'adamımız' huzurlu değildir ama. yüzünde aksini iddia eden tebessümler taşısa da mutsuzdur. sık sık dalar gider. geceleri uyanıp karanlıkta tavanı izler, varsa yanında birisi nefesini dinler. bir düğmeye basılmış gibi aniden o birisine sarılır hatta.
vicdanı ve kalbi varmış gibi hissederiz. ne de olsa ikisi de hayati organ.
bir gün itiraf ederken görürüz onu. polis karakolunda, evde birilerine, işlediği suçtan zarar görenlere ne kadar pişman olduğunu söylüyordur. omuzlarında bu yükü taşımaktan yorulmuştur, kalbi kararmaya başlamıştır, vicdanı onu rahat bırakmamaktadır.
bunu yaparlar, çünkü omuzlarındaki yükü yere bırakmak, içlerindeki utançtan, vicdan azabından kurtulmak isterler.
laf aramızda biz öyle olduğunu sanırız. zira bizim öyle sanmamız için dizayn ederler her şeyi. yani bu role uygun oynarlar.
oysa gerçek başkadır. bambaşka...
vicdan, utanç vb. hikâyedir. çoğu vakada tek bir yük olur omuzlarda: belirsiz gelecek.
önünü göremek, kurulan hayallerin yıkılma, planların bozulma ihtimali, geleceğin üzerinde gezinen belirsizlik bulutu her yükten ağır, her acıdan büyüktür.
bu yüzden gidip itiraf ederler. tıpkı, "şu sınav geçsin de nasıl geçerse geçsin," dediğimiz günler gibi.
sınav kötü geçer, okul uzar. ama en azından bizi neyin beklediğini biliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder