bu yıl şubat ayında istanbul'a gittiğimde doğal olarak yakari'ye de uğramıştım. bir ara kendimi, kitaplığın karşısında durmuş rafları yorarken buldum. mesleki kitapları dışında neredeyse aynı kitaplara sahibiz ama onun altını çizdiği yerleri okumanın hazzı bir başkadır.
elim
hareket yayınları'ndan çıkma
sevmek zamanı senaryosuna gidince, hem
o sahneye konu edebileceğim bir kaç sahne gözümün önüne gelmiş, hem de diyalogları dinleyip yazmak zorunda olmayacağım için kendi kendime, "neden olmasın," demiştim. aynı kitap bende de vardı nasıl olsa. birkaç tanesine 'nisan iki bin-ankarası'nda sahafta rastlamış, kelimenin tam manasıyla üzerine atlamıştım. her zaman olduğu biri kendim diğeri yakari için: "dost'a, aşktan anladığı için..."
benim için önemli şeylerin hakkını verememe, vermeye kalktığımda sözcüklerimin bitmeyeceği korkusu ve yazmak konusundaki yavaşlığım gündelik hayatın rutiniyle bir defa daha birleşince bu günlere kadar gelmiş olduk.
eksile eksile geldik: önce yönetmen
metin erksan(dört ağustos), peşi sıra başrol oyuncusu
müşfik kenter(on beş ağustos) ebediyete yürüdü.
benden eksilenlere ise boş verip başlayalım.
*
burada, türk sinemasına dair yaptığım sıralamada birinci filmden bahsediyoruz. ve bu başarı birinci olabilmesinde değil,
vesikalı yarim varken birinci olabilmesinde.
çünkü güzel. istisnasız güzel...
*
halit refiğ, "sevmek zamanı neyi anlatır?"* başlıklı yazısına, "daha pek kimseler görmemişti
sevmek zamanı'nı," diyerek başlar. "bir garip film diye bahsediliyordu. resme âşık bir adam, yağmur fırtına demeyip, kocaman bir fotoğrafla ormanlarda dolaşıyormuş."
benzer bicimde
semih kaplanoğlu da
yusuf üçlemesi'nin peşi sıra
uygar şirin'le yaptıkları nehir söyleşide** yetmişlerin mahrumiyetine vurgu yaptıktan sonra, "(...)
metin erksan efsanesi vardı.
sevmek zamanı'nı falan öyle ha deyince seyredemiyorsun, yok ortada." der.
bakmayın siz bugün
youtube'tan bile izlenebiliyor oluşuna, sadece yetmişlerde değil, doksanların sonuna doğru da "sevmek zamanı'nı ha deyince seyredemiyor"dunuz. ilk seyredişim
trt2 yayınıyla mı, yoksa
trt2 yayınından çoğaltılmış bir kopyayla mı şimdi hatırlamıyorum ama film, hakkında konuşurken, düşünürken uzun süre gözlerimin önünde
trt2 logosuyla oynayıp durmuştu.
*
sevmek zamanı, filmlerinde gerçekçi bir anlayışla toplumsal meseleleri işleyen, bunların ikisiyle (berlin-
susuz yaz ve kartaca-
yılanların öcü) uluslararası film festivallerinden ödülle dönen, 1965 seçimlerinde
türkiye işçi partisi istanbul (bağımsız) adayı
metin erksan'ın, kendi filmleri de dahil dönemin toplumsal gerçekçi filmlerinden duyduğu rahatsızlığı yüksek sesle söylemeye başladığı günlerde ortaya çıkar.
belki de
kemal tahir'in "sanatçı sezgisi" dediği gücü farketmiştir: "sanatçı sezgisi, günümüzde çok çeşitli ve çok köpoğluca hazırlanmış aldatmacalara karşı sanatçının en önemli dayanağıdır. çünkü şuurumuz bizi, hele de taraf tuttuğumuz sıralar, kısa ya da uzun süre aldatır."
aksi takdirde neden, sinemada toplumsal gerçekciliğin en güçlü savunucusu
metin erksan, görünüşte hiçbir toplumsal boyutu olmayan bir film yapar? 'gerçek'le yetinmeyip 'gerçekçilik'ten 'gerçek-üstücülük'e geçmek istediği için mi?
