*: annie ernaux, boş dolaplar
29 Haziran 2024 Cumartesi
dakika ve skor
"Okul durmadan -miş gibi yapmaktı, komikmiş, ilginçmiş, iyiymiş gibi yapmak. Öğretmen de kendi radyo programını sunuyordu, gözlerini kocaman açıp hain kurt taklidi yaparak dudaklarını büze büze hikâyeler okuyordu. Herkes gülerken ben de kendimi zorlayıp gülüyordum. Konuşan hayvanlar hiçbir zaman o kadar ilgimi çekmedi. Bu saçmalıkları anlatırken bizi pek umursadığını da düşünmüyordum. Sandalyesinde öyle bir hoplayıp zıplıyordu ki gözüme kaçık ya da alık gibi görünüyordu; bu kuzu köpek hikâyelerini anlatmaktan yüksünmüyordu. Sağımda solumda oturan kızlar onu merakla dinliyor gibi görünüyordu. Biri, benim yanımda oturan, beş dakikada bir arkasına dönüp dalga geçiyor, sonra hop, ciddi ciddi öğretmeni dinlemeye koyuluyor, sonra tekrar aynı şeyi yapıyordu. Ben de onun gibi yaparak oyalanıyordum, başkaları nasıl davranırsa öyle davranmaya çalıştım hep."*
26 Haziran 2024 Çarşamba
dut fidanı, yaban mersini ve gül
bir defa daha analım âyine-i mücellâda nihanız namlı öyküyü.
/o öyküde, öykü kahramanı yazara, "puşkin hakkında hafif bir yazı yaz, bitir artık hattat mı rasıt mıdır nedir o adamın hikâyesini," diyen bir editör vardır. onu analım./
sonra da, "blogun bir editörü olsaydı," diyelim bir defa daha.
"blogun bir editörü olsaydı, yaprağına su dokununca kokusunu salan sardunya hakkında hafif bir yazı yaz, bitir artık jet lag mı olmuş, kafası mı karışmış nedir o dut ağacının hikâyesini," derdi."
farkındayım bu bahis uzadı. ama geçenlerde dut fidanının yanına uğradım.
biliyorum; bir başkasının bahçesi, bahce sahibi diğer meyve fidanlarının bakımını en iyi sekilde yaparken onu bilerek ihmal etmiş ama dayanamadım. etrafında büyüyen otları ve dikenleri temizleyip ortaya çıkardım.
böylece ona yapılanları daha iyi gördüm. kırılan dallarını, soyulan kabuğunu, soyulan kabuğunu kendi başına iyileştirme çabasını, kırılan dallarına inat o kırıklarda filizlenen sürgünleri...
sonra aklıma tanıdığım 'en kötücül kadın' geldi. ankara, sokakları numaralarla belirlenmiş ünlü mahalle, oradaki bir teras, terasa açılan kapıya asılı deniz kabukları ve dağlardan sökülüp o terasa getirilmiş yaban mersini...
/"bir kaç yıl mutluydu. ben de mutluydum. ki o biraz da bendi. umudum ölünce başladı o da ölmeye. umutla yaşıyordu sanki. yeniden yeşertmek için uzun uzun nereden başlamamam gerektiğini düşündüm. ama umut yeşertmek zor. kurumaya yüz tutmuş bir yaban mersinini canlandırmak kadar zor. ama hala bir kaç yeşil yaprağım vardı; benim ya da yaban mersininin...(...)şimdi soruna gelelim, yani hafta sonuna; terasta dolandım, çiçeklere su verdim, birkaç yeni tohum ektim, toprağa bulandım. ve sonra yaban mersinin kurumaya yüz tutmuş dallarında bir kaç yaprak başlangıcı gördüm."/
neyse ki, aklıma iki bin on yedi ağustosundan bu yana elime almadığım küçük prens ve gülü geldi de o terastan atlamaktan kurtuldum.
/"insanlar bunu unuttu ama sen unutmamalısın." dedi tilki.
"evcilleştirdiğimiz şeylerden sorumlu oluruz. sen de gülünden sorumlusun..."
"ben gülümden sorumluyum." diye tekrar etti küçük prens./
dutlara zaafım, duta dair bir hikâyem olmayabilirdi. o dut fidanına rastlamayabilirdim. jet lag olduğunu fark etmeyebilirdim. bahçe sahibi onu diğer meyve fidanlarından ayırmayabilirdi.
ama bunlar oldu. olurken omzuma sorumluluk yüklendi. tıpkı küçük prens gibi.
24 Haziran 2024 Pazartesi
minder
bahçeye girenleri gördüğünde üstünden kalktığı kilim desenli, kocaman minderde en ufak bir kırışıklık ya da çukur görünmüyordu; adeta az evvel orada oturmakta olan genç kadının bedeninin bir ağırlığı ya da maddesi yokmuş gibi.
19 Haziran 2024 Çarşamba
sosyal medyada bir ölüm*
önce noam chomsky'nin ölüm haberi düştü sosyal medyaya. sonra taziyeler, üzüntüler, övgüler, hatta anılar.
yaşı kemale ermiş, biraz bonkör davranırsak entelektüel sıfatından nasiplenebilecek okur yazar tayfa ahlar vahlar eşliğinde 'ışıklar içinde uyu'maya gönderdi ünlü düşünürü.
/bazan bu insanların 'taslaklar'da olası ölümler için taslak mesajlar bulundurduğunu, işaret gelince de 'gönder' deyip sosyal medyaya saldıklarını düşünüyorum. (ama konumuz bu değil.)
bir de, "her ölüm erken," kabul. ama doksan beş yaşındaki birinin ölmesi kimseyi şaşırtmamalı. birinin ölümü insanları üzebilir, onlara yaşlandığını hissettirebilir ama üretkenliği nihayete ermiş, herhangi bir verimden uzak birinin yokluğu yüzünden dünya niçin eskisi gibi olmasın ki? (şükürler olsun ki konumuz bu da değil.)/
hemen ardından eşi valeria wasserman'ın, gazetelere yolladığı "yok öyle bir şey. o iyi." diyen e-postası duyuldu.
meğer, geçen yıl kısmi felç geçiren ve hastaneye yatırılan noam chomsky'nin tedavisi evde devam edecekmiş.
bunu duyunca elimde olmadan güldüm ve refik halit karay'ı andım.
/kurtuluş savaşı aleyhine yazdığı yazılar nedeniyle vatan hainliğiyle suçlanıp, "yüzellilikler" adı verilen muhaliflerden biri olarak beyrut ve halep'te sürgün hayatı yaşamaya mecbur kalan refik halit karay, halep'te yaşadığı o sürgün yıllarında, istanbul gazetelerine "refik halit karay'ın vefat ve başsağlığı ilanı" diye kendisi için taziye ve ölüm ilanları verirmiş.
bu sözde "ölümünden sonra" kendisi hakkında yazılanları okur, evine başsağlığı için gelenleri takip edermiş.
kendi ifadesiyle, hâllerine "kıs kıs gülüyor", sonra da hiçbir şey olmamış gibi, "bir yanlışlık olmuş" deyip hayatına devam ediyormuş.
başka bir deyişle, ölerek hatırlatıyormuş kendini./
belki noam chomsky de öyle yapmıştır. kendini hatırlatmak ya da ölmeden önce öldüğünde peşi sıra denilecekleri duymak istemiştir.
*başlık, james agee romanı ailede bir ölüm'den ilhamla
18 Haziran 2024 Salı
dördüncü
ikste bir paylaşım önüme düştü. "sana özel" başlığı altında bir tavsiye. o şiir filmi sevdiğimi onlar da biliyor demek ki.
merkez üs: https://www.gazeteduvar.com.tr/melegin-uc-dilegi-makale-1698948
yenal bilgici'nin gazete yazısıydı. baştan sona severek okudum. bir şeye bakınca aynı şeyleri gören insanların ruhdaşlığını hissettim.
dahası aynı şeyleri hissetmenin güzelliğini.
*
seyredenler bilir; insanlar arasında dolaşan, yüksek yerlerden dünyayı seyreden, kütüphanelerde ikamet eden meleklerin, özelde ise insan olmak, rüzgârı yüzünde hissetmek isteyen bir meleğin şiiridir bu film.
bruno ganz'ın canlandırdığı, insan olmak isteyen bu melek isteği gerçekleştiği takdirde ilk gün yapmak istediklerini şöyle listeler: kahve içmek, bir türk berberine gitmek ve parmakları mürekkepten kararıncaya kadar gazete okumak…
yenal bilgici buradan yola çıkarak yazmış yazısını. ve başlarken de dediğim gibi baştan sona keyifli bir metin olmuş.
dayanamayıp, "işte bu!" dediğim son kısmı ise büyük bir keyifle (ç)alıyorum:
"bir sofrada olmak isterim. dostların arasında. hikâyeler anlatılsın, hikâyeler anlatayım isterim. yenilsin içilsin, zaman aksın, aramıza başka insanlar, başka hikâyeler katılsın isterim. çoğalalım isterim. çoğalalım ki günlük yenilgilerimizi hükümsüz kılalım. muhabbete değmeyen ne varsa dostluğun büyük zamanında kaybolup gitsin.
gece bittiğinde, sofradan kalktığımızda, yürüyerek, içimde yeni hikâyelerle ve bir şeyler anlatmış olmanın, insanlarla, insanlarımla yan yana durmuş olmanın silinmez hatırasıyla evime dönmek isterim.
evime vardığımda da, listeye eklediğim bu yeni maddeyi uzun uzun yazmak isterim."
14 Haziran 2024 Cuma
kolomb'un yumurtası
kristof kolomb bir ziyafette eline bir yumurta alır ve keşiflerini küçümseyen davetlilere, "bu yumurtanın masada dik durmasını kim sağlayabilir?" diye sorar.
kimse başaramaz. soran bakışlar ona çevrilince de yumurtayı alır, ucunu hafifçe masaya vurarak kabuğu parçalanmayacak şekilde kırar. yumurtanın yassılaşan ucunu tabağına koyar, yumurta dik durur.
"bunu herkes yapabilir," diye itiraz sesleri yükselir. kolomb istifini hiç bozmaz. "doğru," der.
"zor değil. zor olan, bunu düşünebilmektir."
11 Haziran 2024 Salı
gece ve yağmur
kemal varol'dan tarık tufan'a nazire...
bir adam girdi şehre koşarak'tada, "her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmur olmalı," dediği yere.
*
"(...)herkesin, harflerin görünen yüzüne gizlenmiş bir sır gibi parça parça açıldığı, bütün esrarın orta yere döküldüğü, yıllar yılı zihninde tutacak bir gecesi olmalıdır bu dünyada."*
*aşıklar bayramı
8 Haziran 2024 Cumartesi
dostluk da bilgi ve beceri ister
dostluğun aşktan da üstün olduğunu defalarca kez söyledim. dostlukta bir çeşit kutsiyet gördüğümü de. "aşk günden güne azalır, adına 'sevgi' dediğimiz bir 'alışkanlık'a dönüşürken, dostluklar zaman geçtikçe sağlamlaşır, insanı yarı yolda bırakmaz," bile dedim.
/bu aşkın kıymetini azaltan, değerini elinden alan bir bakış değil, dostluğa hakkını teslim eder bir bakış. yoksa, aşk orada ve var. bütün ihtişamıyla.../
gün gelir, "bitmez sandığın" dostluklar da biter ama. alacak verecek mevzusu, kız meselesi, taşınma, kıskanç eş/sevgili değildir sebep. anlatırken, "keşke öyle olsa," deriz zaten.
en kötü zamanlarında yanında olmuş, dinlemiş, ağlarken ağlamış, o sarhoş olup unutmaya çalışırken sekizinci kahveyi içmiş, olur da kusarsa diye leğenler hazır etmiş, tutsun diye tavsiyeler vermiş, desteklemişizdir oysa.
o günler geride kalıp da sular durulduğunda ise bir de bakarsınız bir şeyler olmuş, sanki kötücül bir büyücü parmağını şıklatmıştır. en kötü günlerinde yanında durduğunuz kişi artık iyidir ama ne arar ne sorar. muhtemelen yeni arkadaşları vardır, zamanı ise hiç yoktur.
ona yakıştıramazsanız, kendinize bile itiraf edemezsiniz ama içten içe kullanılıp atıldığınızı hissedersiniz.
oysa onun, 'eski dost'unuzun masumiyetini bilseniz böyle düşündüğünüz için utanır, bırakın kızmayı sizi affetmesi için yalvarırdınız.
hatalarına tanık olmuş, çaresizliğini paylaşmış, utancına eşlik etmiş, zayıf yanını görmüş insanla dost kalabilmek zordur çünkü. güçlü bir karakter, mangal gibi bir yürek ister.
o ne zaman size baksa kimliğindeki zaafları, geçmişindeki karanlığı hatırlıyordur çünkü. daha kötüsü de, bütün bunların insani olduğunu bilmiyordur.
bilmediği için de, insan oluşun parçaları olan kırılganlığı, yetersizliği kendine yakıştıramayan 'dost'umuz yeni denizlere yelken açar.
yaşasın yeni denizler, yeni arkadaşlar.
sadece yelkenindeki yırtıklar, gövdesindeki çatlaklar, boyasındaki dökülmeler fark edilene kadar.
5 Haziran 2024 Çarşamba
hikâyeciler
bazıları küçük bazıları büyük bir sürü hikâye taşırız heybemizde. ve bunları anlatmak isteriz. (şimdi) var olduğumuzun, (eskiden) yaşadığımızın ispatı olsun diye.
yeni bir şehre, ülkeye taşınmış gibi hikâyelerini değiştirmek isteyenler, düzenlemek, yeniden kurgulamak isteyenler de az değildir.
hiç değilse yeni insanlar, yeni kulaklar arzularız yeniden anlatabilmek için.
ilişkileri bilmem ama flört sandığımız şey tam da budur aslında. yeni gelene "beni gör," der, yeni kulağa hikâyelerimizi fısıldarız.
kim bilir? belki de don juan'ı yanlış anladık. çapķınlığını ten için bahane, amacının liste olduğunu sandık.
belki de o, yalnızca hikâyelerini anlatacak yeni bir kulak istiyordu. kadınlar da, "bakire bir kulaktan ibaretti."
