4 Şubat 2016 Perşembe

sabah

bu sabah çok erken uyandım. o kadar yorgundum ki dün, neredeyse gün batımında yatmıştım. kalkıp pencereyi ve perdeleri sonuna kadar açtım, pencerenin önünde durdum.

bir defa daha anladım. doğruymuş, güneşin gecenin en karanlık vaktine doğduğu.

ufuk çizgisi yoktu. neredeyse siyah iki koyu mavi arasında oda kapılarının altından sızan ışığa benzer zayıf bir aydınlık... yine de, yenilmesi imkansız sertlikle, buz mavisi bir ışık.

çok geçmedi, üşüdüm ve yatağa döndüm. sağ taraf. yorganı çeneme kadar çektim. üzerinde beyaz çiçekler açmış şurup rengi nevresim takımı içinde. dün odanın aydınlığında bir defa daha sevmiştim.

nerede okuduğumu, nereden duyduğumu hatırlamıyorum ama o kişinin anne ve babalara yaptığı tavsiyeye katılıyorum. oğlunuz ya da kızınız nevresimi yorgana tek başına geçirsin de görsün bekarlığın kaç bucak olduğunu.

evlenmektense yorgansız yatmayı tercih edecek, zatürre olmaya razı, ne zaman intihar etmeye karar verirsem o zaman evleneceğim diyecek insanlar da vardır ki, haksız da sayılmazlar.

yorganın altında lahitlerine uzanmış eski mısır ölüleri gibi hareketsiz durup hızla soğuyan odaya temiz havayla beraber dolan sesleri dinledim. gözlerimi kapatınca kainat, açınca tavan. başka yerlerde olduğu gibi yıldızlar soluyor, güneş batarken yanında götürdüğü renkleri birer ikişer sahiplerine iade ediyordu.

bir süre sonra kalktım. çünkü, bohem de olsanız tembellikten daha yorucu bir şey yok hayatta. mutfağa gittim. kahvaltı için bir şeyler hazırlamaya başladım. bu yazı için bir kaç cümle karaladım.

sanırım tamamladım.

dört şubat perşembe' on altı... salondaki geniş kanepenin sol köşesi.

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

İşte bu yüzden nevresimi hep eşimle geçiriyorum :)

verbumnonfacta dedi ki...

bunun için bile evlenilebilir.