*
sonuç olarak, hikayesini oldukça kişisel bir dille, dönemin kalıplarının dışına çıkarak anlatır. seçtiği fotoğraflar için uzaklardan kelime aramaya gerek yoktur: adeta 'şiir' yazar. ama güzelliğini ancak gören gözlere göstermek için direnen
divan şiirine benzer yazdığı bu şiir. imajlar, mecazlar...
sadece yapı ve anlatım dili olarak değil, konusuyla da eskiyi çağrıştırır: bir rind örneği olan boyacı
halil, mutlak güzelliğin aksi olan tabiatın ortasında modern zamanların getirdiği sahte sevgilerden kaçarak, ideal sevginin hayaliyle yaşamaktadır. bir resme tutulur ve bu durum
halil'in önünde asla bitmeyecek, kirlenmeyecek bir aşkın yolunu açar.
meral'in ortaya çıkması
halil'in içinde bir kaç yaprak hışırtısına neden olsa da dallara bir şey olmaz ve kadın yerine aşkı seçer. çünkü bilir, kadın gidecektir ya da ölecektir.
bu özelliğiyle
sevmek zamanı, yalnızca geleneksel türk sanatlarının konu ve anlatım olarak sinemadaki en güzel örneği olmakla kalmaz, aynı zamanda değişen toplum koşulları içinde gerçek sevgiyi bulma umudunu yitiren, bu durumunu acı bir şekilde farkeden insanın duygu çıkmazını ifade eder.
konusuyla bir yeşilçam melodramına dönüşebilecek film,
metin erksan'ın maharetli elleri ve üst düzey sinema dili sayesinde, bu coğrafyada yaşayanların tasavvuf yoluyla haşır neşir olduğu plotonik aşkın sadece türk değil dünya sinemasında vardığı zirvelerden birine dönüşür.
*
şimdi ise, bir yandan filmi bilmeyenlerin bile haberdar olduğu, benim ise ilk seyrettiğim andan bu yana
t.s. elliot'un
edebiyat üzerine düşünceler'de kullandığı "metafizik şiir" ifadesini yakıştırdığım, bir fotoğrafı ve gelinlik giymiş mankeni yanına almış
halil'in mezarına yürüyen filleri hatırlattığı ve
jim jarmusch işi
dead man'e bağlanan göl sahnesini düşünürken
o sahneye yürüyelim:
"
sahne 19 / büyükada'da denize ve çevreye hâkim bir tepe
rüzgâr çamların dallarında garip fısıltılar çıkartmakta, dalgalar kayaları dövmektedir. tepede meral ve halil konuşmadan durmaktadır. aşağıda kayalara çarpan denizi seyrederler. sonbaharı yaşayan tabiatın içinde ikisi de yalnız ve hüzünlüdürler. birden halil konuşmaya başlar.
halil - resmini verdikten sonra ben seni artık gelmez sanıyordum.
meral - gelmiyecektim, gelmiyecetim ama görüyorsun ki öyle olmadı.
halil - iki insanın ilişkisi çok güzel bir şey.
meral - dostluğu aşan ilişkilerden neden kaçıyorsun?
halil - bu sözünle âşık olmayı kasdediyorsan, dostluğu bu dünyada hiçbir şey aşamaz.
meral - o halde sen bana âşık olmaktan da öte duygular içindesin.
halil - hayır, ben sana âşık değilim.
meral - olmaz böyle şey. resmime âşık olman beni sevmen demektir. dünden beri hep sözlerini düşündüm... sen bana âşık olduğunu söylemekten korkuyorsun.
halil - olmayan bir şeyi nasıl söylerim? niçin beni anlamamakta inat ediyorsun? ben senin resmine âşığım, işte hepsi bu kadar.
meral - sen, ben yokken resmimi sevdin. işte ben varım artık. resmin aslı benim. bundan sonra ikimiz bu sevgiyi paylaşacağız. bu aşkın yarısı bana ait.
halil - sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. inanamadım. o insanca bakışı bir daha göremem diye resme bakmaktan korkuyordum. ikinci kere zorlukla baktım sana. gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. nihayet değişmezi bulmuştum. resmin benim içime bakıyordu. boş evde soğuk kış gecelerinde beraber yaşadık. bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı. çok zamanlar gidip yüzünü tutardım, gözlerini öperdim. saçlarına değdirirdim ellerimi.
sözlerinin burasında halil durur. resimle yaşantısını sessizce sürdürür. meral, halil'in sözlerinden konuşamayacak kadar etkilenmiştir. dalgalar kıyıları döver, bir martı daireler çizer havada. meral yavaşça konuşur.
meral - benim bakışlarımda da sevgi var. ben de senin kendini görüyorum. resmimin yerine ben seveceğim seni. artık ben varım.
halil birden bağırarak konuşmaya başlar.
halil - hayır, hayır istemiyorum seni. benim dünyama girmeye kalkma. sonra merhametsizce yıkarsın onu. resmin benim kendimden bir parça. bırak ben onu seveyim. sen sevmek isteme beni. senin ellerini tutmak istemiyorum. sonra çekersin o ellerini benden. ben resmine âşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim.
halil susar. meral bir şey diyemez. halil'in bu tepkisi karşısında söyleyecek söz bulamaz. halil de susar. birbirlerine bir kere daha bakarlar. sonra, halil koşar adımlarla uzaklaşır. meral orada öylece kalır. siyah kayalar beyaz köpükler içindedir. meral çaresiz ve acılı dimdik durmaktadır."*
*: metin erksan- sevmek zamanı (senaryo), hareket yayınları 1973
**: yusuf'un rüyası, timaş yayınları 2010