9 Haziran 2013 Pazar

bir masada iki kişi: on üç

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- kaç yıl oldu biz tanışalı? on beş yıl oldu mu?

- haziranın sonunda on üç yıl bitecek.

- aman allahım, ne kadar uzun bir süre.

- çok uzun bir süre...

- başka şehirler. hatta ülkeler...

- unutmam dediğin ama unuttuğun aşklar.

- hepsine şahit oldun. ailemi saymazsak, belki de değişmeden kalan bir tek sen varsın. hakkımda her şeyi biliyorsun ama ben senin hiçbir şeyini bilmiyorum. şu an sevgilin var mı, onu bile.

- bunun bir önemi yok. önemli olan benim sana verdiğim söz.

- "nerede, nasıl olduğumun bir önemi yok. ne zaman çağırırsan gelirim."

- gelirim.

- evlenirsen?

- sanırım gelirim.

- çocuğun olursa?

- ...

- anladım. gelmezsin.

- kim bilir? belki de bu yüzden evlenmiyorumdur.

- bazan çok şanslı olduğumu hissediyorum.

- ben her zaman.

*

siz de bunun sonsuza kadar süreceğini düşündünüz değil mi? oysa o "on üç yıl" tamamlanmadı. belki de, uğursuz, diyenler haklıdır.

Hiç yorum yok: