her kasım olduğu gibi dostoyevski.
bu defa 'yeraltından' bildiriyor. 'notlar'la...
aslında, "biz," derken, savunmasını "beni hiç kimse anlamıyor," diyerek inşa edenlerin, kendinden başka herkesi özellikle de kaderi suçlayanların yüzüne ayna tutuyor.
*
"...romanın bir kahramana ihtiyacı vardır, burada ise bir anti-kahramanın bütün özellikleri sergilenmiştir. üstelik bu durum hoş olmayan bir izlenim bırakır. çünkü biz hayatla bağlantımızı kaybetmişiz. hepimiz sakatız, hem de her birimiz. bağlantılarımız o kadar kopuk ki 'gerçek hayat'a karşı tam bir tiksinti duyuyoruz. bu yüzden de bize bizi hatırlatan insanlara kızıyoruz. o kadar ileri gittik ki 'gerçek hayat'a bir yük olarak bakıyor ve kitaplarda bulduğumuz yaşamın daha iyi olduğuna inanıyoruz. peki bazen neden bir gürültü koparıyoruz? neden kendimizi aptal yerine koyuyoruz? ne istiyoruz? kendimizi tanımıyoruz biz. aslında bizim anlamsız dualarımız kabul edilecek olsa bu bizim için daha kötü olurdu. örneğin, bize daha fazla özgürlük verin, ellerimizi çözün, faaliyeterimizin alanını genişletin, kontrolü gevşetin, evet... evet sizi temin ederim işte o anda tekrar kontrol altına alınmamız için yalvarmaya başlarız. bunun için bana kızdığınızdan eminim. hemen bağırıp ayaklarınız yere vurmaya başalayacaksınız. "kendi adına ve karanlık köşendeki sefil yaşamın adına konuş, 'hepimiz' demete nasıl cesaret ediyorsun?" diyeceksiniz. ama bakın beyler, bu 'hepimiz' ile kendimi haklı çıkarma derdinde değilim ki. bana gelince ben hayatımı sizin yarısına bile gelemeyeceğiniz aşırı uçlara kadar götürdüm. ayrıca siz korkaklığınız matah bir şey sandınız ve bunda bir rahatlık buldunuz, kendinizi kandırdınız. belki de ben sizden daha hayat doluyum. gelin yakından bakın.
daha bir yaşamın ne olduğunu, nerede bulunacağını bile bilmiyoruz. kitapları da alın ve bizi rahat bırakın. şaşkınlıklar içinde kendimizi kaybedelim. neye sarılacağımız, neye tutunacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neye saygı duyacağımızı, neyi aşağılayacağımızı bilmeyelim. insan olmak, hem de canlı kanlı insan olmak bize zor geliyor. bundan utanıyoruz. bunu rezillik olarak görüyoruz. 'vasat' insanlardan olmak için elimizden geleni yapıyoruz. biz ölü doğmuşuz. kuşaklardır kimseye babalık yapmamışız. gitgide daha kötü oluyoruz. bundan tat alıyoruz. çok yakında fikirler bizi dünyaya getirecek. ama bu kadarı yeter! artık 'yeraltından' başka bir şey yazmak istemiyorum."
bu defa 'yeraltından' bildiriyor. 'notlar'la...
aslında, "biz," derken, savunmasını "beni hiç kimse anlamıyor," diyerek inşa edenlerin, kendinden başka herkesi özellikle de kaderi suçlayanların yüzüne ayna tutuyor.
*
"...romanın bir kahramana ihtiyacı vardır, burada ise bir anti-kahramanın bütün özellikleri sergilenmiştir. üstelik bu durum hoş olmayan bir izlenim bırakır. çünkü biz hayatla bağlantımızı kaybetmişiz. hepimiz sakatız, hem de her birimiz. bağlantılarımız o kadar kopuk ki 'gerçek hayat'a karşı tam bir tiksinti duyuyoruz. bu yüzden de bize bizi hatırlatan insanlara kızıyoruz. o kadar ileri gittik ki 'gerçek hayat'a bir yük olarak bakıyor ve kitaplarda bulduğumuz yaşamın daha iyi olduğuna inanıyoruz. peki bazen neden bir gürültü koparıyoruz? neden kendimizi aptal yerine koyuyoruz? ne istiyoruz? kendimizi tanımıyoruz biz. aslında bizim anlamsız dualarımız kabul edilecek olsa bu bizim için daha kötü olurdu. örneğin, bize daha fazla özgürlük verin, ellerimizi çözün, faaliyeterimizin alanını genişletin, kontrolü gevşetin, evet... evet sizi temin ederim işte o anda tekrar kontrol altına alınmamız için yalvarmaya başlarız. bunun için bana kızdığınızdan eminim. hemen bağırıp ayaklarınız yere vurmaya başalayacaksınız. "kendi adına ve karanlık köşendeki sefil yaşamın adına konuş, 'hepimiz' demete nasıl cesaret ediyorsun?" diyeceksiniz. ama bakın beyler, bu 'hepimiz' ile kendimi haklı çıkarma derdinde değilim ki. bana gelince ben hayatımı sizin yarısına bile gelemeyeceğiniz aşırı uçlara kadar götürdüm. ayrıca siz korkaklığınız matah bir şey sandınız ve bunda bir rahatlık buldunuz, kendinizi kandırdınız. belki de ben sizden daha hayat doluyum. gelin yakından bakın.
daha bir yaşamın ne olduğunu, nerede bulunacağını bile bilmiyoruz. kitapları da alın ve bizi rahat bırakın. şaşkınlıklar içinde kendimizi kaybedelim. neye sarılacağımız, neye tutunacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neye saygı duyacağımızı, neyi aşağılayacağımızı bilmeyelim. insan olmak, hem de canlı kanlı insan olmak bize zor geliyor. bundan utanıyoruz. bunu rezillik olarak görüyoruz. 'vasat' insanlardan olmak için elimizden geleni yapıyoruz. biz ölü doğmuşuz. kuşaklardır kimseye babalık yapmamışız. gitgide daha kötü oluyoruz. bundan tat alıyoruz. çok yakında fikirler bizi dünyaya getirecek. ama bu kadarı yeter! artık 'yeraltından' başka bir şey yazmak istemiyorum."
Tam şu anda pes diyorum bu yazıya.. Tek okumadığım kitabı bu kaldı diye 2 gün önce aldım kendime Yeraltından Notlar'ı ... Başka bir kitap okuyorum diye açmadım kapagını ama 2 gündür çantamda benimle birlikte seyahat ediyor.. Bu sabah dayanamadım şöyle bir çevirdim sayfaları sonra işe geldim bloglara bir bakayım dedim ve gene bu yazı.. Bu tesadüfler zincirinden tedirgin olmalı mıyım? :)
YanıtlaSiltedirgin olmayın ve böylesi denkliklerin tadını çıkartın derim.
YanıtlaSildostoyevskileri önceden bitirdiğim için senede bir defa, kasım ayında yeniden okuyorum. çünkü, kasım dostoyevski okumadan geçilemeyen ve bizzat dostoyevski'nin "kasım günleri ne kadarcıktır ki zaten,"* dediği günlere gebedir.
üstelik büyük yazar, bin sekiz yüz yirmi birde kasım günlerinin on birincisinde doğmuştur.
sözün özü, kitabınızı okumak için şartlar müsait.
*:karamazov kardeşler
Denkliklerin tadını çıkarmalı doğru.. Şu sıralar J.C Oates'in hikayelerinden bulaşan paranoyak düşünceler ile yazmış olabilirim yorumu.
YanıtlaSilKasım ayını Dostoyevski okuyarak kapatacağım. Teşekkürler.