gibi değişen hiçbir şey yok. on dakikada ne değiştirmeyi umuyorsun ki?

- emin ol, on dakika sandığından çok daha uzun.

*

masanın üzerinden uzandı. elimi tuttu. on dakika son bir kaç aya dönüştü önce. yeşil lastik çizmelerine güldüm. gözlerinin rengini merak ettim. ona doğru dünyanın en uzun mesafesini yürüdüm. nefesini yüzümde, sıcaklığını gövdemde hissettim. karşılıklı oturduğumuz bir tren yolculuğunda kucağıma uzattığı çıplak ayaklarına masaj yaptım. sinema çıkışı babası ve küçük kız kardeşiyle buluşup bir yerlerde çay içtik. kocaman gülümsedim. parmak uçlarını öptüm. öptüm. öptüm.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

evet, bence de on dakika sanıldığından çok daha uzun.
nice on dakikalarınız olsun...

verbumnonfacta dedi ki...

olmasın lütfen.

çünkü ben, ilk ayrılık acısından bu yana, "ayrılık ani olmalı, ebediyse eğer" diyen lord byron'a hak verenler zümresindenim.

Adsız dedi ki...

o halde gönlünüze göre olsun.

verbumnonfacta dedi ki...

herkesin gönlüne göre olsun.