26 Ağustos 2025 Salı

armut

sosyal medyayı hakkıyla kullanan biri olsaydım, o sokağın bana ayrılan duvarlarına, "sana, kent soylu değilim, diyorum kızım" yazardım.

çünkü başlıktaki 'armut'un ayıyla bir ilgisi yok. ama çocuklukla bir ilgisi var. çocukluğumla.

akşam üzeri koşarken yolu uzatmaya karar verdiğimde yolumun oraya çıkacağı aklımda yoktu. oysa bahardan bu yana aklımdaydı. sadece olgunlaşmalarını bekliyordum.

/hayır, başında beklemek zorunda değilsiniz. gidiyor, dolaşıyor, sonra zamanı geldiğinde gelip olgunlaşan armutları koparıyorsunuz./
 
bazıları hala yeşil olsa da meyveler iyice olgunlaşmış biraz daha ihmal edilirse çürümeye başlayacağını ilan eden bir sürü sarı armut dalları doldurmuştu. daha doğrusu üst dalları.

zira mahallenin çocukları, çocuk kalanları, cümle hırsızları alt dalları yoklamış, dikensi ve gür ışgınlar yüzünden ağaca yaklaşmak, dolayısıyla tırmanmak mümkün olmadığı için de üst dallardaki armutlar kalakalmıştı.

gerçi yaralı armutlara bakınca bir şeyler fırlatıp uçurmayı denedikleri belliydi. ama beceriksizler...

hemen yanındaki park kanepesinin arkalığına hamle ettim. ama kalan armutlar hâlâ yukarıdaydı. demek ki bunu akıl eden birileri olmuştu.

aşağı inerek kuru bir dal aramaya başladım. evet, kuru. kutlu bir amaç için dahi olsa bir canlıya zarar vermem.

/tabiî ki, beni sevmesine izin vermediğim hâlde "sevcem işte" diye tutturan kalpler istisna. kural gereği onları kırıyorum. çünkü, "beni sevmesine izin vermediğim hiç kimse beni sevemez./

nihayet aranan dalı buldum: yaklaşık bir buçuk metre boyunda, sanki bu iş için oraya bırakılmış gibi ucu çatallanıyordu. çatallanan dalları kırıp, kolları on santimetre uzunluğunda bir buçuk metrelik bir 'y' yaptım.

/cânım y. bal y./

park kanepesinin arkalığına basıp biraz daha uzadıktan sonra en yakın armutun sapını çatalın ortasına getirip çevirdim. sonra aynı işlemi diğerleri için de yaptım.

bir kaç armutu daha işim tam olarak bitmeden yemiştim bile.

2 yorum:

  1. İlkokula erken başlamıştım. Sınıftaki öğrencilerden hem yaş olarak küçüktüm hem de zayıf ve çelimsiz bir çocuktum. Olduğum yaştan daha küçük görününce aradaki fark bir yılın ötesine geçmiş; üstelik kendi kendine okumayı yazmayı öğrenmiş bir çocuk olduğum için istenmeyen kişi ilân edilmem de hiç zor olmamıştı. Öğretmen, diğer çocuklar çizgi çekmeye uğraşırken, gördüğüm her kelimeyi her cümleyi takılmadan okuyarak moral bozduğum gerekçesiyle, çareyi elime bir kitap tutuşturup beni sınıftan çıkarmakta buldu. Neredeyse bir sene boyunca, okul koridorunda tek başına oturup kitap okudum. Çocukların bana yetişme tarihi pek yakın görünmediğinden kırmızı kurdele de takılmamıştı. Bana takılacak kurdele, onları üzüp ağlatabilir şevklerini kırabilirdi. Okula dair heveslerim, tez elden “yalnızlık ömür boyu” melodisine dönüşürken yerli malı haftası geldi. Tüm öğrenciler bir meyveyi temsil edecek; başlarına da temsil ettikleri meyvenin baş harfinin yazıldığı kâğıttan bir taç takılacaktı. Tek istediğim şey, kiraz olmaktı. Üstelik bir yıllık yalnızlık ve kurdelesizlik karşısında en azından burada bir seçme hakkımın olmasını istiyordum. Seçme hakkım olmayacaksa da kura seçilmeli; hiç kimse kayırılmamalıydı. Ama öğretmen, meyve temsilini boy sırasına göre yapmayı tercih etti ve açık ara sınıfın en kısası olduğum için “armut” olmak bana düştü. O yüzden armut bana çocukluğu değil; varlığımı nereye koyacaklarını bilemeyenlerin buldukları çözümlerin basitliğini hatırlatır. Yıllar sonra kirazı gördüm. Benden kısaydı. Ama teselli böyle bir şey olmasa gerek

    YanıtlaSil
  2. hâlâ teselli arıyor musunuz bilmem ama "teselli böyle bir şey olmasa gerek".

    bana kalırsa bir boşluk ancak sebep olanla dolar. düşmanımızın düşmanı asla dostumuz olmaz.

    YanıtlaSil