24 Haziran 2025 Salı
pilav
evet, yine pilav bahsi. ama bu defa biraz farklı.
*
birden bire herkes evlenmeye başlamıştı. çok geçmedi, boşanma haberlerini duymaya başladık. boşanmaların en büyük sebebi evli olmak ne de olsa.
üzüldük, "üzülme," dedik. sevindik, "artık benimsin bebeğim, sadece benim," dedik. bazan "her işte bir hayır vardır," bazan "emin ol, daha iyi olacaksın". "o ciciyse sen daha cicisin" de...
ama şunu fark ettim: ebeveynleri ayrılmış arkadaşlar çoğunluktaydı boşanmaya karar verenler arasında. başka bir deyişle annesiyle babası ayrılmış olanlar daha kolay boşanma kararı alıyordu.
*
bunun başka bir versiyonu da anne ve babası arasındaki ilişkiyi ilişki tanımı olarak alıp tekrar edenlerdi.
babası maaşını annesine mi teslim ediyordu o da eşine teslim ederdi. annesi babasına sormadan hiçbir şey yapmaz mıydı o da yapamazdı. annesi ve babası birbirine temas etmeyen, el ele tutuşmaktan bile imtina eden insanlar mı o da kaçınırdı. annesi babası birbirine sesini yükselten çiftlerden ise o da bunu yapmakta sakınca görmezdi.
*
ve pilav...
diyelim ki pilavı lapa seven, ağız tadından azade annesi yüzünden -o, ıslak demeyi tercih etse de- pilavların lapa, hatta risotto kıvamında yapıldığı bir evde büyüyen ve pilavı öyle seven bir çocuğun nihayetinde adam gibi bir pilavla karşılaştığında yaşadığı şok.
dahası şiir gibi bir pilava verdiği tepki: bu pilav kötü.
*
diyeceğim o ki, neyi doğru neyi yanlış yaptığımız kadar karşılaştığımız, muhatap olduğumuz insanların neye alıştıkları da önemli.
22 Haziran 2025 Pazar
metallica tişörtü
evde ses olsun istedim. öyle başladı.
kolayıma geldiği için televizyonu açıp, youtubeu seçtim. dua lipa icrası, konser kaydı wind of change ile yola çıktım. nasıl olsa yol yokuşlara, sapaklara, reklamlara uğrasa da devam ederdi. etti de...
yutuptaki çocuklar güzel bir çalma listesi yapmıştı benim için. bir ara 'hetfield reis'in sesini duyunca işi gücü bırakıp ekrana kilitlendim. konser kaydı. bu seneden. yedi mayıs.
nasıl kalabalık. kalabalık nasıl da coşkulu. altmış küsur yaşındaki james hetfield nasıl artist. saçlar kısa, bembeyaz, minare yıkılmış saçlar kısalmış, ama karizma, pardon mihrap yerli yerinde.
dekor sade. şarkı enter sandman.
kamera seyirciler arasında geziniyor. her yaştan seyirci var. başarı denilen kavramın bu olduğunu düşündüm: bir kaç kuşağa temas etmek.
ve bir metallica tişörtü almak istedim. bu istekle hiç metallica tişörtüm olmadığını hatırlamak aynı anda geldi. lebowskifest tişörtlerini saymazsak baskılı ya da yazılı tişört tercih etmedim hiç. hatta markasını reklam etmek zorunda kalmadığım tişörtleri seçtim ya da markasını ifşa eden logo ne kadar küçükse o kadar çok tercih sebebi oldu benim için.
ama o an metallica tişörtü almak istedim. sadece o an. sonra durdum, düşündüm, vazgeçtim.
siyah tişört üstüne kareli, kısa kol gömlek giyen rakçı amcalar gibi görünmek istemem çünkü. hele yaşını başını almış ama genç görüneceğim diye kırk yıllık bıyığını kesen muhafazakâr amcalar gibi hiç görünmek istemem.
yanlış anlama olmasın diye tekrar ediyorum: amacım rakçı ya da genç görünmek olsa dert etmem.
ama sanılmaktan nefret ederim. derdimin bir sevdiğim bir grubun hatırasına saygıdan, güzel bir şarkının, harika bir konser ortamının motivasyonundan başka bir şey sanılmasından.
evet, insanların düşüncesini takmak değil bu. yanlış anlaşılmaktan nefret etmek.
19 Haziran 2025 Perşembe
günün sorusu: cümleler
cümleleri insanlar mı deneyip, arayıp sonunda buluyor, yoksa tersi mi oluyor, cümleler biri gelsin de onu alsın, kullansın veya altı çizili satırlara dönüştürsün diye bekliyorlar mı bir köşede?
17 Haziran 2025 Salı
dakika ve skor
"Hıristiyan tarih yazımının başlangıcından on üç bin yıl kadar önceydi, son buzlar da su oldular, sızdılar toprağa, havaya karıştılar, yağmur olup yağdılar, yerle gök arasında devinmeye başladılar. Toprak iyice doyduğu için artık alamayınca onları içine, mavi kilin üzerinde toplandı su, yükseldi, yükselip aynadan bir bıçak oldu, kesti kara toprağı boylu boyunca. Ve bir oyuğun içinde yeniden zuhur etti, buharlı ve berrak bir göl cisminde. Suyun bıçkın buz iken topraktan çalıp götürdüğü kumlar şuradan buradan gelip gölün içine aktılar şimdi, dibine çöktüler, suyun altında sıradağlar kurdular, su başka yerlerde gittiği kadar yürüdü toprağın derinlerine."*
*: jenny erpenbeck, gölün sırrı
15 Haziran 2025 Pazar
yaba kulaklı, adsız çocuk
ya da "bir adı varmış, ben bilmiyormuşum"...
bütün bunları beyaz gemi'nin filmini seyrettim de ondan yazıyorum.
/her gün aklıma gelmese de unutmadım. unutacağımı da sanmam. ama bilirim, o yaz da geri gelmeyecek bütün yazlar gibi.
limanı gören ev. asma yapraklarının örttüğü mutfak balkonu. limanda gemiler, ne zaman başlayıp ne bittiğini fark etmediğimiz yaz yağmurları, ufukta koşan, kucağındaki güneş ışıklarını yakamoz misali denize döken bulutlar.
tavsiye üzerine cengiz aytmatov okuyorum. tam da tavsiyedeki gibi cemile'den başlayarak, külliyatı tamam etmek niyetiyle. fonda dire straits çalıyor. en çok da brothers in arms. çünkü kömür karası bir tren sarı özek bozkırını boydan boya geçiyor, dünya savaşlarının ikincisine asker taşıyor. çünkü cengiz aytmatov'un anlattıklarına en çok o yakışıyor.
hata yapsam da önümde telafi edecek kadar zaman olduğunu düşünecek kadar genç, zamanın gelip geçiciliğini unatacak kadar da çocuktum. mutluydum yani.
bir yandan da sonsuza kadar sürecek sandığım bir aşkı unutmaya çalışıyordum.
cengiz aytmatov alıp beni uzaklara götürmüştü. eski masallara, ikinci dünya savaşı zamanlarına, yokluk ve yoksullukla kuşatılmış hayatlara, aşklara, özlemlere konuk olmuştum. tabiatı kutsayan bir çevre bilinci de vardı anlattıklarında, güzel bir gelecek umudu da. en çok hüzün vardı ama. bilseniz, "ne güzel yakışıyordu bize". hâlâ da öyle...
nerelerde ağladım hatırlamıyorum ama en çok ağladığım romanı biliyorum: beyaz gemi.
öyle ağladım, ağladım ki, anlatamam. o adsız, yaba kulaklı çocuk hem kendi hem de dedesinin anlattığı masalları yanına alıp giderken, "ne çok acı var allahım!" demiştim. "teşekkürler sayın yazar. beni ağlattın."/
senaryoyu cengiz aytmatov yazmış, bolotbek shamshiyev yönetmiş. orijinal adı belyy parokhod olan film, sovyetler birliği adına yirmi altıncı berlin film festivaline katılmış.
tam bir festival filmi zaten. anlatıya dahil mitolojik unsurlardan bir hayali gerçek kılmaya çalışan sosyalist gençlere kadar.
sinema dili yerlerde gerçi. kurgu berbat, mitolojik anlar tiyatro sahnesinden kaçmış gibi 'teatral'. ama olumsuz manada.
bir de tarkan'ın ahtapotundan özür dilerim.
seyretmesem de olurmuş yani.
ama...
o adsız, yaba kulaklı çocuğun adını öğrendim. bir adı olmuş filmle beraber. belki adsızlık filmde uygunsuz olduğu, belki onu oynayan çocuğun da adı olduğu ve sette kolaylık sağlayacağı için.
nurgazi...
12 Haziran 2025 Perşembe
8 Haziran 2025 Pazar
deli ibram 'zeybeği'*
sevdiğim değilse de çok sevdiğim şeyler hakkında konuşmaktan imtina ediyorum galiba. bu açıdan bakınca, "söylenmemiş söz" kendini gerçekleyen bir kehanet gibi.
meseleye belli bir disiplin altında yaklaşmayı tercih etmediğim, dahası bilmediğim için söz konusu bahiste bana temas eden ne varsa anlatmak, not düşmek istiyorum çünkü. bu durum da hem konuyu dallandırıp budaklandırıyor hem de beni yoruyor.
düşünün, neredeyse on beş yıldır devam eden bir ricardo reis'in öldüğü yıl yazısı var. (bu arada, doğrusu "reis'ın" olmalı. ve romanın henüz izleyemediğim bir filmi var artık.) zaman zaman okuyorum, en iyi yirminci yüzyıl romanı listemi alt üst eden bu romanı o kadar çok yerinden tutmuş, hevesle anlatmaya niyetlenmişim ki ben bile yoruluyorum.
ama yine de, bu dört yüz sayfalık romanda bu kadar şey görebildiğim/bulabildiğim için kendimle gurur duyuyorum. çok kullanmış olmasam, uzanıp yanaklarımdan öpüyorum, bile derdim.
"burada, denizin bittiği yerde ve karanın beklediği yerde."
*
zamanla türlü oyunlarla bahsetmeyi öğrendim çok sevdiklerimden. belki bir hatırlayan çıkar; deli ibram divanı'ndan da ödülleri bahane ederek konuşmuştum. tiyatrosever olsaydım tiyatrosunu dile dolardım. ama hayır.
müzik seviyorum ama. üstelik her türden müzik dinlemeyecek kadar da kendime saygım var. deli ibram 'zeybeği'ni dinleyecek kadar da zevkim...
melih yeşilbağ'ın başının altından çıkmış bu şarkı. deli ibram divanı'ndan esinle.
elbette romanın ruhuna uygun bir şekilde zeybek olmalıydı. denizin tuzunu, rüzgârın serinliğini hissedecek, izmir sokaklarında dolaşacaksınız.
biraz dikkatli bakarsınız, suyun karşı yakasını ve bir zamanlar bize ait mavi gözlü bir şehirde doğan büyük kahramanı da görebilirsiniz.