2 Haziran 2024 Pazar
kediler, tabaklar, iki yüz liralar, jet lag olmuş dut fidanları
tekmili birden burada. birazdan değil, hemen.
kediler
schrödinger'in ünlü kedisini bilmeyen yoktur. bir kutunun içinde ikamet eden, ölü mü yoksa canlı mı bilinemediği için aynı anda hem ölü hem canlı olan ünlü kedi.
gözlemleme, yani görme şansımız olmadığı için gerçeği bilemez, başka bir deyişle her iki cevabı da doğru kabul ederiz.
tabaklar
sosyal medyada gördüğüm en güzel şakalardan biri olan schrödinger'in tabakları bu durumu çok güzel açıklar.
şimdi bu tabaklar sağlam mıdır? görünüşte evet. peki bunları satın alır mısınız? bence, hayır. çünkü alıp evinize götürmeye kalktığınızda kırılacak hepsi.
edebiyat yaparak söylersek, kırılmanın tohumunu içlerinde taşırlar. ya da "zaten kırık"lar.
başka bir deyişle onlardan tanımlarına uyarak 'tabak olmaklık'ı beklediğimiz anda yok olup gidecekler.
iki yüz liralar
kızılay kalabalığını düşünün. ya da bambaşka bir kalabalık. yerde bir iki yüz lira var.
/tamam, bugün olsa dönüp bakmaz, eğilip almazsınız. o yüzden on beş yıl önceki kızılay kalabalığını hayal edin./
şaka ya da reklam olsun diye basılıp yere fırlatılan o iki yüz lirasiz eğilip alana kadar hem gerçek hem de sahtedir.
asla bilemezsiniz. eğilip aldığınızda tabaklar paramparça olur.
/"kedi ölür" diyecektim ama ortalık karışık. umarım iki yüz lirayı yerlere atmakla da bir şeylere muhalefet etmemişimdir./
jet lag olmuş dut fidanları
bu yazı burada bitecekti ama bu sabah bir şey oldu.
akademinin atletizm pistine yakın olmasından da cesaret bularak jet lag olmuş dut fidanını görmeye gittim.
cesaret; çünkü hâlâ sokaklarda, yani sert zeminde koşmuyorum. gittim; çünkü mevsimi geldi.
arsa ya da meyve bahçesi yerli yerindeydi. yabani ot ve dikenler dizi aşsa da meyve fidanlarına özen gösterildiği belliydi. etraflarındaki boşluğa bakılırsa dipleri kazılmış, gövdelerine kireç sürülmüş falan.
dut fidanı hariç. boyunu aşan yabani ot ve dikenlerin arasında kaybolmuştu. jet lag vak'asından sonra arsa sahibi ondan vazgeçti sandım ama sebep bambaşka galiba. bahçenin tam köşesinde ve yol kenarında olmakla zaten korunaksız fidanın dallarını birileri kırmış, bahçe sahibi de bu iflah olmaz artık diyerek umudu kesmişti.
dut fidanına doğru umutla koşarken, "var ama belki de yok" diye düşünmüştüm. kafamda kediler, tabaklar, iki yüz liralar.
/defalarca söyledim: koşarken yüksek insanlık idealleri üzerine ya da bugün kaç vejetaryen kurtardım ya da yükselen yıldızı meteor olup insanı çarpar mı, çarparsa doğum saati ile aralarında bir bağlantı var mıdır gibi anlatınca prim yapabileceğim şeyler düşünmüyorum. hatta geçenlerde içinde berlin geçen bir fıkra bile düşündüm. hayır, anlatamam. mahrem./
gözlemleme şansını bulunca da tabaklar paramparça, iki yüz liralıklar sahte.
zeyl
hüzünle atletizm pistine geri döndüm. sanki sabahın körüydü ve yağmur yağıyordu.
/evet, chungking express (1994) şiirine gönderme yaptım. evet, çok sevdiğim şeylere 'şiir gibi' demeyi severim. evet, bir zamanlar şiir gibi bir kız sevmiştim. gerçi bir kaç tane de olabilir. hayır, vardılar. şimdi yoklar./
atletizm pistinde bir tane genç kız vardı. 'teen'lerden. temposuna, fiziğine, kılık kıyafetine bakılırsa antrenman için oradaydı.
bir an yıllar önce beraber koştuğumuz adsız küçük kızı düşündüm. bu kızın o olduğunu, büyüdüğünü falan. ama beni unutmuştu.
ben de unuttum güzelim. seni değilse de başkalarını unuttum. iyi unuttum. daha iyi unuttum.