22 Ocak 2012 Pazar

buluşma

bazan, iki yazar gelir aynı yerde buluşur.

iki ayrı öykü, aynı kış gününde.

gönül-çelen'de* hikayesini david copperfield ve charles dickens'a taş atarak anlatmaya başlayan kahramanımız holden caulfield, new york'ta trenden indikten sonra bindiği taksinin şoförüne, 'hey, bakar mısınız?' der ve birdenbire aklına gelen bir şeyi sorar:

"güney central park'ın hemen yanındaki o gölde bulunan ördekleri biliyor musunuz? o küçük gölde hani. acaba, göl donduğunda, o ördekler nereye gidiyorlar, biliyor musunuz? haberiniz var mı acaba?" ama anladım ki, ancak milyonda bir olasılıkla haberi olabilirdi.

dönüp, bana bir manyakmışım gibi bir baktı.

"sen n'apıyorsun ahbap, ha? benimle kafa mı buluyorsun?"

"hayır, yalnızca merak ettim, hepsi bu kadar."

başka bir şey söylemedi, ben de artık konuşmadım."

işte tam burada okumaya, menekşeli vadi'den* sonra en sevdiğim sait faik öyküsü havuz başı karışır.

anlatıcı, "beyazıt havuzunun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş, sizi bekliyorum." diye başladığı öyküyü, bir zaman sonra yandaki kanepeye oturan ve kendisiyle sohbet etmeye başlayan iki kişiden erkek olanın sorusuyla bitirir:

"- kışın donar mı bu su?

ne diyeyim ben şimdi? üzüntüm yine dağılıyor:

- donar -diyorum, donar da çocuklar üstünde kayarlar.

kadına dönüyor adam:

- donarmış; çocuklar üstünde kayarlarmış -diyor. ne dersin sevgilim, beyazıt havuzu kışın donar mı? murtaza çavuşla karısı hacer anaya ben, donar, dedim."




*: adnan benk bu romanı, 'attrape-coeurs' adlı fransızca çevirisinden türkçeye kazandırdığı için, roman bin dokuz yüz altmış yedide cem yayınevi-yirminci yüzyıl klasikleri serisi'nde 'gönül-çelen' adıyla basılır.

(selçuk'un kitaplığında görmüş, basri amca'nın kitaplığından çalmıştır, diyerek hemen el koymuştum. babamın kitaplığından çalmakla kendimi nasıl bir tehlikeye attığımı biliyor musun, diye itiraz edecek olsa da fazla direnmeden ilk sayfasına “dostum'a” yazdığı kitabı bana vermişti. tükenmez kalemle yazdığı için silemedim. üzerini karalamak aklıma gelmedi değil, ama bir defasında karaladım ve çok çirkin oldu.)

**: aslında vesikalı yarim olmasaydı bu düş öykü birinci gelemez, ilk sıra havuz başı'nın olurdu, ama safa önal'ın senaryoyu menekşeli vadi'den yola çıkarak yazdığını öğrendikten sonra mümkün değil.

4 yorum:

aglea dedi ki...

şimdi kahvem bitti, film çoktan bitti, ben sayfanı ziyarete gelip şaşırdım, kalakaldım, anlıyorsun değil mi sevgili verbumnonfacta. çünkü filmin adı; "vesikalı yarim"di. baştan sona hiç bir yerinde bana batmayan bir hüzün dolaştı filmi. her yerinde, ama mübalağasız, içten... böyleyken böyle...

ben bi' kendime geleyim. bu müthiş bir tesadüf oldu şimdi...

verbumnonfacta dedi ki...

aglea, sevgili aglea...

her sahnesi ezberimde bu filmin en güzel yerini seçmelisin benim için.

şimdi.

aglea dedi ki...

sevgili verbumnonfacta,

iki sahne vardı; iki farklı, ama aynı sözlerle sonlanan sahne, aynı hüzün ikisinde de, ve içimi yakan o dialog... senin için seçtiğim hemen onlar oldu;

"-soramam...
-neden?
-ya evet derse?"

verbumnonfacta dedi ki...

suskunluk...