3 Haziran 2025 Salı
serçe parmaklar
okuduğum makalede, "bir iddiaya göre" diyor. o yüzden araştırma gereği duymadım. ne yapay zekaya sordum ne gugıla...
ne de olsa, söze başlamak için bir bahane sadece. 'söylenmemiş söz'e...
iddiaya göre, çatal bıçak takımı kullanımının başlaması ısırığın biçimini değiştirmiş. sofra bıçağı sayesinde yiyecekleri yeni şekillerde kesmek mümkün olunca, iki yüz elli yıl önceye kadar yaptığımız gibi üstçene dişleri ile altçene dişleri üst üste gelecek şekilde yemeyi bırakmışız. sonuç olarak da üstçene dişleri altçene dişlerinin önüne gelmiş.
bilimciler bununla uğraşa dursun. ben cep telefonlarının etkisini merak ettim.
boyunlarımız yeni bir normallik kazanacak mi acaba? ekran ışığının uyumaya olumsuz etkisi ortadan kalkacak mı?
ama ben en çok elleri merak ediyorum. spor salonunda onlarca ton ağırlığın altından kalkmışcasına gelişen, telefonu kolayca dengede tutan serçe parmakları mesela.
1 Haziran 2025 Pazar
hat - trick
bir.
gemi azıya almak: aynı günde hem eriğe hem duta hem de kiraza dalmak (tdk büyük türkçe sözlük)
iki.
o çok anlatılan bahisteki gibi sefere giden yeniçerilerden olsaydım üç kese altına mal olacaktı bugün.
neyse ki, erik sitenin. kiraz üniversitenin kirazı. dut ise benim dutum sayılır.
üç..
haiku yazdım bir de. kefaret yerine geçer belki.
erik cankiraz kırmızı, dut siyahsağ elimde izleri
29 Mayıs 2025 Perşembe
şizofren
hikâyenin başı: bir ve iki...
uzatmayacağım. çünkü yolu uzattım.
evet, yolu. çünkü onu görmek, uydurmadığımdan emin olmak istiyordum.
hava güzel, vakit akşama doğru. bulutlar olmasa, "güneş ufka devrilmişti" falan da derdim.
içimde merak, heyecan, endişe, umut karışımı bir duygu. ne de olsa 'gülüm' sayılır.
o karma duygu görünce sevince dönüştü. nasıl da şenlikli. meyvesi bol, yaprakları yemyeşil. bahçe sahibi ya da bahçenin bakıcısı hatasının farkına varmış, bu defa etrafının bakımını da dut fidanını da ihmal etmemiş.
tam vaktinde meyveye durmuş olduğunu görünce, "jet lag etkisi geçmiş galiba," dedim. sonra kendi kendime devam ettim: ya bu manyak jet lag değil de şizofrense?
sonra da kendi şakama, kendim güldüm. laf aramızda erken olgunlaşmış bir kaç dut bile yedim.
27 Mayıs 2025 Salı
tehlikeli şiirler - yetmiş üç
tehlikeli şiirler okuyalım leyla
pablo nerudaʼdan matilde'ye sone* mesela
Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,ateş de pay alır kendine soğuktan.Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,sana olan sevgimi sonsuzlaştıracakbir yolculuğa yeniden başlamak için:bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.Sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğunve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarlarıhem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.Sevgimin iki canı var seni sevmeye.Bu yüzden sevmezken seviyorum senive bu yüzden severken seviyorum seni.
*: çeviren: cevat çapan
26 Mayıs 2025 Pazartesi
efsane olmak
dün, yani yirmi beş mayıs pazar günü roland garros tenis turnuvasının merkez kortu philippe-chatrier'de bir tenis efsanesinin vedası vardı. rafael nadal, kralı olduğu toprağın en büyük arenasında tenis severlere veda etti.
ve ben başka bir büyük sporcuyu, christiano ronaldo'yu andım. iki bin on üç yılı altın top ödülünü kazandığında, "insanlar benim kendim ve para için oynadığımı söylüyor. oysa ki ben, babam benimle gurur duysun diye oynuyorum," deyişini.
kendisini öyle deyişinden sevmeye başlamıştım. kaldı ki, böyle bir cümleyi kim söylese severim.
nadal da benzer yerden girdi gönlüme:
"şampiyonluklar, sayılar... onlar oradalar. insanlar zaten muhtemelen bunlardan haberdar. ben daha çok mallorca'daki küçük bir köyden çıkan iyi bir insan olarak hatırlanmak istiyorum."
22 Mayıs 2025 Perşembe
sır
bir zamanlar revaçta olan edebi yöntemi günümüze taşıyarak nasılsa elime geçmiş eski bir el yazmasında okuduğumu söyleyeceğim. derkenara, yeni alfabeyle, yeşil mürekkepli bir dolmakalemden çıkma harflerle yazılmış iki cümle:
"gece olunca çocuklar yetişkinlere, yetişkinler ise çocuklara dönüşür. ama herkes uykuda olduğu için kimse bunu fark etmez."
18 Mayıs 2025 Pazar
flört
söze, karamazov kardeşler'in en cazip olanı dimitri'nin bir sandığın üzerinde uyuyakaldıktan sonra, uyandığında söylediği cümle ile başlayalım: "bir düş gördüm efendiler..."
*
yedi sekiz yaşlarındaydı. belki de beş altı. bilemiyorum. çünkü o yaştaki çocukların yaşlarını tahminde başarılı sayılmam. kocaman bir gülümsemeye eşlik eden bir "merhaba," dedim. biraz utangaç, biraz tedirgin karşılığını aldım ama. kocaman gülümsemenin, merhabanın. her ikisinin de.
sadece rüyada değil gündelik hayatta da yapıyorum ben bunu. o yaşlardaki çocuklarla selamlaşmaya bayılıyorum. yaşlarını, adlarını sormam, kesinlikle temas etmem. göz göze gelirim ve olaylar gelişir.
bu, yalnızca çocukları sevmekle ilgili değil. onları var olduklarına, bir yabancı tarafından görülüyorlarsa herkes tarafından, en çok da ebeveynleri tarafından görüldüklerine ikna etmek gibi bir amacım olabilir: "evet, buradasın. varsın."
tehlikeli, kötü niyetli biri olmadığımı anlasın diye annesiyle de selamlaştıktan sonra olay yerinden ayrıldım. konu onunla alakalı olmadığı için de anneyi çok geçmeden unuttum.
sonra kendimi evde buldum. o günün akşamı ya da bir kaç gün sonra. emin değilim ama açtım ve evde bir şey hazırlamak gelmiyordu içimden. dışarıda yemeye karar verdim.
aşağı inince bizim sokağın mağaza, kafe ve restoran camekanlarından taşan ışıklarla neredeyse aydınlık, zengin ve ışıltılı bir havası olduğunu gördüm. havalı bir caddede oturuyormuşum meğer.
nerede ve ne yiyeceğime karar verememiş hâlde o mekanlardan birinin camından içeri baktım. aslında popüler bir yer olduğunu biliyordum. elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz, kıyafet zorunluluğu olan bir yer. sadece smokin, papyon değil ingiliz yargıçlar gibi gümüş rengi peruklar da zorunluluk.
ama öyle bir durum yoktu o akşam. mekanı denemek için iyi bir fırsat diye geçti aklımdan. tam bu sırada başta anlattığım küçük kızı gördüm. "tamam," dedim. "bu bir işaret". ve içeri girdim.
ben içeri girince de sanki beni bekliyormuş gibi yanıma geldi. karşımda durdu, hiçbir şey söylemeden bana bakıp kocaman gülümsedi. ardından annesi de geldi. uzun boylu, kısa saçlı, iri bir kadındı. aklımdan, eskiden sporcuymuş ya da ebeveynleri sporcu olmalı gibi bir şeyler geçti. bana bakıp, "biliyor musunuz? bu akşam buraya geleceğinizi hissettim," dedi.
"istediniz mi peki?"
evet, böyle dedim. böyle dedim ve başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
tam benim tarzım, iyi bir cevap olabilir ama böyle konuşamazsın diye kendime kızdım.
çünkü bu flört sayılır.
ama benim böyle bir niyetim yok. aklımın ucundan bile geçmezken. üstelik, tipim bile değil. aptal, gerizekalı.
16 Mayıs 2025 Cuma
günün sorusu: yeni anlam
çocukluğunuzdan bu yana hep duyduğunuz bir sözcüğün birdenbire bambaşka bir anlam kazandığı oldu mu hiç?
mesela, sıfır. yüz üzerinden.
13 Mayıs 2025 Salı
itiraf
hayat, film, dizi ya da kitap... muhakkak karşınıza çıkmıştır: suçlu birileri vardır ama suçun üzerinden zaman geçmiş, kelimenin tam anlamıyla sular durulmuştur. hatta başka şüpheliler bile vardır.
'adamımız' huzurlu değildir ama. yüzünde aksini iddia eden tebessümler taşısa da mutsuzdur. sık sık dalar gider. geceleri uyanıp karanlıkta tavanı izler, varsa yanında birisi nefesini dinler. bir düğmeye basılmış gibi aniden o birisine sarılır hatta.
vicdanı ve kalbi varmış gibi hissederiz. ne de olsa ikisi de hayati organ.
bir gün itiraf ederken görürüz onu. polis karakolunda, evde birilerine, işlediği suçtan zarar görenlere ne kadar pişman olduğunu söylüyordur. omuzlarında bu yükü taşımaktan yorulmuştur, kalbi kararmaya başlamıştır, vicdanı onu rahat bırakmamaktadır.
bunu yaparlar, çünkü omuzlarındaki yükü yere bırakmak, içlerindeki utançtan, vicdan azabından kurtulmak isterler.
laf aramızda biz öyle olduğunu sanırız. zira bizim öyle sanmamız için dizayn ederler her şeyi. yani bu role uygun oynarlar.
oysa gerçek başkadır. bambaşka...
vicdan, utanç vb. hikâyedir. çoğu vakada tek bir yük olur omuzlarda: belirsiz gelecek.
önünü göremek, kurulan hayallerin yıkılma, planların bozulma ihtimali, geleceğin üzerinde gezinen belirsizlik bulutu her yükten ağır, her acıdan büyüktür.
bu yüzden gidip itiraf ederler. tıpkı, "şu sınav geçsin de nasıl geçerse geçsin," dediğimiz günler gibi.
sınav kötü geçer, okul uzar. ama en azından bizi neyin beklediğini biliriz.
11 Mayıs 2025 Pazar
dakika ve skor
"O akşamı, o yazın -hatta bütün zamanların- ailecek geçirdiğimiz en iyi, en doğal zamanları olarak hatırlıyorum bugün bile. Öyle ki bir an için hayatın çok daha sabit, çok güvenilir bir yönde ilerleyebileceğini hissetmiştim. Anne babamız, ikisi de mutlu görünüyorlardı ve araları iyi gibiydi. Babam annemin ona yaklaşma biçimini takdir ettiğini hissettiriyor, annemin kâh kıyafetini kâh görünüşünü kâh neşesini övüyordu. Sanki bir zamanlar var olan ama zaman içinde bir şeylerin altına gizlenmiş, yanlış anlaşılmış veya unutulmuş bir şeyi yeniden keşfetmiş ve hem bu keşiften hem de birbirlerinden bir kez daha büyülenmiş gibilerdi. Ancak çiftler için geçerli, ancak çiftlerden beklenir bir şey sanki bu. Zamanında sırılsıklam âşık oldukları ve bütün bir ömrü paylaştıkları kişiyi görmüşlerdi."*
*: richard ford, kanada - jaguar kitap [bold tercihi ise benim]
7 Mayıs 2025 Çarşamba
bir küpede iki kiraz
bu sabah asansörde biriyle karşılaştım. ilk defa gördüğüm, muhtemelen üniversiteli, eli ayağı düzgün, havalı bir tipti.
ama konumuz hiçbiri değil.
kulağına taktığı küpelerdi dikkatimi çeken ve onu buraya getiren.
