çünkü, bir zamanlar sinemaya neden düşkün olduğumu hatırlattı bana. kutsal bir deneyim gibiydi. bakış açısı, kadraj, görüntü seçimi, müzik...
adeta federer sonrası dönemde tenise inancımı tazeleyen carlos alcaraz gibiydi.
seyrederken kaç defa "netflix yapımı filmlerin en iyisini seyrediyor olabilirim" dediğimi bilmiyorum. ama şuna eminim: athena netflix için yapılmış en iyi film. belki de ilk defa netflix'te izlediğim filmlerin en iyisi.
bilmeyenler için söyleyelim: athena, fakirler ve göçmenler otursun, hatta mümkünse hizmet sektöründeki işlerine gitmek dışında hep orada kalsınlar diye spor alanları, market, lokanta, kafe gibi işletmelere de sahip sosyal konutlar topluluğunun filmdeki adı. bir çeşit getto. gettoların düzenlenmiş ve evlerin üst üste konulmuş hâli. modern yani. ne de olsa modern batı.
on iki dakikalık kesintisiz tek plandan oluşan açılış sekansı, özellikle sekansın finali muhteşemdi. kamera athena'nın surlarından(!) uzaklaşırken yakaladığı görüntü bruegel resimlerinin yirmi birinci yüz yıl haliydi. caravaggio diyeceklere de itiraz edemem. çünkü gündelik hayat vesikacısı bruegel ve ruhun karanlık iklimlerine fırça vuran caravaggio'nun ayak izleri vardı o sahnede.
ben orada hem düşman ordusunun ovayı aşarak kaleye yaklaşmasını seyreden bir komutan hem de 'hacı adaylarının develerinin döşlerine yaslanarak ufku seyredişleri'ni gördüm.
filmin yönetmeni romain gavras, ünlü yönetmen costa gavras'ın oğlu. reklam filmleri, videoklipler derken, boynuz kulağı geçti geçecek.
senaryoyu da elias belkeddar ve ladj ly ile birlikte yazmış. ama hakan albayrak'ın mağripli çocuklar şiirini sinopsis aldıklarına eminim.
hakan albayrak, bin dokuz yüz doksan altıda yazdığı ve iki bin yılında görücüye çıkan ebuzer'de yayınlanan bu şiirde, "her şey bir rüzgâra bakıyor ağabey/ bakma esrar çekip mayıştıklarına/ bir gün var ya bu mağribli çocuklar/ bir gün yakacaklar paris’i" der.
sosyal konutlar ve oraya sıkışıp kalmış insanların ruh hâli o kadar iyi anlatılmış ki ister istemez tek sezonluk dogs of berlin (2018) geldi aklıma. yine netflix için yapılmış bu dizide baştan ayağa yanlışlarla dolu bir senaryoyla arap aileleri ve yaşantılarını türkler diye yutturmaya çalışmışlardı. oryantalist bir bakış açısıyla türkleri nasıl biliyorlarsa tam da öyle.
bin dokuz doksan beş yapımı la haine'ı da andım izlerken. ardından bir yerlerde, yönetmenin bu filmin kendi filmi üzerindeki etkisini kabul ettiğini okudum.
evet, "athena netflix için yapılmış en iyi film" ama bir başyapıt değil. ve bunun sebebi de politik doğruculuğa kurban gittiğine inandığım senaryo. çünkü, kendini sanatçı olarak gören hiçbir insanın düşmeyeceği çukura adeta hevesle atlanmış gibi.
dramatik etkiyi arttırmak için hikâyenin polis/ devlet tarafına küçük kızı mutlu olsun diye tırnaklarına oje süren bir polis memurunu koymak kabul edilir olsa da "ateşle yaşayan ateşle ölür mesajı"nı ve suçu "bir kaç kendini bilmez" faşist köpeklerin üzerine atarak polisi/ devleti sütten çıkmış ak kaşık gösterme ihtimalini dahi sevmedim.
keşke, avrupa'da yükselen faşizm ve köpekleri başka bir filmin konusu olsaydı.
bir de, sevgili enver gülşen bu film üzerine yazsın ben de okuyayım isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder