"elinde ayfonu var/ zengin mi sandın?"
verbum non facta*
*: söylenmemiş söz
6 Kasım 2025 Perşembe
nazire
o muhteşem türküye, daha doğrusu türkünün "ayağında potini var/ zengin mi sandın" dediği yere nazire. anonim.
4 Kasım 2025 Salı
tarz
bu ara, adını bakmadan yazamadığım macar yazar lászló krasznahorkai'ın direnişin melankolisi'ni okuyorum. nobelden bağımsız listemdeydi. ama lászló krasznahorkai bu yılki nobeli alınca sırasını öne aldım.
bir nehri hatırlatan uzun, upuzun cümlelerle anlatıyor derdini. menderesler geliyor aklıma. usul usul, kıvrıla kıvrıla ovayı aşıp denizine yol alan bir menderes. zaman zaman bu yavaşlık beni metinden koparıyor ama hissi yerinde duruyor. anlatı geri planda akmaya devam ediyor.
bazan aklıma bir şey geliyor, gugıllı gençlere soruyorum. onlardan birinde, anlatı tekniği hakkında konuşuyordu:
"bir stil bulmak benim için hiç zor olmadı çünkü onu hiç aramadım. münzevi bir hayat yaşadım. her zaman arkadaşlarım oldu ama sadece birer birer. ve her arkadaşımla, birbirimizle sadece monologlar halinde konuştuğumuz bir ilişkimiz vardı. bir gün, bir gece ben konuşurdum. ertesi gün veya gece o konuşurdu ama diyalog her seferinde farklıydı çünkü birbirimize çok önemli bir şey söylemek istiyorduk ve eğer çok önemli bir şey söylemek istiyorsanız ve arkadaşınıza bunun çok önemli olduğuna ikna etmek istiyorsanız, noktalama işaretlerine veya noktalara değil, nefeslere ve ritme, ritim, tempo ve melodiye ihtiyacınız vardır. nu bilinçli bir seçim değildir. bu tür bir ritim, melodi ve cümle yapısı daha çok karşımızdaki kişiyi ikna etme isteğinden kaynaklanır."
1 Kasım 2025 Cumartesi
ferahlık
arabayı bekir amca kullanıyor, babam yan koltukta. ben de arkada, tek başına oturuyorum.
gergin ve endişeliyim. laf aramızda korkuyorum da. suçlu değilsem de masum sayılamayacağımı içten içe biliyorum çünkü.
ne konuşuyorlar bilmiyorum. duyuyorum ama sesler kelimeleşmiyor. eskilerden, şimdiden, belki gelecekten. bekir amcanın her defasında kısa süren yurtdışı denemelerinden başka aralarına mesafe girmemiş ne de olsa.
babam bir ara geriye döndü. "ben senin bu konuda suçun olmadığını biliyorum," dedi. "velevki olsun, ben yanındayım. her zaman yanındayım."
sonrası ferahlık.
çok ferahlık.
30 Ekim 2025 Perşembe
konum - on yedi
uzun süredir ertelenen bir eylemin atalet bulaşmış boğuculuğu ile harekete geçmenin sarhoş edici neşesi arasında bir yerlerde.
27 Ekim 2025 Pazartesi
sevgi
türk şiiri sıradağlarının zirvelerinden biri olan meçhul öğrenci anıtı "devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu"ndan söz açar: maveraünnehir nereye dökülür?
soru yanlıştır, çünkü maveraünnehir iki nehir arası(ndaki toprak) anlamına gelir. toprak akmaz ki dökülsün. durur durduğu yerde. tabiat ise doğa değil derstir karnelerde satır işgal eden.
soru yanlıştır, hatalıdır ama cevabı doğrudur: solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!
bazan olur, doğru sorudan yanlış, yanlış sorudan doğru cevaplara ulaşılabilir. ilkini herkes yapabilir de, ikincisi için galiba şair olmak gerekir.
öyle bir soru daha vardır. zalim bir soru: en çok anneni mi seviyorsun, babanı mı?
bu defa soru hatalı değildir. hata sormaktadır.
hatanın çocukları tercih yapmak zorunda bırakmak olduğunu düşünenler ise yanılırlar. buradaki asıl kötülük çocuğa sevginin ölçülebilir bir şey olduğunu öğretmesindedir.
o vakte kadar bu konuda hiç düşünmeden, içgüdüsel olarak seven ya da sevmeyen çocuk artık sevgisini tartmasını, bazı şeyleri az bazılarını ise çok sevebileceğini/ sevmesi gerektiğini öğrenir.
en kötüsü de, adım adım sevgisini araçsallaştırmayı ve silah olarak kullanmayı.
23 Ekim 2025 Perşembe
çok modern
sosyal medyada rastladım bu anlatıya. arkadaş hikâyesi olarak anlatılıyor ama fıkra olması da bir ihtimal.
ama fark etmez.
*
'modern sanat'a ev sahipliği yapan bir müzede çalışan bu arkadaşa temizlik görevlisi her gün elinde bir 'şey'le gelip soruyormuş:
"bu sanat mı, yoksa atayım mı?"
21 Ekim 2025 Salı
soyadı
birden bire anımsadım.
*
o ikisi sevgilimin oda arkadaşıydı. öyle tanıştık. sonra da ahbap olduk. öyle ki, mezuniyet yıllıklarında onlar için şarkı söyleyen koroda benim de sesim vardır. sevgilim bir gün, "sen değişmedin ama ben değiştim" diyerek gitti de o iki kız çocuğu hâlâ yerli yerinde.
ege'den, aynı şehirden gelmişlerdi. oradan tanışmıyorlardı ama kaderin bir planı varmış. önce aynı odada kalmaya, sonra her şey olmaya karar vermişler. biz olaya dahil olduğumuzda üçüncü sınıftaydılar.
deha sayılacak kadar zekiydi ikisi de. ama nasıl da serseriydiler. anlayacağınız, zeki ama çalışmıyor tayfasından değillerdi. zekiydiler, çalışkandır, serseriydiler. üstelik bir sürü güzel şeye merakları, o güzelliklere ayıracak zamanları vardı.
sınav haftası değilse hep yaptıkları gibi o hafta sonu da sevgilime katılmış, kahvaltıya gelmislerdi. a.'nın etrafta dolanan meraklı bakışlarını ancak hikâyenin sonunda anlamlandırmıştım. meğer bir ipucu bulmaya çalışıyormuş. en sonunda dayanamayıp kimliğimi istedi benden.
"n'alaka?" dedim elbette. "bir şey yok," dedi elbette. ama inanmadım elbette. allah muhafaza sevgilimle bir olup nikah tarihi almayı planlıyorlarsa halim nice olurdu.
neyse ki, çok uzamadı, kahvaltı masasından kalkmadan her şey ortaya çıktı.
meğer b., "sen vnf.'nın soyadını biliyor musun?" diye sormuş a.'ya. "hayır," demiş a. da. bunun üzerine b. devam etmiş.
"mecbur kalmadıkça söylemiyor. çok kötü bir soyadı var çünkü."
bir müddet yalandan naz yaptıktan sonra soyadımı(!) söylemiş: kazma.
a. b.'nin ciğerini bilse de içine bir şüphe düşmüş. bu sabah da bunun doğruluğunu anlamaya çalışıyormuş. belki fatura, belge görür, bir yerlere yazılı ismime denk gelir de gerçeği öğrenirim diye.
güldük elbette. meselenin nikah tarihi olmadığını anlayınca da attım kimliğimi masaya.
b. yalancısı ise hâlâ gülüyordu. hem de gözlerinden yaşlar gelecek kadar.
*
evet, birden bire anımsadım.
ama öncesinde, kadın aklının çok farklı çalıştığını konuşmuştuk.
kadınlar her şeye dikkat eder. söz gelimi muhatabının soyadı adına uyuyor mu? bu bile tercihlerini etkileyebilir.
18 Ekim 2025 Cumartesi
bugün ne pişirdim?
kuru fasulye.
/nefis oldu. yanına pilav. elbette arpa şehriyeli. bir süredir beni osmanlı sarayına aşçı yapacak kadar iyi pilav yapıyorum üstelik.
ama konumuz bu değil.
iyi pilav yapamadığım, tek derdimin bu olduğu günlere de dönmek istemem.
konumuz bu hiç değil./
sadece, birden bire karar verilmiş -ya koşacak ya kafes dövüşü ayarlayabilecek birileriyle iletişime geçecektim- koşunun yorgunluğuyla mutfakta takılırken, "düşün," dedim kendi kendime.
"flörtleştiğin kız arıyor ve mutfakta olduğunu, yemek pişirdiğini söylüyorsun. ne pişirdiğini soruyor haliyle. cevap: kuru fasulye."
"ulan," diyorum. yine içimden... "sen git iran mutfağını talan et, uzak doğulu mutfaklarda mahsur kal, meksika yemekleri güney amerikalı sayılır mı tartışması başlat, son kuru fasulyeni yüz yıl önce pişirmiş ol ama bu soru tam da akşam yemeğinde kuru fasulye hayal ettiğin öğleden sonraya denk gelsin. ki, evde kuru fasulye sevmem. kuru fasulye dediğin kocaman kazanlarda pişer, demlendikçe güzelleşir."
"üstelik tam da 'performative' erkekliğin 'trendy' olduğu şu günlerde."
"bu da ancak benim gibi 'düz' kahve içen, ne bulursa yiyen birinin başına gelirdi zaten."
16 Ekim 2025 Perşembe
el yazısı
el yazısı mühim. en azından benim için. "el yazısı çirkin bir kızla olmaz" mesela.
gerçi, öyle bir "ahir zamana kaldık" ki bırakın "güzel"i, yazabilenle olur aşamasına geldi insanlık. yakında, "el yazısıyla yazabilen elemanlar aranıyor" diyen şirket ilanları görürsek şaşırmayacağım.
hâl böyleyken bu bilgi ne işe yarar bilmiyorum ama "çocukların el yazısı en azından bir, bazan da iki ebeveyninin el yazısıyla neredeyse bire bir aynı olurmuş."
ama bu durum genetik değilmiş. örtük, yani bilinçaltı taklidiymiş.
13 Ekim 2025 Pazartesi
gönül kuşu*
karanfil elden ele.
ama sizden önce e. ile paylaştım. ilk tepkisi, "a ha! zehirli oku yemişsin sen de" oldu. çok iyi bir dinleyici olmasına rağmen bir süredir yapay zeka ile üretilen şarkılar dinleyip bana da sevdirmeye çalışıyordu çünkü.
ama ben hem yapay zeka ürünlerine karşı olduğum hem de köşe ve doğallık sevdiğim için hâlâ mesafemi koruyorum. o kadar kusursuzlar ki, "zeka" kayboluyor sadece "yapay" geliyor insana.
yine de bu başka. blues neyse eksiksiz, fazlasız tam da o. önceki 'türkçe blues' denemelerinden çok farklı bir yerde. türkçe operalar gibi yapıştırma durmuyor mesela. kaldı ki, 'türkçe blues'a ihtiyaç olmadığını, neşet ertaş ve şürekâsının zaten blues yaptığını savundum yıllarca.
sözlerini sabahattin ali'den çalan şarkı aslında bir koşma. onun koşma tarzında yazdığı bir şiir yani. kaldı ki, gönül kuşu diye bir şiiri yok sabahattin ali'nin.
"blues neyse tam da o," diyorum ama bunun bir kusur, kusur değilse de eksiklik olduğunun farkındayım. tıpkı gerçek mona lisa yerine reprodüksiyonunu, izlenimcilerin anlamı seyirciye emanet eden resimleri yerine ultragerçeklikle yapılmış bir resmi tercih etmek gibi.
ama güzel. yine de güzel.
*: gönül kuşu
11 Ekim 2025 Cumartesi
sümük
daldan dala atlayan sohbet yolumu eski bir hikâyeye çıkarttı.
o hikâyede, sabah nezlesinin sebep olduklarını fark eden bir kadın kağıt mendil teklif etmişti. "teşekkür ederim," dedim. "gerek yok."
"gerekirse tişörtümün eteğini kullanıyorum ben. elbette tersini. ya da kolumu. üstelik, sümüğümün kolumda bıraktığı izi, kuruduktan sonra o izin kolumda parıldamasını çok seviyorum."
hikâyenin peşi sıra gelen günler yalan değilse, o kadının benden etkilendiğini, beni sevdiğini, görmeye muktedir gözlerinin beni gördüğünü biliyorum.
tıpkı, onu etkileyen şeylerden birinin bu hikâye olduğunu bildiğim gibi.
*
bir de, "kadın seviyorum ben. hem de çok seviyorum," dediğim bir hikâye var.
ama konumuz bu değil.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)