/anıların ne zaman, nereden çıkıp geleceğini bilemezsiniz./
hayatıma giren en kötücül kadını andım.
bana, "tavsiyelerinize teşekkür ederim ama ben küpe yerine kiraz takarım kulağıma" dediği kutlu anı.
onun için, ona çaktırmadan günlerce kiraz şeklinde küpe aradığımı.
bulduğumu.
avuçlarımı açınca onun olduğunu.
birdenbire gelen 'kiraz mevsimi'ni.
/özlemedim.
o günlere dönmek istemedim.
sadece andım./
4 Mayıs 2025 Pazar
reklam ya da geceden kalan
dün gece saat üç gibi uyandım. hem erken yatmak sebep oldu buna hem de vücuduma yerleşmek için mücadele eden hastalık. belki de, çoktan yerleşmiş bir hastalığı def etmeye çalışan bedenim.
kalktım, mutfağa gidip bir bardak su içtim. bir vesileyle daha önce söylemiş olmalıyım; "baş ucumda bir bardak su bulundurmak yerine gecenin ve evin sessizliğinde mutfağa gitmeyi severim".
yatağa döndüğümde uyumanın zor olacağı belliydi. düşündüklerimi, kendi kendime konuştuklarımı hatırlamıyorum ama "bireysel" dedim bir ara.
sanki kitap okurken fonda çalan şarkıyı bir cümle ya da kelime ile fark etmişim gibi.
"acaba bu isimde gsm operatörü olsa ne olurdu? avea ne kadar mantıklı, ne kadar güzel bir isimlendirmeydi. tanısam, o ismi bulanı alnından öperdim."
sonra aklıma 'bir masada iki kişi' tadında ama murat menteş romanlarından çıkma bir diyalog geldi.
/belki onun romanlarından birinde okumuşumdur. öyleyse sonsuza kadar susun. yok öyle değilse, tanıyanlar haber etsin kendisine, bir sonraki romanında kullanabilir. tırnak içi yazmasına gerek yok. italik de.../
- nurcel!..
- yalnız, iki 'l'yle olacak.
- nurcell!..
- şimdi oldu.
- söylesene nurcell. neden nurcell?
- o günlerde piyasaya yeni giren bir gsm operatöründen geliyor adım. babam, nasıl yaptıysa bir görüşme ayarlamış, "bedeline razı olursanız kızımın adını nurcell koyarım. ömrü uzun olsun, yaşadığı müddetçe şirketinizin reklamı olur. üstelik, annesinin yarısı kadar dahi güzel olsa bu yatırımın karşılığını fazlasıyla alırsınız." adıma bakarak görüşmenin nasıl geçtiğini anlayabilirsin. ya da bu şirketin şu an piyasada neden olmadığını.
/evet, geçenlerde dublörün dilemması'nı bir defa daha okudum. tiyatroya uyarlandığını öğrendim. ve ilk kez bir oyunu bu kadar merak ettim.*
*sayıklamadırlar. reklam ya da iş birliği değildir./
1 Mayıs 2025 Perşembe
itiraflaşmalar
geçen gün selçuk aradı. biraz sıkkın, biraz üzgün, biraz öfkeli... çoğu zaman duygusaldık ama hep olduğu gibi oradan buradan, kendi ölçeğimize göre 'her şey'den konuştuk.
bir ara, "sana bir şey itiraf edeceğim," dedi. bunu sadece o günlerdeki sevgilisine itiraf etmiş ama ne o günlerde ne de sonrasında bir başkasına bahsini açmış.
"ilk tanıştığımız zamanlarda daha çok sen konuşurdun ben de dinlerdim ya. söylediklerinin çoğunu anlamazdım. o an ve sonrasında üzerine düşünür, kendimi zorlar, kafa patlatır, bazılarını anladım zanneder, yine de hepsini anlayamazdım. şiir okuyormuş gibi hissederdim. hani anlamazsın ama derindeki bir anlamın varlığını sezersin. eğer devam edebilirsen ilerideki bir mısra o hissettiğin anlamın doğruluğunu fısıldar sana."
ben de itiraf ettim: "bunu bile isteye tercih etmiş olabilirim. seninle arkadaş olalım istiyordum ve elimde kelimelerden ve entelektüel ilgilerimden başka bir şey yoktu. farkındaysan, "az önce buz dolabından çıktığı için üzeri buğuyla kaplanmış mor üzüm tanesi sesim"in bile yıllar sonra farkına vardın. üstelik bunun için seni gece yarılarında aramam gerekti."
burada güldük elbette. yeterince güldükten sonra devam ettim:
"ama derdim anlaşılmamak değildi. anlaşılmamak ve derin anlamları olan sözlere sahip olduğumu hissettirmek, yüce ve yukarıda olduğum mesajıyla cazibe merkezi olmak hiç değildi. kaldı ki, 'anlaşılma ki seni bir şey sansınlar' tayfasından olmadım hiçbir zaman."
...
"iyi ki de öyle yapmışım. yoksa kapı gibi sağlam, sadece arkadaşını değil 'insan'ı yarı yolda bırakmayan, göğsünde kocaman bir kalp taşıdığı hâlde pek de kısa sayılmayacak hayatında o kalbi o büyüklüğüne rağmen tertemiz tutmayı başaran, sadece geniş ailenin değil bütün mahallenin muhabbetle andığı bir arkadaşım olur muydu?"
29 Nisan 2025 Salı
dakika ve skor
"Türkiye'nin fizik yaşamı neredeyse tek boyutlu hâle gelmiş, yeknesak ve stresle yüklü. Toplumsal ön kabuller ve genel geçer yargı o kadar baskıcı ve yoz ki, gemi maketi yapan bir yetişkine gülen, aşçılığa merak salmış şube müdürünü ayıplayan, dağ bisikletini omuzlamış genç kıza mücrim gözüyle bakan, hafta sonları hurda arabasının restorasyonuyla uğraşan beyin cerrahına uzaktan uzağa kıkırdayan, ağaç dikene, kedi besleyene, kumbara koleksiyonu yapana aptal gözüyle bakan niteliksiz bir yığının normlarıyla yaşıyoruz. Olabildiğince para kazanmak, bunu yaparken mümkün olduğu kadar tırtıklanmamak, biriktirmek, rant sağlamak, almak ve fakat kesinlikle vermemek... Türkiye'nin somut/maddesel devinimi, bu kadar basit, berbat ve küflü bir eksen etrafında dönüp duruyor."*
*: süleyman çobanoğlu, kök ekin - işleyen
25 Nisan 2025 Cuma
"mor mor"
masada duran içi su dolu şarap sürahisine bir sap leylak daldırılmış, leylağın sapınada manzarayı daha da güzelleştirmek isteyen hava kabarcıkları yapışmıştı.
22 Nisan 2025 Salı
enternasyonal - üç
bir, ki, üç:
demokratik kongo cumhuriyeti vatandaşı maître gims namlı rapçi ve söz yazarı, bir gürcistan halk ezgisine fransızca söz yazmış, sonra da icra etmiş. öyle ki, bir ayda yaklaşık üç milyon defa dinlenmiş.
gerçi ben bunu tercih ederim.
20 Nisan 2025 Pazar
şelale
birhan keskin, ve ipek ve aşk ve alev namlı şiirinde "akmamak için kendini tutan suyu gördüm" diyen h. michaux'nun unuttuğunu tamam ediyor adeta:
*"aklıma suyun intiharı geliyordu hepşelale deyince"
şelale güzel bir kız ismi yine de. upuzun kirpiklerinin gölgelediği kocaman gözleriyle dünyaya ve insanın içine içine bakan, siyah, simsiyah saçları su gibi omuzlarına çarpıp etrafa saçılan.
17 Nisan 2025 Perşembe
dizi dizi diziler
bir arkadaşım instagramdan arakladığı bir videoyu benimle paylaşmış.
/evet, bile isteye 'araklamak' dedim. kendisi çok sever araklamayı. sonra da "ama italik yazdım," der. eminim bunları okusa çok güler./
video, merdivenlerden inen bir adam vasıtasıyla film ve kitap arasındaki farkı anlatıyor. ya da film izlemek ile kitap okumak arasındaki farkı. ya da filmlerin neden kitaptaki tadı vermediğini.
'film izlemek' notuyla yapılan girizgâhta, sallana sallana merdivenlerden inen bir adam görüyoruz. adam merdivenden iniyor ve plandan çıkıyor. peşi sıra, müzik ve 'kitap okumak' notu eşliğinde aynı adamı görüyoruz.
merdiven korkuluğuna tutunduğunu, ellerinin korkuluğun üstünde kayışını, düşünceli bir yüz ifadesiyle uzaklara baktığını, her adımında ahşap basamaklarını sarsıldığını, ayağındaki kirli bez ayakkabıları falan.
"tam da bu," diyerek ünledim. kitabı okumanın yerini filmini izlemenin almasına imkan yok. kendi adıma, filmi kitabından daha iyi tek film biliyorum: big fish (2003).
/belki, esaretin bedeli de [the shawshank redemption (1994)] sayılabilir ama filmin uyarlandığı stephen king'in rita hayworth'u seven adam* öyküsü de muhteşemdi. izledikten sonra kitabını okuma ihtiyacı duymadım ama yüzüklerin efendisi üçlemesinin de kitabından daha iyi olduğunu hissediyorum./
sonra başka bir arkadaşıma silo dizisini tavsiye edişimi hatırladım.
/konuyla ilgisi yok ama ne zaman 'saylo' desem aklıma 'aykeya'cı tayfa geliyor ve elimde olmadan, "acaba, 'ayben' de diyorlar mı" diye bir süre düşünüyorum./
silo konu itibariyle tam onun tarzı çünkü. ilgilerine, iddialarına hitap eden bir konusu var. oyunculuk, set, kurgu vs. zaten iyi. izlemiş ama ilerleyişi ağır bulmuş.
"tam da bu" dedim bir defa daha. ama içimden. son dönemde filmden çok dizi izlemeyi tercih etmem tam da bu yüzden.
adamın merdiven korkuluklarını kavrayan elini, düşünceli yüz ifadesini, kirli bez ayakkabıları altında sarsılan ahşap basamakları görmek için.
*: bakınız: kuşku mevsimi, altın kitap
12 Nisan 2025 Cumartesi
şiir
"yalnız, dikkat et. şiir hassastır. öyle üstün körü yazmağa gelmez. iyice bi ölçcen, bakcen, ondan sonra dizcen kelimeleri. sonunu uydurcem diye hakikati incitmicen."*
*:yeşil deniz, s01e03
8 Nisan 2025 Salı
kiraz ağacı ile sakura
'sakura' desem daha havalı duracak ama kiraz çiçeği. daha doğrusu kiraz ağaçları. vakti geçti, geçiyor ama onların zamanı şimdi.
/peşi sıra en sevdiğimin, elma çiçeklerinin saltanatı başlayacak ama konumuz bu değil./
bir yer var burada. bahçe gibi. yol (kenarı) gibi de. ama ilgilenen, düzenleyen birileri var. muhtemelen müdür, şef gibi bir sorumlusu da.
yabani, meyvesi kuştan, böcekten gayrısına yar olmayacak bir sürü ağacı sadece çiçeklerinin güzelliği için oraya doldurmuşlar. tıka basa değil elbette. belli bir nizamı, estetiği ihmal etmeden.
o kiraz ağaçlarının birinde bir farklılık dikkatimi çekti. bir şey mi sebep olmuş bilmiyorum. denemeci bir bahçıvanın işi de olabilir, müdür ya da şefin emri de...
pek de yaşlı olmayan bu kiraz ağacının gövdesi iki metre kadar yüksekte üç dala dönüşmüş. bu üç daldan ikisi yoluna devam ederken, üçüncüsü kesilmiş. oraya da başka bir 'şey' aşılanmış.
çiçekleri de, googleda 'sakura' araması yapanların karşısına çıkan çiçekler.
bembeyaz çiçeklerle dolu bir ağaçta kendine verilen şansı iyi değerlendirmiş, pembe pembe 'sakura'lara vesile olmuş küçücük bir dal.
ilk önce şaşırdım elbette. hem gözlerime inandım hem şaşırdım. bir anlık yabancılamanın ardından, "güzellik böyle olmalı," dedim. "güzel, güzelle yan yana."
sonra aklımdan geçenlere daha da şaşırdım: "eskiden olsa, cazibe merkezi olarak, 'bir bataklığın orta yerinde açan sonsuz güzellikteki çiçek"i işaret ederdim. şimdi ise, orada mutlu olduğu hâlde gelen cazip. suyu, toprağı, havası kararında ama içindeki çağrıya karşı koyamayıp gelen. tıpkı, tutmakla yükümlü olduğu köprüyü, 'bilirim, dine sığmaz, ihanettir' bilincine rağmen müttefik kuvvetlere açan kırım hanı murat giray örneğinde olduğu gibi."
yoksa, "ben seni zaten ikna ederim şekerim. aslolan, senin bana yenilmen değil, kendine yenilmen."
6 Nisan 2025 Pazar
dakika ve skor
"Sessizlik, kocaman bir göktaşı gibi oturmuştu kentin üstüne; bu yüzden şaşkına dönen insanlar birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar, uyuyan bir canavarı uyandırmaktan korkarmışçasına ayaklarının ucuna basarak yürüyorlardı sanki. Sancılı bunalımların ardından gelen gevşemeye, rahatlığa benzer bir görünüş. Bir genç kız, kilise duvarının önünde durmuş, başını kaldırmış, sol elini alnına siper etmiş, bir gözü kapalı, güneşe bakıyordu. Çoktan beri insan ayağı değmemiş bir balkonda serçeler koşuşuyordu. Ve inanılmayacak bir şey, kapalı kepenkleri delik deşik edilmiş bir dükkânın önünde çiçek satıyordu bir adam, kolunda âmâ kolluğu."*
*: melih cevdet anday, gizli emir
3 Nisan 2025 Perşembe
yatırım tavsiyesi
hiç dolandırılan, dolandırıcılar tarafından kandırılan bir tanıdığınız var mı?
benim bir tane var. ihtimaller sorulsa listeye dahil etmeyeceğim biridir aslında. ne de olsa zeki, devlet dairelerinden birinde yıllarca çalışmış, uzun süre müdürlük yaptıktan sonra emekli olmuş. yol yordam bilir, devletin işleyişine de hakim ama olanlar olmuş.
ufak bir dikkatsizlik, bir anlık gaflet kendisinin değil ama neredeyse yüz yaşındaki annesinin hesabındaki paranın çalınmasına sebep olmuş.
"bir insan bu tür şeylere nasıl kanabilir?" sorusu -ya da merakı- herkesin hakkı. "bu insanlar aptal mı?" diye soran kendince zekileri de anlıyorum. çünkü adam zeki(!).
peki, bu tarz insanları eleştirip, bıyık altından gülen ama at yarışı kuponları doldurup bahis sitelerinde yorum kovalayan, güya bir mantığı varmış gibi borsa tavsiyelerini ezberleyip internette sanal para peşinde koşanlara ne demeli?
bu yatırım araçlarına(!) para yatırıp da başarılı olan tek bir insan tanıyor musunuz? ama nasıl bir hevesle ve güvenle, dolandırıldıklarını fark etmeden para yatırıyorlar bahsi geçen yerlere.
hem de büyük bir özgüven ve para kazanacaklarına inançla. üstelik genç yaşlarında.
1 Nisan 2025 Salı
efulim*
"efulim sevgilim demektir."
*
volkan konak vefat etmiş. allah rahmet etsin.
takipçisi ya da hayranı değildim. bir şarkılık, belki bir albümlük saltanatı olan doksanlar popçusu gibiydi daha çok.
yine de üzüldüm, eksiklenmiş, yaşlanmış hissettim. çünkü efulim albümü benim için çok özeldi. hâlâ özel.
bir süru güzel şey gibi o albüm de yakari sayesinde dahil oldu hayatıma. yılını hatırlamıyorum ama iki binler civarı olmalı. türk işi goran bregović gibi karşılamıştım. üstelik, 'trabzonlu delikanlı' yaşar miraç da el vermişti.
özellikle iki şarkı kaldı o yıllardan şimdiye. ikincisi, bir kaç yazıya konu olabilecek mora nene. ilki ise efulim...
bir kadını "efulim" diyerek sevmeyi öğretti bana. başkalarından (ç)aldığım kelimelerin en apaçık olanıydı. "seni seviyorum" demeye ihtiyaç bırakmadı.
ister gece yarısı mesajlarına, 'konusuz' e-postalara konu olsun, isterse sonra koparılıp saklanacak defter sayfalarına yazılsın sadece bir cümle her şeyi anlatırdı: efulim sevgilim demektir.
o zamandan bu zamana, bu üç kelimenin toplamından daha yiğit ilan-ı aşk cümlesi duymadım bu dünyada.
gözlerimle görmesem inanmazdım ama efulim kaydıyla eklendiğim telefon rehberi de oldu.
en güzeli de elektronik olsun olmasın "efulim" hitabıyla başlayan mektuplardı. çünkü, her şeyi anlatır, 'nasıl hitap etmeli' zahmetinden kurtarırdı.
30 Mart 2025 Pazar
yaz saati
haberiniz var mı bilmiyorum ama avrupa bu gece yaz saati uygulamasına geçti. ülkemizde ise saatler son bir kaç yıldır olduğu gibi 'yaz saati'nde sabit kalacak.
yaz ve kış saatleri uygulaması gün ışığını daha verimli kullanarak enerji tasarrufu sağlamak amacıyla uygulanıyor. türkiye'nin bu uygulamadan vaz geçmiş olması ise neden bilmem eleştiri konusu.
evet, 'neden'in işaret ettiği yerde bir kinaye var. çünkü, her şeyden önce bu uygulamanın enerji tasarrufu bağlamında doğruluğu tartışmalı.
yine, iki bin on sekiz yılında avrupa genelinde yapılan bir ankette, katılımcıların yüzde seksen dördü saatlerin değiştirilmesinin biyolojik ritmi bozduğunu belirtti ve uygulamanın kaldırılmasını istedi.
bunun üzerine avrupa parlamentosu iki bin on dokuzda uygulamadan vaz geçilmesini ve saatlerin değiştirilmemesini onayladı.
ancak "yaz saati mi yoksa kış saati mi kalıcı olmalı?” sorusunda uzlaşma sağlanamadığı için ertelendi.
peşi sıra brexit, pandemi, ukrayna savaşı, enerji krizi ve son olarak savunma bütçesi gibi konular yüzünden bu karar rafa kaldırıldı ve mevcut uygulama bu yüzden devam ediyor.
*
bana sorarsanız, kış saati uygulaması devam etsin isterim. mesai sonrası hava erkenden kararsın gece başlasın.
o yüzden kış saati başlarken mutlu oldum yaz saati'ne geçmeyi hiçbir zaman sevmedim. belki de 'bahar sendromu'nun bendeki dışa vurumu.
ama ben, "galiba, ruhum gececi olsa da bedenim erken yatıp erken kalkmayı sevdiğinden kış saati uygulaması bir çeşit denge benim için," demeyi seviyorum.
25 Mart 2025 Salı
eşek şakası
bazan bir eşek şakası belirleyici olabiliyor hayatımızda adlı bir mesel vardır ki anlatılır durur.
bakalım.
*
insanlar eşek şakalarına verdikleri tepkilere göre ikiye ayrılır:
birinci grup, -ki bunlar çoğunluktadır- öfke ve kin karışımı bir duyguyla en kısa sürede rövanşı almaya çalışır. mümkünse hemen.
/bu grubu anında eliyorum. çünkü tedavisi olmayan bir doku uyuşmazlığı var aramızda./
ikinci grup, tahmin edileceği gibi azınlıkta ve intikam falan umurlarında değildir. ama onlar da ikiye ayrılır:
ilk gruptakiler sinirlenir. kızar, küser, öfke patlaması yaşar. en iyimser tahminle söylenir durur.
/bunları da eliyorum. hiçbir şaka, yapan da eşek olsa kendisi de eşek kalp kırmaya bahane olamaz./
sona kalanlar ise gülerler. belki yeri ve zamanı, hatta şakanın bizzat kendisi berbattır ama gülmeyi seçerler. üstelik, öfkelenmek yerine gülmeyi tercih ederler. azla yetinmez, kocaman gülerler.
*
hep, "olmaz" diyorum ya. onlarla olur.
"eşek şakasına maruz kaldığında öfkelenmek yerine gülmeyi seçen bir kızla olur."
20 Mart 2025 Perşembe
dakika ve skor
"Sabahleyin biraz tembel tembel dolaşıp kafamı dağıtmak istedim. Süpermarkete gittim, talihim varmış. Gerçekten, pençesine düştüğüm merhamet tezgâhtar kadınlara, kasiyer kadınlara değil, süpermarketin kendisine karşıydı; devasa alanın uzun, sağlı sollu, dar koridorlara bölünmüş reyonlarını dolduran ve her zaman olduğu gibi alınıp götürülmeyi bekleyen mallara karşı: o ümitsiz makarna paketlerine, tereyağı ve margarin bloklarına, içlerinde bezelye, hıyar turşusu, bebek mısır olan, asker gibi yan yana dizili konservelere. Sonra, belki de en acı tablo: tuvalet kâğıdından tepeler. Eli kulağında temizliğin bu tüyler ürpertici heybeti beni bir an için o kadar zayıf düşürdü ki süpermarketten çıktım gittim. Bu sabah beni anında kendine bağlayan hiçbir şey bulamamıştım henüz. Sık sık olduğu gibi, bir eksiklik duygusundan muzdarip olduğum gene aklıma gelmedi. (Hiçbir şey ilerlemiyor, her şey sadece olduğu gibi devam ediyor, derdi annem sık sık.) Kendime gene, kendi hayatımı devam etmekten kısmen alıkoyabilir miyim diye sordum. O zaman neleri yapmaz olacağımı merak ediyordum. Muhakkak daha az konuşurdum; söyleyebileceğim her şeyi zaten defalarca söylemiştim."*
*: wilhelm genazino, ne para ne saat ne kasket
17 Mart 2025 Pazartesi
dag solstad
dag solstad ölmüş. internetin ünlü ansiklopedisi ölüm tarihini 'on dört mart' diyor. söylenenlere göre, kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastaneden eve dönmek kısmet olmamış.
dilerim, javier marías ve wilhelm genazino ile buluşmuştur. üçü birlikte dag solstad'ın daha ikinci kitabını okurken, "dag solstad adını wilhelm genazino ile javier marías'ın yanına yazıyorum" diyen bir blogger eskisinin altını çizdiği satırları yarıştırıyorlardır.
erken bir ölüm sayılmaz onunki. zor olmamıştır. uzun zamandır kahramanları vasıtasıyla ölüme hazırlanmıştı çünkü. yalnızlığa ve yaşlanmaya ise zaten hazırdı.
yine de aklındaki, terekesindeki bütün romanları yazmış olmasını dilerim. zira, sadece okumaktan keyif almadım, kendime ve hayata dair bazı şeyleri aydınlanma anı yaşar gibi öğrendiğim de oldu.
