ali abi haklı çıkmıştı. sadece yuvalama değil bütün yemekler, masada yaptığımız sohbet, kısaca akşam çok güzeldi. ama o akşamın en güzel anı kızların suzan teyzeye yaşını sordukları andı. "mümkün değil, yetmiş iki!" dedik hep bir ağızdan. "hiç göstermiyorsunuz." üstelik cildi o kadar güzeldi ki.
suzan teyze, aldığı iltifattan memnun olmuş ama o iltifatı nereye koyacağını bilemeyenlere hep olduğu gibi hafifçe kızardı. mahçup bir edayla, "avrupa krem kullanıyorum. belki ondandır," deyiverdi. kutlu bir andı. unutmadım. ölene kadar da unutacağımı sanmam.
o akşamları bir çok defa tekrar ettik. suzan teyze ne zaman beni yalnız yakalasa bir sürü soru sordu. susmam gerekenleri sustum ama ne cevap verdimse doğrusunu verdim.
daha önce de söylemiştim; "mahalleden ilk taşınan ben oldum". ama her fırsatta geri döndüm. sadece artık hayalini kurduğu çatı katında yaşayan ali abiyi değil bir kaç sokak ötede oturan suzan teyzeyi de ziyaret ettim bu dönüşlerde. en son gördüğümde yatağa değilse de ev içine hapsolmuştu. abdest alırken düşmüş, sonrasında geçirdiği ameliyat hareketlerini kısıtlamıştı. üzüntümü ne kadar saklamaya çalışsam da, veda kucaklaşmasında kulağıma, "insanlara yük olmak çok zoruma gidiyor," deyince kendimi tutamadım.
bu akşam üzeri ali abi aradı. kitap okuyormuş, paylaşmak istemiş. peşi sıra oradan buradan konuştuk. laf arasında "annem öldü benim," dedi. yeni değilmiş. üzülmeyeyim diye söylememiş. zaten ne yapacakmışım ki? oysa sonuncusu bayramda olmak üzere son dönemde sık görüşmüştük. şimdi de ağzından kaçırmış, yoksa söylemezmiş. kurtulmuş, son dönemleri çok zor geçmiş suzan teyzenin.
"ama senin çok hoşuna gidecek bir şey oldu," dedi. "babamın mezarını açtık, onun yanına emanet ettik annemi. on dört şubattı. yıllar sonra sevgililer gününde kavuştular."
romantiğiz ya, "hoş olmuş," dedim.
ahmet güntan'ın bir röportajını okumuştum tam da. "beraber yazma" bağlamındaki soruya verdiği cevabın ve kollektif üretime yaklaşımının "aşk gibi" olduğunu düşünüyordum. fena hâlde aşka benziyordu. evet, bildiniz. çünkü romatiğim. ama şimdi bambaşka bir cevabı düşünüyorum.
"bir arkadaşınızla bütün gün beraber olduğunuzu düşünün. evde annesi ölmek üzere. o arkadaşınızın o gün başat anlatısı anne ölümüdür değil mi? ama o konuyu hiç konuşmazsınız. bir gözlükçüye girersiniz. orada tezgâhtar size gözlükler gösterir. çay ikram eder. çocuğunun bir okul sorunundan söz eder. oradan kemeraltı'nda yürürsünüz, kestane pazarı'nda bir kahve içersiniz. arkadaşınıza işinizdeki bir sorunu anlatırsınız. o sırada pazarın girişinde hayvan satan dükkânda bir kanarya şakımaya başlar. durup onu dinlersiniz. oraya kadar gelmişken bir aktara uğrar sığırkuyruğu var mı diye sorarsınız. aktarın önünde iki kişi para yüzünden bağırarak kavga eder. bir oğlan sevgilisini kendine çeker. bütün bunları izleyen üçüncü bir göz o günün başat anlatısı olan anne ölümünü belki bir iki noktada ancak yakalar, durumu ucundan kavrar, ama o anlatı orada çay bardaklarının, gözlüklerin, kahve fincanlarının, baharat kokularının arasında konuşulmasa da ağırlığınca durmaktadır."*
*:birikim, sayı:380, aralık- 2020.
Tanımasam da çok üzüldüğüm durum..
YanıtlaSilBaşınız sağ olsun, onlar kavuşmuş birbirine..
dostlar sağolsun. başka türlü anlatmayı isterdim onu. en çok da, "avrupa krem kullanıyorum. belki ondandır," dediği anı.
YanıtlaSilama bir gün kurgu bir şeyler yazarsam o anlatıya, suzan teyze olarak değil de bambaşka bir karakter olarak, yaşını başını aldığı için rahatlamış ve günlerini "bazan muhabbet edebin önüne geçer" diyerek yaşayan bir karakter olarak sızacağından eminim.
Üzüldüm. gerisi uzun sessiz bir dalgınlık hali.
YanıtlaSilve dua
evet, dua. ohepvarolan merhametini esirgemesin ondan ve cümle yitirdiklerimizden.
YanıtlaSiluzun yaşadı suzan teyze. ali abinin de dediği gibi gitmenin tam vaktiydi belki. yine de, ercan kesal'ın babasına sorduğu, "hayatın nasıl geçti?" sorusunu ona sorsam aynı cevabı alırdım diye hissediyorum: "gece yarısı, ıssız bir tarladan, tek başıma geçmiş gibiyim".