/sanırım bu aydınlanma anları ayrı bir yazıyı hak ediyor./
ne yayımlarsa bir dost tavsiyesi olarak gördüğüm jaguar kitap sayesinde tanımıştım onu: t. singer... "orada olmayan adam" olmak isterken roman kahramanına dönüşen bir adamın iki kahkaha ile paranteze alınmış hikâyesiydi. ona sorsalar, "ara sokaklarda kaybolmak ya da kimselere temas etmeden aranızdan geçip gitmek isterdim," diyeceğine adım gibi eminim.
sadece hikâyesi değil anlatma biçimiyle de o kadar etkiledi ki beni, hemen yayımlanmış diğer kitaplarını da edindim. şimdi bunları, dag solstad'ın türkçeye çevrilmiş bütün kitaplarını okumuş biri olarak yazıyorum.
jaguar kitap'tan çıkan ikinci kitabı, alışılagelmiş solstad anlatılarından uzak ve deneysel bulduğum armand v.'yi saymazsak hepsini de okumanın verebileceği en yüksek keyifle okudum. dilerim ölmeden bir defa daha okuyabilirim.
yine jaguar kitap'tan çıkan t. singer'ı ayrı tutarsak bütün kitapları aynı kişinin farklı yaşlara yayılmış, farklı hâllerinin (siyasi görüşü, aşk hayatı, arkadaşları, evlilik) hikâyesi olarak okumak mümkün. ve o kişinin dag solstad biyografisinden bir şeyler taşıdığı kesin. öyle ki, roman altmışlı yılların başında geçiyorsa kahraman tıpkı yazar gibi yirmili yaşlarının başında oluyor. seksenlerin başında geçiyorsa kırk yaşlarında...
ona "norveç'in kafka'sı" denildiğini duyunca çok şaşırmıştım. eğer bu benzetme, tıpkı "doğu'nun paris'i", "saksonya'nın floransa'sı" gibi bu şehirlere benzemekten ziyade güzelliği ile bulunduğu coğrafyadan, çevre şehirlerden ayrılan bir şehre güzelleme ise kabul edebilirim. ama kafka'yı da külliyat olarak okumuş bir okur gözüyle söylersem aralarında ne yazarlık ne de dertler manasında yakınlık var. ama edebi kıymetini işaret etmek için kafka'nın kabul görmüş kıymetini referans alacaksak bence kafka'dan çok daha keyifli onu okuması.
başka bir deyişle sadık hidayet için söylenegelen "iranı'n kafka'sı" ne kadar yerinde ise solstad için söylenen o kadar yanlış, o denli boş.
bu açıdan kendisini en çok genazino'ya benzetiyorum. genazino'nun norveç şubesi. ya da norveçli ruhdaşı. ya da tam tersi. anlatma şekilleri neredeyse aynı. dertleri de. ama coğrafya. kader...
okumadıklarımı bilemem ama tıpkı o da genazino gibi kahramanı erkek hikâyeler anlatıyor. sıradan, çok sıradan, hep sıradan insanları alıp onları içinden geçenler vasıtasıyla sıradandan ayırıyor. adeta, her insan ayrı bir kainat dercesine.
ufacık anlar, tesadüfler kahraman yapıyor onları. ya da bir romana konu ediyor. çünkü o kısacık an bir kırılmaya sebep oluyor. hayatın akışı değişiyor ya da bir maceraya kapı aralıyor.
o ana kadar her şeyimiz olan biri bir anda hiçbir şeyimiz oluyor.
14 Mart 2025 Cuma
günün sorusu: huzuru terk
huzurdan geri geri, huzura sırtını dönmeden çekilmek, saygınlığına aşırı düşkün bir hükümdarın başlattığı bir gelenek midir yoksa kuşkucu bir ziyaretçinin akıl ettiği mi?
12 Mart 2025 Çarşamba
dakika ve skor
"Yaratmak. Elde tutmak. Yok etmek.
Hinduların bu görevlerden her biri için bir tanrısı vardı. Ben hepsini tek başıma yapıyorum.
Benden önce kimsenin yaratamadığı bir şey yarattım. Ancak dünya buna şahit olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak.
Sonra yarattığımı elimde tutmaya çalıştım, tüm gücümle ve isteğimle. Acı çekerek, bazen de gözyaşı döküp kurbanlar vererek.
Şimdiyse yok edeceğim. Bana kim karşı koyabilir ki? Eğer hak denen bir şey varsa bu isteğim yerine gelecektir.
Aslında yaratıcı olarak kalmak, yarattığımdan mutlu olup onu başkalarıyla paylaşmak isterdim. Ancak yok etmenin de kendince derin anlamları var. Çekici yanı tamama erdirmesinde saklı."*
*: u. poznanski, erebos
9 Mart 2025 Pazar
kayıp çocuk
söze, karamazov kardeşler'in en cazip olanı dimitri'nin bir sandığın üzerinde uyuyakaldıktan sonra, uyandığında söylediği cümle ile başlayalım: "bir düş gördüm efendiler..."
*
kafe tarzı bir mekanda çalışıyormuşum. eskiden çalışmak hayalini kurduğum gibi müdavimleri olan, tül perdeli pencerelerinin iki yanında yana çekilmiş kadife perdeler sarkan bir yer değil de 'yeni nesil kahveci' dedikleri, bol ışıklı, duvarında bisiklet asılı yerlerden.
haliyle, o eski hayaldeki gibi siyah takım elbisesini beyaz gömlek ve papyonla tamam eden orta yaşlı, duruşundan anlamlar taşan, müşterilerin saygı duyduğu adam değil de tezgah arkasında duran, kolları dövmeli, üniversiteyi uzattıkça uzatmış baristalar gibiyim. kulağımda küpe bile olabilir.
müşteriyle ilgilenirken dükkan kapısını açıldığını görüyorum. sırtında kendinden büyük bir çantayla bir çocuk iki eliyle itelediği kapının aralığından içeri giriyor.
merak etmeyin tanıyorum onu. arkadaşlarım diyebileceğim bir çiftin küçük çocuğu. mutlu aileye örnek verebileceğiniz tarzda bir ilişkileri var. zaten onlarınki aşk evliliği. yoksa, ferhat ile aslı nasıl bir araya gelsin ki?
ama bir problem var. o çocuğun bırakın ilkokul birinci sınıfı anaokuluna başlamasına bile yıllar var. sanki ablasıyla yer değiştirmiş.
dükkanın içinde ne yaptığını biliyormuşcasına hareket ediyor. sanki her gün okul çıkışı yaptığı bir şeymiş gibi. yine de, arayıp haber vereyim diye düşünüyorum. ama unutuyorum. ihmal etmem de olası.
çünkü içimden en küçük halam geçiyor. cânım halam, gece yarılarında beni bizimkilerin odasından kaçırıp kendi yanına yatırdığını bugün bile kendinden gurur duyarak anlatır.
anne ve babasının çocuğu merak edecekleri geliyor aklıma. telaşla oraya buraya telefon açtıkları, ona buna sordukları görüntüler gözümün önüne geliyor. buradan bu gelişin mutad bir geliş olmadığını da anlıyorum şimdi. ama yüzümde halamın, cânım halamın yüz ifadesi.
çocuk masalardan birinde tek başına oturuyor. ben tezgah arkasındaki işlerle meşgul oluyorum. hiç mi hiç konuşmuyoruz. belki de ben yanlış anlıyorum her şeyi. sadece, annesi ya da babası okul çıkışı buraya gelmesini ve burada beklemesini tembihlemişler.
bir süre sonra kapı tekrar açılıyor. aslı'nın kan ter içindeki yüzünü ve yorgun bedenini görüyorum. kızgın ve kırgın bir bakışla benden yana bakıyor. hiçbir şey demeden oğlunun yanına gidiyor ve sarılıyor.
"ben şimdi ne yaptım ki," diye düşünüyorum. "neden kızdı ki?"
6 Mart 2025 Perşembe
yazılı yoklama
bir.. neden bütün şehirlerin ortasından bir nehir akar?
iki.. denize inen dik sokaklar bütün mavi gözlü şehirlerin ortak kaderi midir?
üç... bir kadın neden sarışın olmak ister?
dört. kanatlarına dokunulmuş bir kelebek yeniden uçabilir mi?
beş.. vakti gelince oradan oraya uçan göçmen kuşların asıl yurdu neresidir?
altı. yine de ister miydin beni sevilmemiş bir yarayla hiç?
yedi. gelecek ne zaman gelir?
başarılar...
not: istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.
sorular eşit puanlı olmayabilir.
basit hata puan götürmez.
2 Mart 2025 Pazar
dönsün dünya
sema enci, "tersine gidilemeyeceğini gösterir yağmur"¹diyerek türkçenin en büyük şairine eşlik ederken, peşi sıra "şiire dön şiire dön kalbim"² diyerek konuyu biraz daha köpürtür.
*
bir... "sen ve yağmur./ başa dönemezsiniz./ öyle bir yol yürüdünüz ki ancak/ dönüş yolunu yokederek gelebilirdiniz/ inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine."
iki... "eve dön! şarkıya dön! kalbine dön!/ şarkıya dön! kalbine dön! eve dön!/ kalbine dön! eve dön! şarkıya dön!"
25 Şubat 2025 Salı
nar
"en çok da nar ayıklamak istedim sana, sevip sevmediğini bilmeden istedim," dedi kadın.
"ayaklarını kucağıma uzatmışken. üzerinde tabak, içinde nar, üstümde beyaz tişört. çünkü üstüme sıçrayan nar lekesi daha belirgin olduğunda 'beni öldürmeye teşebbüs'le suçlayacağım seni.
gerçi sen, "benim için bu meyveyi uygun bulandan ölmesi de bekleniyor," der
ve sıyrılırsın işin içinden.
böylece hikaye biter, ben ölürüm.
ben ölürüm ve hikaye biter, değil."
23 Şubat 2025 Pazar
günün sorusu: ebat
ebatı m×n olduğu söylenen bir nevresim takımında bahsi geçen uzunluklar nevresimin boyutlarını mı yoksa içine girecek yorganın büyüklüğünü mü işaret eder?
20 Şubat 2025 Perşembe
the agency (2024)
bir yaz öğleden sonrasında, yatak odasının serinliğine kaçarak yatağına uzanmış, başını karyolanın demirlerine yaslamış vaziyette gazete okuyan babamı taklit ederek başladığım okurluk maceram okumayı öğrenince dönülmez bir güzergâha dönüştü.
/o an o kadar çok anlatıldı ki, yatak odasının kapısından bakan benmişim gibi gazete okurken görürüm çocukluk fotoğrafından çıkmış kendimi.
ilkokul birinci sınıftaki sağlık kolu başkanlığını saymazsak hep kitaplık kolu başkanı oldum. birilerinin kulaklarını çınlatmaktan korkmazsak; dünyanın bütün kitaplıklarının başkanı.
ama hayatım her zaman kitaplarla dolu geçmedi. kaldı ki, hiçbir zaman sessiz sedasız, yalnız, sokak yerine kitap okurken rahat eden biri olmadım. her daim kalabalık, neşeli, ilk an çekingenliğini attıktan sonra konuşkan, hatta şımarık ama kitapların dünyasına dahil olmayı seven, orada zaman geçirmekten keyif alan bir okur./
ergenliğimin ilk döneminde kitaplarla arama o kadar çok şey girer oldu ki ömrümün geri kalanında bırakın kitapları, okumayı bile unutabilirdim.
tam o dönemde polisiyeler dahil oldu hayatıma. onlarla birlikte ajan ve casusluk romanları/ hikâyeleri.
okumaya onlarla tutundum.
sıkıcı, çok sıkıcı bir hayatın ortasında nasıl da heyecanlıydı. iyi, yakışıklı, zeki, güçlü, düşse de kalkan insanların, sonunda muhakkak iyilerin(!) kazandığı maceralardı.
kadınlar konusunda da çok şanslıydılar. bütün kadınları etkiliyor, istedikleri hangisi ise onu sevgili seçiyorlardı.
dedektif olmak güzel olurdu. ama ajan olmak bambaşka bir şeydi. bir şehrin sokaklarında dolaşmak yerine dünyayı dolaşıyordunuz. dünyanın her yerine gidebiliyor, farklı kültürleri, yaşantıları görüyordunuz. üstelik toplumsal bir yanı vardı; ülken, ülkende yaşayan insanlar için iyi şeyler yapıyordunuz.
büyüdüm sonra. kitaplarla başka bahanelerle bağ kurdum. ama ajan olmadım. olmak da istemezdim. yine de kitaplarını okumaya devam ettim, dizilerini, filmlerini bol bol seyrettim.
the agency dizisini izledim nihayet. gizli servislerin, teşkilatların, dolayısıyla çalışanlarının makyajlarını silen, efsaneleri yıkan, çelişkileri, acıları, kötülüğü saklamayan bir hikâye. baştan ayağa iyi oyunculuk ve anladığım gibiyse müthiş bir kurgu.
/amaç bu ise, brandon colby yani paul lewis'in hikâyesini baştan anlatmak ya da paralel yerine iran'a sokulmak istenen danny vasıtasıyla vermek iyi bir tercih bence./
dizi, bir aydınlanma oldu benim için. kaç defa, "asla ajan olmak istemezdim" ya da "bir insan neden ajan olmak ister ki" dediğimi hatırlamıyorum.
/buraya kadar 'ajan' dedim, çünkü 'casus' kelimesinin hissettirdiği ihanet, yalan, ikiyüzlülük, kısaca 'yavşaklık' duygusundan uzak olmak istedim. artık 'casus' diyerek devam edebilirim./
ilk olarak, -öyle olduğunu düşünmüyorum ama- ne kadar kutsal bir amaçla yapılırsa yapılsın casusluk kötülük. ve casuslar kötü insanlar. hikâyenin sonunda kendilerine duyulan güvene, hissedilen aşka ihanet ediyorlar. kendi hislerini yok saymaları, vaz geçmeleri ise bambaşka bir acı.
sırf o topraklarda doğdu diye bir ülkeyi baş tacı yapıp diğer ülkelere iş icabı kötülük yapmak anlamsız.
insanları kolayca harcamayı, hedefe giden yoldaki herhangi bir engeli hiç düşünmeden imha etmelerini saymıyorum bile.
sonra kendilerine ihanetleri. sahte bir hayat sürüp, hiç kimseyle yakınlaşmamak. saklamak, yalan konuşmak. aile kurmayı becerebilse dahi sürdürememek. çocukların büyürken yanında olamamak. ve bir emirle her şeye sırtını dönmek.
*
evet, bu yazı şövalyelere, düelloya ve 'deniz kenarı'na inanan biri tarafından yazıldı.
asla ajan olmak istemezdim.
bir insan neden ajan olmak ister ki?
14 Şubat 2025 Cuma
sevgililer günü
bu yaz tatil dönüşü nadiren tercih ettiğim bir şeye niyet ettim: iki kitabı birlikte okumak.
/tercih etmem. çünkü, meslek icabı okur olmayan her okur gibi ben de kitapla hemhâl olmayı, gündelik hayattan kaçıp okuduğum kitabın dünyasında kaybolmayı tercih ederim. ve aynı anda iki ya da daha çok kitaba mesai ayırmak bu büyüyü bozar./
öyleyse...
olay şöyle gerçekleşti:
alışverişi yaparken değil, daha haberini alır almaz yeni yılın ilk kitabı olarak john fowles'ın günlüklerini [günce, birinci cilt: 1949 - 1965] okuyacağım kesindi. ama kitabı elime alır almaz ansiklopedi boyutunda olduğunu, hacmine bakılırsa öyle pek de kısa sürede bitmeyeceği gerçeğiyle yüzleştim.
ama nasıl da okumak istiyorum?
eğer, bir süre günlük, hatıra ya da söyleşi tarzı bir kitap okumazsam pekala olabileceğini düşünerek kitaba başladım. genellikle iki kitap arasında okuyarak altmışlı yıllara kadar geldim.
/keyifle okuyor olsam da yirmili yaşlarımda okumayı tercih ederdim bu kitabı.
sanata ve edebiyata dair sancıları o kadar tanıdık ki, bu hayatta yalnız olmadığımı düşünür daha huzurlu olurdum./
bin dokuz yüz ellili yıllar boyunca sanattan konuşan, aşkın ve kadınların peşinden koşan, ebeyenlerinden siyasilere herkesi eleştiren, ege denizini, öğrencilerini, çiçekleri, yolları anlatan, muhatap oldukları hakkındaki fikirlerini apaçık yazan, hatta e. ile yasak ilişki olarak başlayan aşklarına "elizabethli yıllar" diye bir bölüm ayıran john fowles, günlüğünde noel'den, paskalya'dan, sömestr tatilinden, bilmem ne yortusundan, bir yerlerin kurtuluşundan (şaka!) bahsediyor da sevgililer gününe dair tek bir kelime etmiyor.
aşkın peşinde koşan, neredeyse karşına çıkan her kadına aşk ihtimali diye bakan bir adam, kendini kadınlarla tamamlamak isteyen iflah olmaz bir romantik ve yasak ilişki olarak başlayan ve evlilikle nihayetlenen güçlü bir aşkın erkek tarafı ama on dört şubatta sadece elizabeth'e değil aşık olduğu, aşık olduğunu sandığı, flört ettiği kızların hiçbirine hediye almıyor, romantikleşip sevgiliyi anmıyor.
bırakın "lüle taşından gerdanlık"ı "sapanca'dan bir sepet elma" bile yok yani.
iyi eğitimli bir ingiliz o. mitolojiyi, yunan klasiklerini ve tarihi bilen bir hristiyan. ama nedense on dört şubat geldiğinde eleştirmek için bile olsa 'aziz' ya da 'saint' valentine aklına gelmiyor.
ama ondan yetmiş yıl sonra bizler sevgililer günü uğruna kan döküp kalp kırıyoruz.
çünkü, "tüketin!" buyuruyor kapitalizm. sosyal medya ve popüler kültür bu emri yankılıyor. sonra da aşka dair sanıyoruz olan biteni.
akşama solacak güller, zengin kızları daha da zengin edecek çikolata dolu kutular, sosyal medyada bir kaç fotoğrafla paylaşılacak akşam yemekleri, çok geçmeden unutulacak objeler, durduğu yerde toz tutacak peluş ayılar.
hepsi bu.
11 Şubat 2025 Salı
ay ışığı
yardımsever bir rüzgâr sayesinde bulutlardan kurtulan dolunay, gemini azıya almış atlar gibi koştura koştura yeryüzüne indi, yanına pencereyi örten tül perdenin desenlerini de alarak sessiz sedasız sabahı bekleyen bir odanın önce çerçevelerce işgal edilmiş duvarına çarptı, sonra yavaş yavaş ahşap zemine yayıldı.
9 Şubat 2025 Pazar
ikaz
siz hiç "ey benim mektup yazdıranım" hitabıyla başlayan bir mektup aldınız mı?
ben aldım.
unutmuştum, hatırladım.
tavsiye etmiyorum.
7 Şubat 2025 Cuma
tehlikeli şiirler - yetmiş iki
tehlikeli şiirler okuyalım leyla
seyyidhan kömürcüʼden hatırlamayı unutmak mesela
ali şiir yazıyor mu sevgilimali de ayşe gibisalondaki peteği kapatıpkendi çapında şiir karalıyor muilaç alıp bunu düşünüyorumher şey ben tam uyumak üzereyken olmuş gibinet hatırlamıyorum ama kesin biliyorumseni sevmek bir suya götürdü benibir suya gittimdönemiyoruminsan bazen dönemiyor sevgilimher sabah dilinin altına bir sözcük daha bırakıp dönemiyorben bir ilktam uyumak üzereyken nerelerdenben bir ilkuyanır uyanmaz nerelerdendönemedimbir dağın belindeki ağaçları hınçla sallamak diye bir ilaçambulanstan yol istemek adlı bir atakve bir ay kadar koşmak bana iyi geldibana iyi geldi ne demeksabahları bana içimdeki deşiketimdeki işaretsabahları bana son anda ölmemiş olmanın öfkesisabahları bana sert sessiz harflersabahları içimin en güzel yerisenden bana dökülen incilerim sevgilimdökülüyorkaşıma sabahları içimidünyada çok önemli şeyler olduama ben de sizin eve baktımbir tayın bir taya baktığıbir tayın bir taya uzun uzun baktığıbir tayın bir tayı bıraktığı gibidünyada çok önemli şeyler olduatlar yalnız kalmamak için bu kadar koşarlar diyen o atyalnızlar koşarken de yalnızdır diyen o atyalnızlar öperken de yalnızben sana sımsıkı sarılırken deo at buramdaydıbu ses nereden geliyor dediğim o güngöğsümdeki at kardeşlerimgöğsümdeki at yere uzandıdünyada çok önemli şeyler olduhem ölmedim yüzükoyunhem alnımda yeryüzüölürüm dediğim yerde ev yaptımhatırlamayı unutma sevgilimkırılmasın diye yükseklere bıraktığın o şeylerihatırlamayı unutmadağların belindeki ağaçlardan çıkardığım hışırtıyıbu ses nereden geliyor dediğin zamanıo sesin sadece sana gelmesindeki rüzgârıunutmabazı sesleri sadece atların duyduğunuve bu yüzden yalnız olduklarını atlarınyalnızlıktan koştuklarınıgörmek ve duymakla düştüğün ovayıyediğin kırbacıedindiğin vebayı unutmainsan bazen unutup ölemiyordünyanın sonunu görüpunutupölemiyornefis bir heveslebaşka neresine giderbaşka nereme gidebilirim ki deyipgöğsümdeki kazı alanına gittiğim o günyerdeydi her şeyyerdeydi herkesüzerini örtüp sen uyu dedimsen uyuben bu yerde biraz daha bağdaş kurupsen uyuben biraz artık hiç uyumayacağımancak yükseklerde unutabilirim diyerek çıktığım ağaçlaryerleştiğim ilaçlarindiğim ovalarseni bir ormanda bulupbütün yokuşlardan sonradümdüz bir yerde kaybetmiş olmak da marifet sevgilimşimdi uyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışındabana ne iyi gelirbana ne iyi geliruyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışındasevgilimyatağın kırışmamış düzlüğüyastığın olmayan çukuruher şey neden bu kadar pırılher şey neden bu kadar aklımdagöğsündeki çölsırtımdaki vahareçinenin ağaca yapıştığı gibihiddetle yapışıyordun banasenden sonradünyada çok önemli şeyler olduuçtumbirine bakmıştım deyip içine girdiğim yüzlerdenbiri yokmuş içinizde diyerek çıktımbiri yokmuş her sabahbiri yokmuş her masabiri yokmuş her çarşıçalışmayan bir aleti kapatıp açmak gibibeni de her gece kapatıp kapatıpher sabah açan yeryüzüsanki dünyaya gelmedim deolmayan bir yerdeolmayan birine bakıp bakıp çıktım bendüşersem kendim düşerim diyehem güzel uçtumhem muazzam düştümsağsalimsensiz ve ayaküstüartık insan bana iyi gelmiyorartık insan bize iyi gelmiyor diyerekberaber havalandığımız göğütek başına ve hiçbir yere değmeden düşmekdüşmek nefisti sevgilimyere ilk indiğimdebir ağacı sallar gibi salladılar beniyere ilk indiğimdeşimdi ben neyin yanındayım dedimne benim yanımdaboğazımdaki yumruyuboğazımdaki yumruyugöğüs kafesimieklem yerlerimiseni ve bunu yerde anlatmamı benden bekleme“düşen şeylerin gürültüsü”nükonusu olmayan bir mutsuzluğuanlatmamı benden beklemeinsanı çok aşağıya yapmışlar sevgiliminsanı çok aşağıyaiçine çok yeryüzüiçine çok dünyabiliyorsunyükseldiğimiz göktebu da olsa yer yarılırbu da olsa dünya durur dediğimiz her şey oldudünya durmadıbiliyorsunbir kere saçlarını çokbir kere sımsıkıbir kere tutam tutamüç yıl arkaya doğru tarayıpüç yıl bir muska gibi yanımda sakladımbiliyorsunsenin saçlarınla başlayıpnasıl oluyorsabenimle devam etmişinsan sevmeyeninsan sevmeyen ama kırlara katkı sunan bir yüzün kapkaranlık bir ormanın vardıormanımızdüşsem ölürümdüşsek ölürüz dediğimiz o ormandasana edilmiş bir yemin gibibaşında beklemediğim cümledalını budamadığım ağaçeğilmediğim yüz kalmadısevgilimbir şey varartık kuramadığım kurmalı bir saatbaşımda çın çın öten bir demirdönemediğim bir yerfırlatmak için bir odaya koyupher gece salladığım bir cümledurup dururken başına geldiğimbaşıma gelen bir hevesbir serinlikgittikçe kalbimi gagalayan bir kuşsevdiği şeye dokunmadan etrafını döndüğümiçimde sessizce büyüyen bir yerdüşmek değilçakılmak isteğibeni artık çağırma sevgilimkırınlaovanlaetinlesaçınlabeni artık çağırmabaşından beri içimde birbirine bakanbirbirine değmemiş iki tay varben bir yere batayımbir yer bana batsın arzusuben bir yere çarpayımbir yer bana çarpsın hevesibeni delinmebeni parçalanma isteğibeni taylarını saldığı gün cam yiyen bir atbeni kardeşlerini çiğneyen genlerimbeni tam ortasında kaldığım dünyabeni Allahgünde beş defaolmamışım diye geri çağırıyorsen beni çağırmayeryüzünde bazı konular yokbazıları da hiç kapanmıyor diyeseni ateş ve suyla değiltoz ve demirle değilkünçlehınçlautançla icat ettimbaşkasın senbaşkadır ağzınbaşka bir ağaca benziyorsunyüzünde başka bir orman var diye diyeseni benhem ormanına giriphem hiçbir dalına değmeyerekdokunmayarak hiçbir ağacınaiçimi taşlarasırtımı duvarlara süre süreseni bengövdemse tir tir titreyen bir kuşters dönmüş bir kaplumbağaseni bendurup dururken değiliçinde sıkıldığım bir yeryüzüiçimde sıkılan bir yeryüzü vardiye diye icat ettim sevgilimbenhevesim kursağımda buradaburalardasenmucidini öldüren her icat gibine işe yaradığını bilmeyen bir alet gibiorada oralardaherkes durmuş birbirine bakıyorherkes durmuş birbirine neden bakıyorsürekli beni aşağıdan çağıran biribir hırıltı olarak iniyorum çarşılaraçarşılar renkliçarşılardağılmışımbeni yanlış toplamışlar gibisevgilimartık başım tam gövdemin üstünde değilrüzgâr alan yerlerimsu geçiren yerlerimkarın boşluğumda tayını salan atın sesikulaklarımda göğe fırlatılmışhep birbirine çarpan iki taşın sesiağacıma salıncak kuranların sesisorduğum herkes seni uzaktan tanıyorgittiğim her yerden az önce çıkmışsınkime baksamkim bana baksaiçimde incinmiş bir atın o son cümlesiölmek değilasılmak istiyordumdünyaya tayımı saldığım günden berişimdikim bilir nerede değilim diyerekgünler yanımdangünler önümdengünler içimdenetinle geçiyor sevgilimetinleseni göğsüme takıp çıktığım rüzgârlar ne güzelne güzel vurulduğum yerlerde yürüyebilmenevine rüzgâr götürebilmenaşağı bakabilmen ne güzelağzınla kuş tutmankılı kırk yarmanderini yüzmedenyeni bir deriye değdirebilmen ne güzeliçimde bir yer bir yere değiyorkenarları kalkıyor aklımınkime değsemkim bana değseo törendüşerken biçim almış bir gövdeydimbeni ancak düşerken sevebilirlerdidüşmek yapraklıdır sevgilimönce dökülüyorum zannediyor insanyana eğilmiş bir ağaç gibidizlerimin orada başlayan harpomuzlarımda titremeye dönüştüğü zamanvakti gelen bir yapraknasıl hem döküldüğünü zannediphem düşüyorsa ağaçtannasıl iniyorsa öyle yereöyle görkemliöyle yavaşöyle un gibibakıp teni cam olan birinin boynunaşahdamarınaseni tamamen unuttumama etinin içini görüyorumsaçlarının dibinirazı bir rüzgâr gibiazar azar da olsasenden artık uyurken dökülüyorum kendi etrafımakendi etrafıma sevgilimdal dalyaprak yaprakgünde birkaç defahafif sıyırıklarlaçünkü yapraklar sevgilimdüştükten çok sonra inanırlarmışartık ağaçta olmadıklarınaçünkü yaprağın daldaki boşluğuyine o yaprağın kendisi kadarsüzüle süzüle sevgilimsüzüle süzüledöküldükten sonra da ağacını anlatan yapraklar gibişimdi günlerim hiç geçmiyor olabilirama geçmişim çok güzel gidiyorgeçmişimbir yere gitmiş de gelecekmiş gibigeçmişimanlamadım kinereden geçmişdüşmek yapraklıdır sevgilimunutmak çiçekli
4 Şubat 2025 Salı
etimoloji
etimoloji, yani kelimelerin kökenleri özel olarak dikkatimi çekmiyorsa da -ya da kelimelerin kökenleriyle özel olarak ilgilenmiyor olsam da- kelimelerin kökenleri ve bazı kelimeler arasındaki mevcut bağlantılar bana daima büyüleyici geldi.
/güller kitabı'nı okuyordum. nergis ve narkisos'un hikâyesinden sonra beşir ayvazoğlu'nun konuyu hafifçe köpürtmesiyle narkoz ve narkotik kelimelerinin narkisos'tan geldiğini öğrenmek başımı döndürmüştü.
galiba bu ilkti. ve kelimelere bir defa daha iman etmiştim./
aynı şey yine oldu.
bu defa ecinniler'i okurken. elif batuman sayesinde özbekçe'de erik ve kalp kelimelerinin ses ve yazılış olarak birbirine ne kadar yakın olduğunu fark ettim: orik ve yurek...
çünkü kalbin şekli ile eriğin şekli benzermiş. (haksız da sayılmazlar bence)
üstelik tek sebep bu değilmiş. erik, kalp için yararlı mineraller de içerirmiş.
orik 'altın' demek olan sarikle de benzermiş. zira erik, bütün meyveler arasında en yüksek altın öğesi ihtiva edenmiş.
*
bunları gugıla sorunca, eski türkçede erük kelimesinin "çekirdekli meyvelerin genel adı" olduğunu öğrendim.
kelimenin kökeninde yer alan ve "olmak", "önce olan" anlamına gelen "er"in ise kıştan sonra ilk çiçek açan meyve ağacının erik olması ile ilişkili olduğunu da.
*
yine de tuzağa düşmeyecek işi bu tarz rastlantılara bırakacağım. tıpkı bilgisayar oyunlarından uzak durduğum, plak koleksiyonu işine hiç bulaşmadığım gibi.
30 Ocak 2025 Perşembe
hüzün az gelir ifade etmeye
bu ay okuduğum kitaplardan biriydi ergenlik ya da merhaba hüzün.
merakla, hevesle ve keyifle okudum.
ergen olduğum için değil elbette. "hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız" diyerek, adına tav olmuş vaziyette.
bir kaçını görmezden gelirsek deneme tadında bilimsel makaleler toplamı bir kitap bu. makale güzergahında kalanlar sıkıcı olsa da denemeye göz kırpan metinler tadından yenmezdi.
bir şeyler öğrendiğimi, bildiklerimi pekiştirdiğimi düşünüyorum. söz gelimi bulimia rahatsızlığını yanlış anladığımızı, narkisos gibi bildiğimiz bir hikâyenin ergenlik üzerinden farklı -belki de en doğru- bir okumak gerektiği biliyorum artık.
sadece hüzün değil benlik, yıkım, ayna, beden, doğum, ölüm de çok geçiyor bu kitapta.
"ergenlik, ikinci doğumdur. aynı zamanda ilk ölümdür!" diyor mesela. dönüşüm değil ölüm. üstelik bir dönemini hem çocuk hem yetişkin olarak yaşadığımız, peşi sıra ölüp başarabilirsek yeniden doğduğumuz ciddi bir süreç bu.
/yazmaya başlarken bu kadar dahi konuşmak yoktu aklımda. keyifle okuduğumu söyleyerek, ilgilisine tavsiye edecek sonra da içimde biriken üç duyguya geçecektim.
sadece öğrenmek isteyenlere değil okumaktan keyif alabilenlere de, büyümeye muktedir çocuklara, ergen ya da ergenliğe girecek çocukları olan herkese tavsiye ederim./
bu kitabı okurken ve okuduktan sonra üç duygu birikti içimde.
bir... bu kitabı kemal sayar'ın kaleminden okumak isterdim. evet, kaleminden. bakış açısı değil kastettiğim. talat parman'ın baktığı yerden şikayetim yok. hem de müthiş anlatmış, dili ve kalemi ortalamanın çok üstünde.
ama canım kemal sayar'ın araya sezai karakoç'tan bir mısra, mustafa kutlu'dan bir cümle katmasını çekti.
iki... ergenlik ne kadar zor bir dönemmiş. o dönemden çıkabildiğimiz -eğer çıkabildiysek- için şaşırmadım dersem yalan olur.
hâlâ orada takılıp kalanlar ya da kaybettiklerimiz var elbette. yine de uzanıp yanaklarınızdan öpüyorum.
üç... düşündükçe, aldığım notlara baktıkça keşke okumasaydım dediğim çok oldu. sanki, karanlık bir orman yolunda bir gençlik neşesiyle yürürken birisi cinli, perili bir hikâye anlatmış gibi hissediyorum.
ne vakit bir çıtırtı duysam cinler, periler gelmiş gibi ürperti dolaşacak bedenimde.
26 Ocak 2025 Pazar
ben versus sen
seyyidhan kömürcü, "seni ben/ durup dururken değil/ içinde sıkıldığım bir yeryüzü/ içimde sıkılan bir yeryüzü var/ diye diye icat ettim sevgilim"* dedikten sonra konum bildiriyor.
"benhevesim kursağımda buradaburalardasenmucidini öldüren her icat gibine işe yaradığını bilmeyen bir alet gibiorada oralarda"
*: hatırlamayı unutmak
23 Ocak 2025 Perşembe
dakika ve skor
"Yazar olmak istiyordum, akademisyen değil. Ama o öğleden sonra, okyanusa bakan bir otoparkın gümbürtülü teneke tentesinin altına oturmuş, kahvaltı sırasında kafeteryada hazırladığım fıstık ezmeli sandviçleri yerken, New England'ın bu aşkınsalcı "yaratıcı yazarlık" kültürü karşısında kesin bir hayalkırıklığına kapıldım. Bu yazma atölyesinin de dahil olduğu bu kültürde, akademik edebiyat incelemesi bir yazarın kendini biçimlendirmesi açısından kötü bir şey sayılıyordu. "Ne yönüyle kötü?" diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ya da tam tersini konuşacak olursak, bir yazarın ambarda yaşayıp yazarlık öğrencileri dışında kimse tarafından okunmuyormuş gibi görünen öykü yazarlarının yazdığı öyküleri okumasının nesi direkt doğru sayılıyordu?"*
*: elif batuman, ecinniler
20 Ocak 2025 Pazartesi
"benim güzel hatalarım var"
eğer çocukluğuma dönme şansım olsaydı, -ki değil çocukluğum, hiç bir geçmişe dönmeyi istemem- okulda başarılı olur, tanrının ve insanların koyduğu kurallara da uyarsa iyi bir insan olacağını, iyi insan olunca da mutlu biri olacağını sanan o küçük çocuğa "hata yapmaktan korkma" derdim.
insanın içindeki boşlukla, hatasıyla, eksiğiyle insan olduğunu söyler, daha iyi anlasın diye ünlü müzikolog john cage'in öğrencisine verdiği öğüdü tekrar ederdim:
"şu ana kadar mükemmel çaldınız bundan sonra daha da ileri gidin ve bir kaç hata yapın."
17 Ocak 2025 Cuma
günün sorusu: eşik
insanlar ne zaman ve neden kendileri olmak yerine muhatabının kendisinde gördüğü kişi olmaya başlar?
15 Ocak 2025 Çarşamba
son kahraman
nazan öncel, yıldız tilbe, lale müldür, ayşe şasa, didem madak ve hatta aslı serin'den oluşan bir listem var benim.
onların güzelliklerine iman ederim. hem cesur hem kahramandırlar. dokundukları her şey altın tozuna dönüşür. akıllı yaşamaktansa deli yaşamayı seçmişlerdir.
en önemlisi de, hem cenneti hem cehennemi görmüşlerdir. üstelik aynı anda.
sanırım bu listeye farah zeynep abdullah da dahil oldu.
kelebeğin rüyası (2013) ile görüş alanıma dahil olduğunda onda gördüğüm soylu hava beni çok etkilemişti. oyunculuğu ise filmdeki herkesten daha iyiydi. dayanamamış, türk işi bir anna karenina söz konusu olsaydı adayımın o olduğunu seslendirmiştim.
benimle bu fikri paylaşan başkaları da olmalı ki, çok geçmeden kostüme bir dizide, kurt seyit ve şura'da şura oluverdi.
herkes gibi ben de bir küçük eylül meselesi (2014) tarzı bikinili, dekolteli, ideal ölçülü ideal dizi oyuncusu olmasını beklerken onun hatrına bir süre tahammül ettiğim masumiyet apartmanı dizisinde sıradan bir karakter çıktı seyirci karşına. sıradan ve yayvan.
/hakkını teslim etmeliyim. o dizide beni asıl etkileyen aşk, meşk, flört meselesini halledip iki baş rolü ilk bölümde evlendirmeleriydi.
biliyorum dizinin bambaşka dertleri vardı ama bu bahis de en az bir sezon götürürdü diziyi./
bergen'i tam da bergen gibi oynaması yeteri kadar takdir edilmediyse sivri dili yüzündendir. çünkü baştaki listeye kendisini dahil eden haller de en çok dili belasına.
dokuz köyden kovulmayı göze alarak 'yılmaz güney putu'na saldırdı mesela. tepki alacağını bile bile görmezden gelinen yılmaz güney gerçeğini gözümüze soktu.
/sinemasına kimsenin sözü yok. ama gösterilmeye çalışıldığı gibi fikirleri yüzünden yurdundan uzakta ölmek zorunda olan biri de değil.
sinemasal yeteneğinin yanında, ataerkil kodları kıramamış, kadına şiddet uygulayan bir maço, bir gazinoda yumurtalık ilçe hakimini vuran ve on dokuz yılla cezalandırılan, beş yıl sonra da yurt dışına kaçan bir katil./
yalan yok bunu yapan o kızı sevdim. en son aforoz edilmeyi göze alarak dizi piyasasına çomak sokunca da söylemek istedim.
12 Ocak 2025 Pazar
paralel evrenler: on sekiz
biri antik yunan, diğeri modern amerikan.
geçmişten gelen tarihçi ve asker, günümüzdekinin yazar ve sinemacı yazıyor kartvizitinde.
aradaki iki bin beş yüz yıla rağmen aynı dertle dertleniyorlar yine de.
*
"hikâyeler, yalnızca onları nasıl anlatacağını bilen insanların başından geçer. (tukididis)"
"belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini. (paul auster, new york üçlemesi)"
8 Ocak 2025 Çarşamba
gözyaşı
şehrin en kalabalık caddesine bu unvanı kazandıran sıra sıra camekanlardan taşan ışıklar ve tabelaların neon ışıkları içinde bulunduğu taksinin başını yasladığı camını aştıktan sonra yüzünde bir görünüp bir kayboluyor, her görünüşünde yüzüne kıvrıla kıvrıla sümük yoluna inen bir yakamoz bırakıyordu.
6 Ocak 2025 Pazartesi
gassal (2024)
hayır, gassal övmeye gelmedim. övecek kadar çok sevmedim çünkü. ama yerecek kadar da kötü değil.
iyi bir fikir. sıradan hayatlardan da anlatı çıkabileceğini cümle aleme gösteriyor. dizi yapmak için manken ölçüsünde başrol oyuncularına, her sahnede değişen pahallı ve dekoltesi çok kıyafetlere, parlak ışıklara, geniş salonlara, mafya bağlantılı tiplere, yasak ilişkilere, iki saati aşan sürelere, hatta istanbula gerek yok diyor.
diğer yandan, diyalogların kötülüğü güzelim senaryoyu berbat etmiş. woody allen tarzı gevezelikleri geride bırakmış bir izleyici olarak diziyi çok konuşkan buldum. her cümlede mizah arayışı, taşı gediğe koyma çabası da komik falan değil. mizahın keskin nişancı tüfeğine benzeyeni makbüldür oysa. tek kurşun hakkın vardır, atar vurursun. aksi takdirde, av tüfeğinden çıkan onlarca saçmadan bir kaçının hedefi bulması gibi olur. bu da hiç komik değil.
mizah denemeleri ve yanından eksik olmayan hüznüyle bana after life dizisini hatırlattı bana. absürd diyecekleri de varoluşçuluk ya da başkaldırı felsefesi başlıklı kitaplarla döverim. en iyisi ne siz yorulun ne de ben. gidin "güzel olamayacak kadar gerçek bir web dizisi" öcüler'i izleyin.
övgüyle karşılanan, bölüm sonlarına eklemlenen müzikler ise bu coğrafyanın bir gerçeğine hakkını teslim etmekten başka bir anlam ifade etmiyor benim için. fikir olarak da icra olarak da özel bulmadım.
başrol oyuncusunu hiç ummadığım kadar başarılı bulsam da onu görmeye tahammül edemiyorum. tipinden hoşlanmıyorum, komik de bulmuyorum ama hatırda kalacak bir iş çıkardığı kesin.
ama yan roller... tadından yenmiyor.
/ikinci perde/
ne denli kamplaşmaya teşne bir toplum olduğumuzu bir defa gördüm bu dizi sayesinde. sokak, aile toplantıları, çay ocakları, yeni nesil kahveciler, bekar evleri, kermesler, üniversite kampüsleri ne durumda bilmem ama sosyal medyada bir dizi yüzünden kavga edebilecek insanlar var.
trt dizisi diye çamur atanlar gördü bu gözler. leyla ile mecnun da öyleydi. hatta arşivde gezinirken keşfettiğim parmak damgası da.
blutv dizisi olsa, iran'dan çıksa üzerine makaleler yazacak, izlemeyene küsecek tipler öyle bir burun kıvırıyor ki şaşarsınız.
başrol oyuncusunun bir kadına şiddet vakasının faili olduğundan dem vuranlar, uyuşturucu ve alkol etkisinde araç kullanmakla bir aileyi yok eden, yalan beyanla kolluk kuvvetlerini kandıran ama ne hikmetse korona bahanesiyle 'serbes' kalan bir katilin dizisini bayram havasında izliyorlar ama. çünkü biri mahalleden arkadaş, diğeri öteki çarşıdan.
adım gibi eminim: bu dizi mahalleden arkadaşlarının işi olsaydı albert camus'nun yabancı'sı ile başlayan eleştiriler okuyor, girizgahını ezberliyorduk: bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum.
ortalık "ay, tıpkı meursault!" nidalarıyla inliyor, "kim daha yabancı?" tartışmaları bitmek bilmiyordu.
iyisi mi ilk aklıma geldiği gibi bitireyim, yoksa söz uzayacak: "diziyi çeken onur ünlü olsaydı övgüden ortalığı yıkardınız. tıpkı, bir ara ishal olmuş gibi peş peşe çektiği filmlere yaptığınız gibi."
oysa hem onur ünlü'yü hem ah muhsin ünlü'yü sever sayarız.
/üçüncü perde/
biliyor musunuz? ben bu ikiyüzlülükten çok sıkıldım. sadece halkımızın kamplaşmaya teşne yapısından değil.
/dördüncü perde/
aslında, kültürel iktidar bahsi için şartlar müsait.
ama canım istemiyor.
1 Ocak 2025 Çarşamba
dua
"bana üflediğin ruhu nergislere vermek istiyorum allah'ım
kurtar beni anlam denen kuytudan."*
*: cengizhan konuş